Alman yönetmen Gallenberger Colonia filminde, Şili’de 1961’den 1997 yılına kadar varlığını sürdüren Alman kolonisi Colonia Dignidad’a kendi penceresinden bakıyor.

Filmden önce Türkiye’de çok fazla bilinmeyen Colonia Dignidad’tan biraz bahsetmek gerek. Colonia Dignidad hem Şili, hem de Almanya yakın tarihinin hala karanlıkta kalan parçalarından biri. Almanya’da liderliğini yaptığı tarikatta çocuklara tecavüz ettiği gerekçesiyle hakkında tutuklama kararı çıkarılan Paul Schaefer 1961 yılında dostlarının aracılığıyla bir grup tarikat üyesiyle birlikte Şili’ye kaçarak Santiago’nun 400 km güneyinde 300 kilometrekarelik bir alanda Haysiyet Kolonisi ismiyle yeni bir tarikat kurar. Schaefer giderken bir grup küçük yaşta çocuğu da yanında götürmüştür. Almanya’da kalan aileler yıllarca uğraşsalar da bu çocukları geri almayı başaramazlar. Dış dünyaya kapalı olan tarikata sadece seçilmiş ziyaretçiler girebilir. Şili’deki aşırı sağcılarla yakın ilişkide olan tarikat liderleri Pinochet darbesinin de doğrudan destekçisidir. Tarikatın kurucularından biri 1984 yılında kaçarak içeride olup bitenleri anlatır. Hakkında arama kararı olan Paul Schaefer 1996 yılında ortalıktan kaybolur, bu sırada Colonia onun güvendiği adamlar tarafından yönetilmeye devam eder. Pinochet dönemi geride kalsa da o dönemin yerel siyaset ve polisteki artıkları yüzünden Şili hükümeti Colonia’yı bir türlü kontrol altına alamaz ta ki Schaefer Mart 2005’te Arjantin’de yakalanana kadar. Ağustos 2005’te bir gece Colonia Dignidad’a baskın düzenlenir. Mayıs 2006’da Paul Schaefer 25 ayrı vakada çocuk suistimalinde 20 yıl hapis cezasına mahkum olur. Yöneticilerden birinin itirafıyla Pinochet döneminde 22 muhalifin Colonia’da öldürülüp yakıldığı ortaya çıkar. Hakkında adam öldürme de dahil başka davalar açılan Schaefer 2010 yılında 88 yaşındayken Santiago Hapishanesi’nde ölür. Bugün Villa Baviera adını taşıyan Colonia’da hala 115 tarikat üyesi yaşıyor. Bir Alman tarafından yönetiliyor, geçmişte kadın ve erkeklerin ayrı olarak uyudukları yatakhaneler bugün evlere dönüştürülmüş ve aileler kalıyor. Ana bina gelir elde etmek için otele dönüştürülmüş Hotel Baviera adıyla hizmet veriyor.

DÜNYA NEFESİNİ TUTMUŞ

Öyküsü bu tarikat bölgesinde geçen Colonia, “Gerçek olaylardan esinlenilmiştir” cümlesi ve Bill Withers’in Ain’t No Sunshine şarkısıyla başlıyor. Siyah beyaz belgesel görüntülerde Allende’nin üstü açık bir otomobilde halkın arasından geçtiğini görüyoruz ve habercilerin sesinden olup biteni şöyle dinliyoruz: “Santiago-Şili 1973. Politik ayaklanmalar tüm ülkeyi istikrarsızlaştırdı. Birleşik Devletler’in genç demokrasiye sırtını dönmesi Sovyetler Birliği’nin de desteğini esirgememesiyle Şili Soğuk Savaş’ın yeni çarpışma alanı haline geldi. ABD hükümeti Salvador Allende’nin yerinden indirilmesi gereken bir komünist olduğunu söyledi. Binlerce kişi Başkan Salvador Allende’yi desteklemek için Santiago Şili sokaklarına indi. Uzmanlar Şili’yi iç savaşın eşiğinde görüyor. Dünya nefesini tutmuş Şili’deki son gelişmeleri izliyor.”

Alman yönetmen Florian Gallenberger, gerçeklik algısını güçlendirmek için belgesel görüntüler ve bir habercinin taraflardan bağımsız objektif bakış açısıyla filme giriyor. Sonra film boyunca kaçıp, kovalamacasına tanık olacağımız Alman çiftle tanıştırıyor bizi. Lufthansa uçağının Santiago göklerinde süzülmesiyle Emma Watson’un canlandırdığı hostes Lena, kaptan pilot ve şen şakrak hostes grubuyla tanışıyoruz. Emma Watson soğuk ve snob değil ama diğer hosteslerden daha ağırbaşlı, serviste onlardan ayrı oturup mevzuya uzaktan takılıyor. Lena’nın sevgilisi de ortaya çıkmakta gecikmiyor. Servis Santiago sokaklarında ilerlerken bir gösterici grubu yüzünden durmak zorunda kalıyor ve Lena’nın sevgilisi Daniel’la tanışıyoruz. Gruba konuşma yapan Şilili göstericinin yanında durup havaya bildiri savuruyor. Lena dört günlük iznini sevgilisiyle geçirmek için servisten iniyor. O arkadaşlarıyla alelacele vedalaşırken biz arka planda göstericinin sesinden filmin tamamının geçtiği Colonia Dignidad kampının ismindeki ve Türkçe’deki karşılığı şeref, haysiyet, onur anlamlarına gelen “dignity” kelimesini ilk kez duyuyoruz. Konuşmacı haysiyet, onur, geleceği adalet ve özgürlük üzerine inşa etme hakkında ajitasyon konuşması çekerken biz de aşıkların kalabalığın içinde buluşup öpüşmesini izliyoruz. Ve ne yazık ki Emma Watson ile Daniel Brühl’ün elektriği daha ilk sahneden itibaren birbirini tutmuyor. Zaten yönetmen de evde geçen yarı çıplak kahvaltı hazırlama sahnesi dışında onlara sevgililerin yaptıklarını yaptırma konusunda ortamı fazla zorlamıyor. “Bunlar birbirine aşık, özellikle kız daha fazla aşık. Seyirci olarak bu kadarını bilmen, biraz sonra olacakları anlamlandırabilmen için sana yeter” deyip çekiliyor.

SEVGİLİYİ KURTARMAK

Allende’yi destekleyen grup için fotoğraf çekip afiş yapan Daniel askeri darbeden hemen sonra sevgilisi ve yüzlerce kişiyle birlikte alınıp stadyuma götürülüyor. Yüzü çuvalla gizlenmiş bir muhbir gelip tek tek tanıdıklarını teşhis ediyor, direnenler orada infaz ediliyor, Daniel de sevgilisinin önünde dövülüp bir ambulansa bindirilerek götürülüyor. Daniel’in ağır işkenceye alındığını izliyoruz. Lena daha bunu bilmemektedir ama sevgilisini kurtarmak için Daniel’in desteklediği grubun liderine gider. Sigaralı, daktilolu, duvarı posterli bir odada sevgilisini ambulansa benzer bir minibüsle alıp götürdüklerini anlatır. Sigara içen genç kız “Biliyoruz o minibüsü” der. “Yani nerede olduğunu biliyor musunuz” diye sorar Lena, grubun lideri kötü İngilizcesiyle “Güneyde dış dünyadan izole bir yerde. Pinochet’nin polisleri gözaltına aldıklarını oraya götürüyor. Adı Colonia Dignidad, haysiyetin kolonisi” der. Lena sevgilisini oradan çıkarmaları gerektiğini söyleyince lider de bombayı patlatır “Bak” der ve ekler “Bu konunun ne benle, ne Daniel’la, ne de onunla, şununla ilgisi var. Biz daha büyük bir amaç için mücadele ediyoruz.” Lena limon yemiş gibi ekşiyen suratıyla “Ne demek istiyorsun” der. Lider ağzına bir sigara koyup döner “Daniel için hiç bir şey yapamayız” der. “Ama o sizden biri” diye ısrar eder Lena, gruptaki genç kadın ve genç erkekler ifadesizce bakarlar. “Biz artık gizleniyoruz” der lider, “Peki ya Daniel” diye isyan eder Lena, lider “Ona iyi şanslar diliyorum” der duygusuzca. Hemen arkasından gelen sahnede bir kova su, işkencedeki Daniel ile birlikte bizim de yüzümüze çarpılır. Soğuk duş etkisi diye buna derim ben.

Siyasi duruş sadece politikacıların, ya da politika yapanların sahip olduğu bir özellik değil. Hayatı açıklamaya çalıştığınız anda farkında olmasanız da siyasi duruşunuzu belli edersiniz. Colonia’nın yönetmeni Gallenberger’in siyasi duruşu da işte bu.

Gerçeklerden esinlendiğini söyleyen bir yönetmenin koca bir toplumsal hareketi ucuz bir klişe ve vurkaç taktiği ile karalama çabası insanın içini acıtıyor. Şili’de yaşananların perde arkasını, ABD’nin darbecilere desteğini bir kenara bırakalım, biz de yönetmen gibi gerçeklere bağlı kalalım… Lena’nın öyküsü Şili’ninkiyle paralel. Ne olmuş o sırada? Pinochet önderliğindeki askerler darbe yapmış, Başkanlık Sarayı bombalanmış, askerler içeri girmiş, Başkan Allende intihar etmiş, kısa sürede hükümete yakınlığı ya da sempatisi olduğu düşünülen 45 bin Şilili tutuklanmış, Santiago Stadı açık toplama kampına dönüştürülmüş, aralarında ünlü şarkıcı Victor Jara’nın bulunduğu onlarca kişi burada infaz edilmiş, 35 bin kişi işkenceye alınmış, toplamda 30 bin kişi ölmüş, 200 bin kişi ülkesinden kaçmış.

Bütün bunlar olup biterken hostes Lena bir odanın içinde oturmuş fosur fosur sigara içen eylemci gruba gidip sevgilisini kurtarmadıkları için yazıklanıyor, yönetmen de bizim ona hak vermemizi bekliyor. Oysa gerçeklerden esinlenmek istiyorsa olay daha çok şöyle gelişmiş olabilirdi: Sevgilisi gözlerinin önünde dövülüp götürülen Lena onu kurtarmak için eylemci grubu bulmaya çalışır, liderleri ve ileri gelenleri yakalanıp işkenceye götürülmüştür, toplandıkları mekan dağıtılmıştır. Lena çaresizce Alman elçiliğine gidip yardım ister ama eli boş döner, sonunda kendisi kampa girmeye karar verir. Yönetmen daha olası olan bu senaryoyu tercih etmiyor bir tane de kendi taraftarlarının hayatına değer vermeyen muhaliflere çakayım diyor.

YÜZLEŞİLEMEYEN GERÇEK

Muhalif yönetmenler dertlerini açık açık söyler, hatta bağırır çünkü anlaşılmak isterler. Ama Colonia’nınki gibi sistem savunucusu yönetmenler sinsidirler, çaktırmadan sizi kendi tarafına çekmeye çalışırlar. Söyledikleri kadar söylemediklerine de dikkat etmeniz gerekir.

Çok mu sert oldu söylediklerim? Değil, çünkü yönetmenin bir kaçma kovalama öyküsüne merkez olarak seçtiği Colonia Dignidad gibi bir yerin kaçanların tanıklıklarına rağmen hem Şili, hem de Almanya’da onlarca hükümet dönemine yayılan varlığı sadece siyaseti değil aynı zamanda hukuku da kapsayan bir çürümüşlüğü ifade ediyor. Yani yönetmenin ve Almanya’daki bazı grupların yapmaya çalıştığı gibi suçu sadece o dönem Şili’de görev almış diplomatların üzerine atıp çekilemezsiniz.

Almanya Dışişleri Bakanlığı’nda geçen Nisan ayında Colonia filmi için özel bir gösterim düzenlendi. Alman Dışişleri Bakanı Steinmeier, Colonia Dignidad kurbanlarıyla bir araya geldi. Steinmeir film gösteriminden sonra sanatın her zaman siyasetten bir adım önde olduğu ve siyaseti harekete geçirmek konusunda önemli bir işlev gördüğü, ‘Colonia Dignidad’ın Alman diplomasisi için beyaz bir sayfa olmadığı, yaşananların 60’lardan 80’lere uzanan yakın bir dönemi içine aldığını ve konuyla yüzleşmede henüz istenen adımların atılmadığı, Dışişleri Bakanlığı’nın meselenin üzerine kararlılık ve şeffaflık ilkesi içinde gitmesi gerektiği, bundan ders çıkarılmasının şart olduğu yolunda güzel sözler söyledi.

Colonia filmi tam da gündelik siyasetin bu tür hamasi konuşmalarla köpürtebileceği haddini bilen cici bir film. Costa Gavras gibi yönetmenlerin elinde ikinci bir Z filmine dönüşebilecek bir malzeme var oysa ortada. Biliyoruz ki, darbeden önce de aşırı sağcıları destekleyen kamp ileri gelenleri, 1973’te darbeyle gelip 1990’a kadar iktidarda kalan Pinochet’nin koruyucu elini hep üzerlerinde hissettiler. Gümrük avantajlarından faydalanarak ateşli silahlar ve cephaneyi Almanya’dan deniz yoluyla illegal olarak Şili’ye soktular. Silahlar hem kampta hem de aşırı sağcı Patria y Libertad grubu tarafından kullanıldı. Askeri diktatörlük döneminde kamp sadece işkence merkezi olmakla kalmadı aynı zamanda Latin Amerikan milliyetçileri, gizli servis elemanları, antisemitist aşırı sağcıları bir araya getiren ANDREA’nın merkezi olarak kullanıldı. Bütün bunlar kampın ortak kurucularından olan Hugo Baar’ın 1984’teki kaçışından sonra 1985 yılında verdiği ifadelerde yer aldı.

1987 yılında Alman Dışişileri Bakanı Genscher memurlarına Paul Schaefer’in yaptıklarını araştırma görevini verdiğinde kendisi 13 yıldır o koltukta oturuyor, Colonia da 26’ıncı kuruluş yılını kutluyordu. Colonia Dignidad hakkındaki belgelerin bir kısmının basına açılması için ise geçen Nisan ayını beklemek gerekti. Son Alman Dışişleri bakanını 30 yıldır kilit altında tutulan belgeleri kendiliğinden açmadı tabii ki, onu buna iten belgelere ulaşabilmek için yıllardır uğraşan Alman siyaset bilimci Jan Stehle’nin dava açıp mahkemeden belgelerin bir kısmına bakma izni çıkarması oldu.

Nasıl oluyor da yıllardır hakkında raporlar tutulan yurtdışındaki bir Alman kolonisi sadece Pinochet’den değil Almanya’dan da dokunulmazlık hakkı kazanıyor, kampa gelip giden Alman muhafazakar siyasetçileri buradan övgüyle bahsedebiliyorlar. Sorunun cevabı siyasi hayatına 68 öğrenci hareketleriyle başlayan bir önceki Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fisher’in 2005 yılında kurdurduğu tarih komisyonunun raporunda gizli olabilir. Fischer bu komisyondan Alman diplomasisinin Nazi geçmişinin araştırılmasını istemişti. Bu Almanya için önemliydi çünkü Alman diplomasisinin Nazi etkisine girmeyen kurumlardan biri olduğu düşünüldü hep. Rapor 2010 yılında 866 sayfalık bir kitap olarak yayınlandı. Basında büyük yankı buldu, Alman diplomasisinin Nazi etkisi altına girmediği efsanesi yıkıldı. Eski diplomat ve bazı tarihçilerden oluşan koro raporu taraflı olarak değerlendirdi. Konu zamanla söndü. Joschka Fischer ise bu sırada çoktan aktif politikadan çekilmiş Yeşiller’in basın sözcülüğünü yapan arkadaşıyla birlikte kurduğu şirkette Siemens, BMW ve enerji şirketlerine danışmanlık ve lobicilik yapmaya başlamıştı.

Diyeceğim o ki gerçekten gerçeklerden esinlenmek isteyen onları süper kahraman klişelerinde değil, karanlık kapıların arkasındaki karmaşık ilişkilerde bulabilir.

Aysıt Genç

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.