Doğuş’la Cannes Film Festivali’nde tanıştık. Hazerfan Film Günleri’nin desteğiyle ve “Kuzgun” adlı kısa filmiyle Cannes’da Short Film Corner’da idi. Eksik yönleri elbette var ama “Kuzgun” özellikle de teknik anlamda birçok örnekten daha ileride. Bu sayıda Kuzgun’un yönetmeni Doğuş Minsin’e yönelttim sorularımı. İyi okumalar…
Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?
Merhabalar. Adım Doğuş Minsin. 1991 yılında İstanbul’da doğdum. 2009 yılında, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Tv bölümüne girmeye hak kazandım. Daha önceleri sinemayla olan ilişkim sadece film izlemek üzerine kuruluydu. Abimin çalıştığı sinemada sürekli film izlerdik. Okulu kazandıktan sonra hiç bilmediğim, tanımadığım bir işin içine girdiğimi anlamıştım. Daha sonra hızlı bir şekilde adapte olup bu zamana kadar gelebildim.
Senin için kısa filmin tanımı nedir?
Kısa film; bir durum, bir an veya anlatılmak istenilen hayatların içersine bakmamıza izin verilen bir pencere benim için. Bir durumun içine hapsolmuş ve o durumdan etkilenlerin hikayesi.
Biraz Kuzgun’dan ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?
Okulun son senesinde, her öğrencinin bitirme projesi olarak kısa film çekmesi isteniyor. Ben de bir hikaye arayışındaydım. Mitolojik hikayeler, fantastik sinema, bilim-kurgu sineması ve buna benzer alanlarla özel olarak ilgileniyorum. Bitirme projesi olarak içinde bu unsurları içeren bir film çekmek istedim. O sıralar Emre Erdoğdu ile bir başka kısa film projem üzerine çalışıyorduk. Ama onu çekmem o an için çok maaliyetli ve uzak bir ihtimaldi. Emre bana bir hikayesinden bahsetti. Kendisinin ilkokul yıllarında yazdığı bir hikayeydi bu. Annesinin intikamını alan ve bu yüzden içine şeytan kaçtığı düşünülen bir çocuğun hikayesiydi. Hikayeyi ilk duyduğumda çok etkilendim. Filmin içine ekleyebileceğim fantastik öğeler birden kafamda canlandı. En önemlisi yaklaşık 3 yıl önce annemi kanserden kaybettik. Hikayedeki çocuk ile kendimi özdeşleştirdim biraz diyebilirim.
Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa filme ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?
Üniversiteye başladığım ilk yıl, dv kasetle çalışan kameralar kullanıyorduk. Ve çok fazla kamera yoktu etrafta. Üst sınıflardan rica minnet kamera alıp ödevlerimizi çekebiliyorduk. Çektiğimiz görüntüleri de bilgisayarlara aktarmak çok sıkıntılıydı. Her bilgisayara aktarılmıyordu görüntüler. Bu yüzden annem kamera almamız için ısrar etmişti. Alelacele bir kamera almıştık. O kamerayla çekim yapıp, eş zamanlı olarak tüm görüntüleri aktarmak, daha sonra da kurgulayıp ödev olarak vermek uzun ve yorucu bir işlemdi. Bir sonraki yıl DSLR kameralar ve HD çekim teknolojileri çıktı. Ve o an herkesi kalitesi ve pratikliği ile büyülemişti. Neredeyse yeni gelen 1.sınıfların yarınsından fazlasında bir DSLR kamera vardı. Tabii benim kameram da ikinci yılın sonunda çöp olmuştu diyebilirim. Hızla gelişen ve değişen dijital kamera çağı başlamıştı. 35mm ve 16mm yerini hızla Red, Arri Alexa gibi kameralara bırakmıştı. Teknoloji hızla gelişip ilerledikçe bağımsız filmcilerin teknik zorlukları bir nebze de olsa azaldı. Kamera ve ekipmanlar daha az maliyetli ve ulaşılabilir oldular. Film çekimi inanılmaz bir hız kazanmıştı. Artık orta düzey çekimler yapıp, hızlıca bilgisayarlara aktarıp kurgulanıp, online olarak izlenebiliyor. Fakat bir o kadar da nitelikten yoksun bir sürü şey çoğalıyor. Bu yüzden nitelikli çalışmaların bile çoğu zaman önü kapanabiliyor. Siz ne kadar iyi bir iş yapmış olsanız bile, etraftaki niteliksiz çoğunluk tarafından ezilme ihtimaliniz her zaman oluyor. Ve böyle durumlarda kendinizi gösterebilmek için daha fazla efor sarfetmeniz gerekiyor. Daha girişken olmanız ve belki de daha fazla kirlenmeniz gerekiyor. Maddi olarak teknolojik gelişmeler bize katkı sağlamış gibi gözükse de manevi olarak bizden birçok iyi şeyi götürdü ve götürmeye devam ediyor diyebilirim.
Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?
Aslında kendime örnek aldığım ve özellikle verebileceğim bir isim yok. Her filmden her yönetmenden bir parça beğendiğim sevdiğim şeyleri alıyorum. Daha sonra da kendi dünyamda onları yorumlamaya çalışıyorum. Yerli yönetmenlerden sevdiklerim Ömer Kavur, Metin Erksan, Yavuz Turgul, Onur Ünlü yabancı yönetmenlerden ise Akira Kurosawa, Andrei Tarkovsky, Wong Kar-Wai, Nicolas Winding Refn vb. Ama daha bu listeye bir sürü yönetmen girecektir.
Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?
Çok fazla festival var. Gün geçtikçe de bunlara yenileri ekleniyor. Dışarıdan bakınca bunlar kısa filmciler için büyük avantaj olarak gözükebilir. Ama çoğu nitelikli festivaller değiller; birbirinin benzeri festivaller, birbirlerinin benzeri filmlere ev sahipliği yapıyor ve ödüller veriyor. Böylece yeni ve kendini göstermek isteyen projelere yer açılmıyor Bunun yanında festival desteklerinin kısa filmcilere daha da fazla olması gerektiği düşünüyorum. kısa filmci olarak bütçe bulmak ve filmini çekmek çok zorlu bir süreç. Bu süreçte maddi olarak destek alınabilcek çok fazla kurum ve kuruluş yok. Bunun da festivallerin öncülüğünde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu destekler sadece maddi olarak da verilmeyebilir. Oyuncu, teknik ekip ve ekipman destekleri de çeşitlilik yaratmak da faydalı olabilir. Ve bunun yanında festivallerin kısa filmcilerden gelen öneri ve görüşlere daha çok önem göstermesi gerekli diye düşünüyorum.
Filminle Cannes’da Short Film Corner’a katıldın. Nasıl bir duygu. Ne gibi katkıları oldu sana?
Filmim, Hezarfen Film Galeri’nin Cannes Short Film Corner için hazırladığı seçkide yer aldı. Short Corner’a katılan filmlerin akreditasyon alma hakkı bulunuyor. Bu akreditasyonla festivalin birçok yerine girebiliyorsunuz. Orada bulunmak çok değişik bir duyguydu. Yıllarca uzaktan takip ettiğim, dünyaca ünlü film festivallerinden birinde bulunmaya hak kazanmıştım. Dünya’nın her yerinden filmcilerin toplandığı önemli bir festivaldeydim. Kalabalık ve organizasyonun büyüklüğü korkutucuydu. Bu duyguların etkisinden kısa sürede çıkıp etrafı hızlıca gözlemlemeniz, ne olup ne bittiğini anlamanız gerekiyor. Orada bulunmak için bir bütçe ayırmamıştım, bu yüzden sadece 4 günümü ayırabildim. Bu dört günü dolu dolu geçirmeye çalıştım. Birçok etkinliğe girip filmimin tanıtımını yapmaya çalıştım ve bulabildiğim kontakları iyi değerlendirmeye dikkat ettim. İlk defa geldiğim için çok fazla yabancılık çektim. Ama çok önemli bir deneyimdi benim için. Kısa filmciler için çok güzel bir imkan. Bir çok bağlantı toplayıp ileriki projeleriniz için destek bulma imkanınız var. Dünya çapında sektörel bağlantılar kurabiliyorsunuz. Ve en önemlisi Cannes’da bulunan bir kısa film yönetmenisiniz. Bunları deneyimlemek çok güzeldi. Böyle imkanların daha fazla bilinmesi ve deneyimlenmesi gerekli. Oradan cebimde birçok kartvizitle ve çok güzel bağlantılar edinmiş bir kısa film yönetmeni olarak geri döndüm.
Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…
Okulumun 7.senesinde mezun oluyorum. Bu sürede animasyon, kurgu ve post-prodüksiyon işleri yaptım. Ve halen bir vfx şirketinde çalışıyorum. Kafamda gerçekleştirmek istediğim projeler var. Ama bunları yapmak için maddi ve manevi imkanlarım henüz yok. Sektörde yönetmenlik yapmak için de gereken çevrelere sahip değilim. Çok umut veren ve yeni yönetmenlere şans doğuran bir sektörümüz yok malesef. Gene de ileriye dönük umutla bakmaya çalışıyorum.