Bu yıl Cannes Film Festivali’nde, galasında Mel Gibson’un başrolünde oynadığı Blood Father’ı film ekibiyle birlikte izleme şansı buldum. Muhteşem bir coşkuyla karşılanan Mel Gibson ve film ekibi, seyirciyle güzel bir etkileşim yaşadı. Tabi ki aslında böylesine sıradan bir filmi Cannes’da değil de, Türkiye’de herhangi bir sinema salonunda izleseniz bu etkiye kapılmazsınız ama Cannes’da olunca algılar da şaşmıyor değil.
Mel Gibson, Erin Moriarty, Diego Luna ve William H. Macy’nin başrolleri paylaştığı Blood Father’ın yönetmenlik koltuğunda, daha önce Vincent Cassell’li ‘Ölümcül İçgüdü’ ve ‘Halk Düşmanı’ adıyla iki bölüme ayrılan “Mesrine” filmiyle Fransa ve dünyada adından söz ettiren Jean-François Richet. Cannes’da bu filme gösterilen coşkunun Gibson haricindeki bir diğer nedeni de yönetmenin Fransız olmasıdır elbette. Gelelim filmin konusuna… Suç dünyasından elini eteğini çekeli çok olmuş ve ıssız bir çoraklığın içindeki karavanında eşe dosta hizmet ederek geçimini sağlayan dövmeci John Link, uzun zamandır kayıp kızı Lydia’dan haber alamamaktadır. Lydia ise bir uyuşturucu çete lideriyle gününü gün etmektedir. Ta ki, uyuşturucu lideri sevgilisini bir mafyatik baskın sırasında panikle vurana dek. Çaresiz kalan Lydia’nın aradığı ilk kişi tabi ki zamanında terk ettiği babasıdır. Kızının mafya eline düştüğünü ve çıkmaza girdiğini anlayan John, onu korumak adına tekrar eski, vahşi ve şiddet dolu günlerine geri dönmek zorunda kalacaktır. Tabi ki, eski dostlarını da yanına alarak.
Başta da belirttiğim gibi aslında oldukça standart bir film Blood Father. Mel Gibson olmasa ATV ya da Show TV’de gece yarısı gösterilmeye başlanan vasat aksiyon filmlerine oldukça yakın. Ancak tabi ki Gibson’un varlığı, yan rollerin oyunculuk katkıları ve de yönetmenin aksiyon yaratmadaki başarısı filmi daha değerli kılıyor. Mad Max ve Cehennem Silahı gibi serilerle büyümüş biri olarak Gibson’un yaşlandığını görmek biraz hüzün verse de insana, onun aksiyon sahnelerinde gösterdiği rahatlık, ustalık izleme keyfinizi arttırıyor. Bildiğiniz üzere yazıp yönettiği “Tutku – Hz. İsa’nın Çilesi” filminden sonra Yahudi lobisi tarafından dışlanan, baskı gören ve büyük yapımlarda oyuncu olmasına izin verilmeyen ünlü oyuncu zor günlerden geçmişti. Hollywood gibi büyük bir kurtlar sofrasında ayakta kalmak Mel Gibson olsanız bile kolay değil zira.
Filmin güzel yanlarından biri de Gibson’ın kızını oynayan Erin Moriarty’nin varlığı. Genelde dizilerde oynayan Moriarty, birkaç standart Hollywood yapımında da yer almış. Ancak eminim ki bu filmden sonra daha büyük roller Moriarty’nin kapısını çalacak ve onu daha sık görmeye başlayacağız.
Sanırım önümüzdeki ay Türkiye’de vizyona girecek Blood Father. Mel Gibson sevenlerden ve aksiyon filmlerini kaçırmam diyenlerdenseniz, bu keyifli atıştırmalığı tavsiye ederim. Şimdiden iyi seyirler…