Maggie’s Plan (Kördüğüm) etrafımızda kadına karşı dayatılan onca kalıp ve tehdit varken modern ilişkilerin iç tırmalayan mantıksal zorbalığı hakkında zekice işlenmiş bir screwball komedisi.
Kadın olmak önemlidir. İnsanın tüm kağıtlar dağıtılıp bahisler kapatıldığında nasıl davranacağı ise daha çok önemlidir. Kadınlar hakkında yazmak, film çekmek ise çetrefillidir. Bu konuda, çekenin cinsiyetinden hayat tecrübelerine kadar pek çok done söylenenin ne anlama geldiğine dair ipucu taşır. Örneğin Woody Allen’ın nevrotik ve yüzeysel kadınları ile Rebecca Miller’ın zeki ve iyimser bakışın temsilcisi kadınları gibi.
Sanat Tozu
Fotoğraf sanatçısı bir anne, Arthur Miller gibi bir baba ile büyümüş ve Daniel Day-Lewis gibi entelektüel bir eşle hayatını sürdüren Rebecca Miller zeka ve yaratıcılık açısından son derece geniş spektrumlu bir dünyaya ait. Rebecca Miller’ı sadece yazar ve yönetmen olarak görmemek gerek. Kendisi bir sanatçı. O yüzden çektiği filmler benim için sadece sinema değil başlı başına birer sanat eseri.
Yönetmenlerin kendi filmlerinde birer karakter olduklarını varsayarız. Bence Rebecca Miller bu son filmi Maggie’s Plan (Kördüğüm)’de filmin ta kendisi. Film de Miller gibi tüm yönleriyle çekici, komplike, zeki ve karizmatik. Sundance Film Festivali’nde sansasyon yaratan ilk filmi Angela’dan (1995) beri Miller kadınları kendi hayatlarındaki kritik anlarda zeka, güç ve yaratıcılık gösteren bireyler olarak resmetmeye devam ediyor. Sanki modern hayatın bütün kadınları Miller’ın içerisinde toplanmış ve ara sıra onlardan birinin hikayesini paylaşıyormuş gibi.
New York tarzı aşk üçgeni
Rebecca Miller’ın bu beşinci filmi romantik komedinin bazı kurallarını es geçmeyen ama romantik komedinin kalıplarına da hükmetmeyi beceren bir yapıya sahip. Film temelde kendisini özgürleştirmek isteyen bir kadın kahramanın hayatında çıkış yolunu aramasını konu alıyor; suni yolla çocuk sahibi olmak isteyen Maggie (Greta Gerwig), kitap yazan akademisyen John (Ethan Hawk) ve John’un eleştirel-teorisyen karısı Georgette (Julianne Moore) arasındaki New York tarzı bir aşk üçgenine odaklanıyor. New York şehrinin entelektüel ve kültürel çevresinde sınırlı tutulan hikayenin modern komik karakterlerinden nevi şahsına münhasır Greta Gerwig ile Julian Moore atışmasını izlemek ise son derece keyifli.
Hawk’un Masumiyet Kumaşı
John akademik yayını sonrasında ünlenmiş ve roman yazmaya karar vermiş yakışıklı bir akademisyendir. Son derece ilgi delisi, benmerkezci, hiç büyümemiş bir oğlan çocuğu gibidir. İlişkilere dair gözlemi ise ‘İlişkilerde biri bahçıvandır diğeri güldür’ sözünde gizlidir. Hayatın gerçek zorunlulukları ile ilgili ne yapacağına dair en ufak bir ipucu yoktur daha doğrusu bunlarla uğraşamayacak kadar narsistir. Kısacası John şapşal bir erkektir. John karakterine sonuna kadar kızma hakkımız varken imdada Hawke’un akıllara durgunluk veren oyunculuğu yetişiyor adeta. Hawke’un artık kanıksadığımız varoluşsal, köklü masumiyeti, karakterini bir anda çok yukarıya taşıyor. Açıkçası nasıl başarıyor bunu bilemiyorum ama başka bir oyuncunun John karakterine bu müthiş zor ayarı hesaplayarak yapabileceğinden kuşkuluyum.
Viking Kraliçesi
Julian Moore’un acayip ve korkunç karikatür olarak resmettiği Georgette karakteri filmin komedi vitesini de yükselten bir özelliğe sahip. Kelimeleri tonlaması, heceleri kullanırken ses telleriyle oynaması, cümleleri tamamlarken cümlenin sonunu yok ederek bitirmesi gibi detaylar izleyiciyi mest edecek kalitede. Üstüne üstlük söyledikleri son derece yenilikçi, öğretici, merak uyandırıcı ve yaratıcı. Kuzey Avrupalı olan Georgette adeta bir Viking kraliçesi gibi resmedilmiş. Özellikle kostümleri karaktere yarayacak şekilde dizayn edilmiş. Zaten Julian Moore hangi filmde hangi karakteri oynasa, onun için o karaktere özel bir dünya kuruyor. O yüzden dışarıdan gözüken aslında çok derinlerden geliyor.
Sempatik Nihilist
Ve gönüllerimizin Frances Ha’sı Greta Gerwig. Bağımsız Amerikan Sinemasının son zirve ismi. Nihilizmin en sevecen portresini çizen kadın. Pek önemli bir vasfı olmayan, hayata artılarla başlamamış ama ait olduğu şehirlerde kendisine yer edinmeye çalışan kadınların sesi gibi. İnanılmaz derecede sahici, samimi, dolaysız ve bir o kadar da hayalperest. Taklitlerini hemen fark etmemizi sağlayacak bir sahiciliği var. Bir oyuncunun bu kulvarda yeni ve özgün bir karakter yaratımı ortaya koymasını çok zorlaştırdığı kesin. Hayata yön veren, onu yöneten pozisyonda gördüğümüz Maggie hayatı kolaylaştırmaya çalışan bir karakter. Söyledikleri ile çok gerçek gözüküyor zaten filmin en önemli özelliklerinden biri de bu aslında, insanların fikirler hakkında, kendileri hakkında gerçekten konuşuyor olmaları. Gerçekten böyleyiz ve gerçekten konuşuyoruz tüm bunları gerçekte.
Espri Hayat Verir
Bazen yavaşlayan, birden yükselen, şakalar için ara verilen olay örgüsü ile değişik ritimler deneyen Miller’ın tercihlerini tartışmak pek kolay değil. Fars, satir ve duygusal dengeyi iyi ayarlayan Miller filme bazen kaba espriler katarken, işin içine aynı zamanda tüm oyuncuların entelektüelliklerini gözlerinde görmemizi de sağlıyor. Kurgunun hız ve zamanlaması, sıcak lens kullanımlı görüntü yönetimi, dengeli müzik kullanımı ile Maggie’s Plan tüm aşamalarda başarıyla işlenmiş bir film. Filmin sonunda benzer karakterlerin birbirlerini seçmesi yani entelektüeller ve tinselciler şeklinde ikiye ayrılarak birleşmesi, yönetmenin belli bir mesajını taşıyor mu bilinmez ve bunun seyirci yorumuna açık bir durum olduğunu düşünüyorum. Maggie’s Plan etrafımızda kadına karşı dayatılan onca kalıp ve tehdit varken modern ilişkilerin iç tırmalayan mantıksal zorbalığı hakkında zekice işlenmiş bir screwball komedisi. Bana kalırsa, kapitalizmden ve savaşlardan önce dünyayı espri anlayışını yitirmek yok edecektir.
Tuğçe Madayanti