Kısa bir süre önce bir galada tanıştığım Cansu Boğuşlu’nun Polonya’da okurken çektiği kısa film “Yabani Ot”u izlerken hem teknik hem de içerik anlamda yoğun bir keyif aldım. Ve hemen Mayıs sayısı için sorularımı yönelttim kendisine. Bu arada kısa filmi www.cansuboguslu.com adresinden izleyebilirsiniz…
Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?
Uzun zaman medyada çeşitli dallarda çalıştıktan sonra sinemaya aşık olup master programı için yurtdışına gittim. Polonya’da sinematografi okurken çektiğim kısa filmler dünyada çeşitli festivallerde gösterildi, ödüller aldı.
Senin için kısa filmin tanımı nedir?
Kısa film iletişim kurmak ve bir duyguyu vermek için güzel bir araç. Sinematografi ve hayalleri barındıran bir dünya…
Polonya’da nasıl bir eğitim dönemi geçirdin? Neler kattı sana?
Çok garip ve verimliydi. Zaten bambaşka bir iklim ve kültür ile dolu dolu altı yıl geçirmek bambaşka bir perspektif katıyor insana. Çok uluslararası bir ortam olduğu için dünyam genişledi. Teknik konular zaten başlı başına birer bilezik ama çok güzel insanlar tanıdım bu çok önemliydi.
Biraz Yabani Ot’tan ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?
Kişisel hikayeler anlatmayı seviyorum filmlerde.. O dönem annemle babam ayrıldı ve çevremde bir kaç kırılma daha yaşandı ilişkilerde. İnsanları, iki tarafı dinlerken çok şiddetli bir iletişimsizlik problemi gözlemledim. Basit hikayeleri seviyorum. İyi bildiğim parti ortamında çekimlerle ve ışıkla o kadının dünyasını yansıtmak istedim.
Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa filme ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?
Teknoloji iyidir. Hiç bir şey götürmez ama izleyicinin seçici davranması gerekiyor. Ben hala 35 mm film izlerken dokudan daha çok etkileniyorum. Dijital dünya içime çok zor siniyor. Ama dijitalin hız olarak avantajlarını da es geçmemek gerekiyor.
Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?
Örnek aldığım kim var. Yani yoluma ışık tutan ustalar oldu. David Lynch ile tanıştığımda enerjisinden çok etkilenmiştim. O zamandan beri onu daha çok takip ediyorum. Polonyada’yken “Çoğunluk” filmini izlemek beni çok heyecanlandırmıştı. Defalarca izleyip, oradaki insanlarla da paylaşmıştım. Seren Yüce’nin yeni filmi de yine o tarzı korumuş. Böyle orjinal bir dil oluşturan ve bunu koruyan yönetmenleri kıymetli buluyorum. Nuri Bilge Ceylan da bunu başardı.
Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?
Güzel şeyler oluyor ama daha iyi olabilir. Akbank Kısa Film Festivali her sene biraz daha büyüyerek kısalara dikkat çekiyor. Ama ben daha çok festival havası hissetmek istiyorum. Yurtdışında bu böyle.
Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…
Türkiye’ye döneli kısa bir süre oldu. Reklam filmleri çekiyorum ama orada da sinematik çizgiden uzaklaşmamaya özen gösteriyorum. Spark Film Collective ile çalışmam bu konuda avantaj sağlıyor. Hissettiğim, bir şeyler katabileceğimi düşündüğüm projelerde görüntü yönetmenliği de yapıyorum. Bir yandan uzun metraj bir senaryo üzerinde çalışıyorum. O da kişisel bir hikayeden yola çıkarak anlatmak istediğim bir kadın, aşk filmi…