Popüler kültür tabii ki gençlerin ilgi alanı. Böyle olunca sinemaya da damgasını vuran gençler oluyor. Ama sözkonusu gerçekten insanlık adına birşeyler anlatmaksa yaşlılığını yaşayan insanların hikayesi çok daha tatmin edici sanıyorum. Bu hafta kritiğini yapacağımız film hem (belki yaşım itibariyle) çok kolay içselleştirebildiğim hem de söylediklerini biraz yadırgadığım bir yapım. Hayatımın Yolculuğu – A Walk in The Woods, Sundance film festivalinde gösterilmiş bir gezi kitabı uyarlaması.

Film bir gezi yazarı olan Bill Bryson’ın 40’lı yaşların sonunda Amerika’daki Apalaş Yürüyüş Parkuru’nu bir arkadaşıyla beraber yürümeye karar vermesini ve orada yaşadıklarını anlatan kitabından uyarlama. 1998 yılında yayınlanan kitap Robert Redford’un dikkatini çekmiş. 2005 yılında kitabın film haklarını satın alan Redford biraz da filmin yapımcısı olma avantajıyla öyküdeki karakterleri 70 yaş civarına çekmiş. Büyük bir ihtimalle filmi seyrederken beni rahatsız eden herşey de bu yaş kaymasından kaynaklanıyor. Yazarın büyük olasılıkla ortayaş bunalımı sonucu karar verdiği bu zorlu parkur macerası, filmde 70 yaşını geçmiş iki karaktere yüklendiğinde herşey farklılaşıyor.

Robert Redford, Bill Bryson’ı canlandırırken onun arkadaşı Katz karakterini ise Nick Nolte oynuyor. Filmin hikayesini kısaca anlatalım… 70’lerindeki Bill hayatı başarılarla dolu bir gezi yazarıdır. Kitapları çok satmaktadır. Fakat yıllar ilerledikçe insanlara karşı tahammülü azalmıştır. Bu tahammülsüzlük biraz da hayatı birebir yaşamaktan korkan ve onu masa başında deneyimlemeyi bir alışkanlık haline getiren kişiliğinden kaynaklanmaktadır. Özellikle kendi yaşıtlarının cenaze törenleri Billy’nin bir yol ayrımına geldiğini kendisine hissettirmektedir. Sonunda yine bir cenaze dönüşünde evinin arka tarafındaki Apalaş Yürüme Parkuru’nun işaret levhaları dikkatini çeker. İşte o anda bu maceraya atılmaya karar verir. Filmin en önemli noktası aslında bu an. Billy 75 yaşında böyle zor bir tecrübeyi denemeye niye karar verir? Eğer filmin senaryosu iyi olsa biz bu sorunun cevabını rahatça verebilirdik. Ama şimdi sadece el yordamıyla söylemek zorundayız. Bill hayatı bir koruma zırhının arkasından seyreden tecrübe etmek yerine izleyerek, okuyarak anlamaya çalışan bir karakter. Yolun sonuna geldiğinde ise bu insanın ruhunda bir eksiklik yaratıyor tabii. İşte bu bütün yaşanmamışlığın verdiği boşluk bizce Bill’i yola koyulmaya itiyor. Bill’in eşi ise böyle tehlikeli bir yolculuğu hiç kabul etmiyor ve yalnız gitmesini istemiyor. Bill bütün arkadaşlarını arasa da kimseyi razı edemiyor.

Sonunda gençliğini beraber geçirdiği ama daha sonra yok saydığı arkadaşı Katz’dan bir telefon alıyor. İstemeye istemeye ve biraz da yokluktan Katz’ın beraber yola çıkma teklifini kabul ediyor. Katz aslında Bill’in tam zıttı bir karakter. Tam bir Carpe diem insanı. Gününü gün eden, geleceğini düşünmeyen, fazlasıyla zampara bir eski alkolik. Bu iki adamın gözle görülen soğuk ilişkisinin altında aslında tecrübe etmeye korktukları ama içten içe özlemini çektikleri karşıt hayatlarının etkisi büyük. Katz, Bill’in eşinin ve çocuklarının onun etrafında yarattığı o sıcak havanın özleminde. Bill ise hayata dair endişe duymamanın, onu sonuna kadar sınamanın eksikliğini hissediyor. İki eski arkadaş hem bu çekişmelerle hem de parkurun zorluklarıyla başetmeye çalışıyorlar. Kitabın fazlasıyla komik olan dili filmi de etkiliyor. Ama diyoruz ya gerçek karakterlerin yaşıyla Redford ve Nolte’nin yaşının arasındaki fark daha dramatik bir öyküyü ortaya çıkarıyor haliyle. Belki de filmin en sevdiğim tarafı öykü bittiğinde size şunu düşündürüyor: Yolun sonuna gelseniz de ne iseniz osunuzdur. Bütün imkansız çılgınlıklara rağmen değişmiyorsunuz. Yani kendi yaşamanıza geri dönüyorsunuz. Tam da karakterin kaderindir lafını doğrulayan bir mesaj. Kaçırmayın derim.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.