Gazeteci- yazar Meltem Yılmaz’ın ilk romanı Soraya, Berlin Film Festivali’nin “Books at Berlinale” programına seçildi. Kitabın sunumu, festivalin Co-Production Market bölümünde yapıldı ve dünyanın dört bir yanından gelen 150 yapımcı Soraya’ya bir hayli ilgi gösterdi. Önümüzdeki dönemde ise, kitap sinemaya uyarlanacak ve Berlin Film Festivali’nin özel keşfi olarak jüriye girmeden izleyiciyle buluşacak. Books at Berlinale’ye şimdiye dek seçilen ikinci Türk yazar olma özelliği taşıyan Meltem Yılmaz, sorularımızı yanıtladı.

İlk romanınız “Soraya” ile Books at Berlinale’e seçildiniz. Bunun sizin için önemi nedir?

Books at Berlinale, Berlin Film Festivali’nin 2006’dan beri Frankfurt Kitap Fuarı’yla ortak sürdürdüğü bir program. Her yıl, dünyanın dört bir yanından gelen başvurular üzerinden 11 edebi eseri seçip bu eserlerin sinemaya uyarlanmasını sağlıyor, sonra da bu filmlerin Berlin Film Festivali kapsamında jürisiz gösterimini yapıyorlar. İlk romanım “Soraya”nın bu yıl seçilen eserlerden biri olması benim için elbette son derece anlamlı ve heyecan verici. Ama bu yola tek başıma çıkmadım. Nermin Mollaoğlu ve Kalem Ajans ekibiyle birlikte elde ettiğimiz bir başarı bu. Şimdi, Suriyeli mültecilerin dramını, sanatın gücüyle dünyaya duyurmak gibi bir şansımız var. Bunu önemsiyoruz.

”Soraya”da Suriyeli genç bir sığınmacı kadının Türkiye’deki dramını bir aşk hikayesi etrafında anlatıyorsunuz. Nasıl bir etki öngörüyorsunuz?

Bugün bütün dünyayı ilgilendiren Suriyeli mülteciler meselesinin genç bir kadının mağduriyeti üzerinden ve sinema diliyle anlatılmasının, insanların vicdanlarında ciddi bir karşılığı olacağına inanıyorum. Sinemanın da bu anlamda güçlü bir etkisi var.

Biraz romandan söz edersek, “Soraya” savaşın yıkıcılığını hangi açılardan ortaya koyuyor?

Okuyan herkes için farklı bir anlam ifade diyor olabilir. Ama bana göre, her şeyden önce, savaşın kadınlar üzerindeki yıkıcılığı diyebilirim. Zira romanın ana kahramanı Soraya, ülkesindeki iç savaştan kaçmış, 20 yaşında, bekar bir kadın değil de, aynı koşullarda ama erkek olsaydı, roman boyunca başına gelenlerin neredeyse hiçbirini yaşamazdı.

Soraya, Şanlıurfa’da yerleştirildiği kampta görüyor ilk olarak kadın olmanın ciddi bir bedeli olduğunu. Zira kampta, sığınmacı kadınlar, hatta kız çocukları bile, birtakım aracılar aracılığıyla geceleri dışarı çıkarılmakta, fuhuş için pazarlanmaktadır. Şahit olduğu bu dehşet verici olayların ardından en mantıklı seçeneğin kamp dışından biriyle evlenmek olduğuna ikna olduğundaysa, bu defa bir başka dehşetle karşı karşıya kalıyor…

Bu açılardan bakıldığında, okuyucu bu romanda, Soraya’nın yalnızca kadın olduğu için dahi, birbirinden tamamen bağımsız yönlerden gelen saldırıların açık hedefi olduğunu da görüyor; bir kadının koşulsuz sevgisinin onu ne tür çıkmazlara sokabileceğini de…

Soraya nasıl bir karakter?

 

Soraya aslında güçlü bir karakter. Savaşta felç olan babasına bakan da o, akıl sağlığını kaybetmeye meyleden annesiyle ilgilenen, aynı anda kendisini bilmediği bir ülkeye adapte etmeye gayret eden de. Savaşa rağmen, göçe rağmen, kamp koşullarına rağmen karşısına çıkan olumsuzluklarla cesurca başa çıkıyor. Ne zaman ki aşık oluyor, işte o zaman tüm savunması çöküyor. O güne kadar hissetmediği; arzu, çaresizlik, kimsesizlik, coşku, pişmanlık, kıskançlık, öfke, kendine acıma, nefret, şehvet, kaygı, hayal kırıklığı, yalnızlık, utanç, umutsuzluk, özlem gibi pek çok duyguyu ayrı ayrı ve kimi zaman iç içe yaşıyor. Zaten bu sürecin sonunda da Soraya artık, kendisinin bile kim olduğundan emin olmadığı bir Soraya haline geliyor.

Gazeteciliğinizin yazarlığınıza nasıl bir etkisi oldu?

Suriye’deki iç savaş başladıktan sonra, Türkiye’ye sığınan Suriyelileri gerek kamplarda gerek büyükşehirler ve sınır illerde elimden geldiğince takip ettim. Çok yönlü dramlara şahit oldum. Ve gördüğüm gerçekleri, “Soraya” her ne kadar bir aşk romanı da olsa, elimden geldiğince okuyucuya doğru bir açıdan taşımaya çalıştım. Yanı sıra, okuru mümkün olduğunca olayların içinde tutmak gibi bir gayretim vardı. Yalnızca kişilerin değil, olayların, durumların, mekanların, olguların ve hatta duyguların dahi çok boyutlu aktarıldığı sürece anlam ifade ettiğini görmemde de gazeteciliğin çok ciddi etkisi var.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.