American Horror Story ile aynı temelde hareket eden yapım her sezon Amerikan halkının zaten ezbere bildiği gerçek suçlu karakterlerin hikayesini dizi formatında işleyecek. İlk sezonun ünlü suçlusu O. J. Simpson ve yapımcılar aslında en büyük ve yaratıcı öykülerin yaşamın ta kendisi olduğunun gayet farkında olarak hikayeyi dizi mecrasında sunmanın sorumluluğunun altından başarıyla kalkıyorlar. Kahramanın dünyasına karakterin gözünden çok hayran kitlesinin kör gözlerinden de bakarak ve diğer karakterlerin perspektifiyle çoklu açılar sunarak bilinene farkındalık kazandıran bir yapı oluşturuyorlar. Dolayısıyla seyirciye bildiğini zannettiği yakın tarih vakası üzerinden değerlendirme sistemlerini tekrar gözden geçirme ve üzerinde bir daha düşünme şansı ve davetiyesi sunan izlemesi çok keyifli bir iş çıkıyor.
Hikayenin başını ve sonunu zaten bilen seyirciye diziyi izlettirmenin ve yine de heyecan ve merak duymasının yolunu yapımcılar toplumun genel yapısına ayna tutarak sağlıyorlar. Anlatı, siyahın insan olarak değil iyi ya da kötü ama illa ki siyah olarak yargılanmasındaki çıkışsız ve iyileşmesi imkansız kısır döngüye işaret ediyor ve dizi bu çıkışsızlığı nefis bir gerçeklikle anlatıyor. Metnin işleyişi bir çeşit toplumsal analiz ve yüzleşmeye iten sorular soruyor. Karakterlerin nasıl göründüğünü, görünen üzerinden oluşan algıyı ve algıyı yönetme ve kullanmanın tekniklerini ama en çokta Amerikan halkının homi k. Bhabha’nın terminolojisiyle değerlendirilecek olursa ‘melez’leşen bir kahramanını yakından inceleme şansı ve zevki sunuyor. Siyah olduğu için ülkedeki tüm siyahilerin ve siyah gibi davranmayıp hatta beyaz gibi yaşadığı için beyazların da hayranlığını kazanan bir karakterin yükseliş ve düşüşü özneye çok boyutlu bakışı mümkün kılıyor.
Aslında homi k. Bhabha modern toplumların genel olarak ‘melez’ olduğu fikrini ortaya attarken özellikle ‘öteki’ olanın ‘arada’ ve ‘geçit’ oluşturanın, taklit öznelere dönüşmesini sorgular. Ve O. J. Simpson dizideki söylemiyle tam olarak katı Amerikan ırkçılığını ve saplantılı statükocuları yumuşatan melez bir karakter olarak değerlendirilebilir. Çünkü şöhretle beraber gelen gücünü hiçbir zaman siyahlara yapılan haksızlıklar için kullanmıyor hatta ilk işi beyazların yaşadığı lüks ve konfor dolu bir semte taşınmak oluyor. Yani beyazları taklit eden ve siyahlığını unutan ancak bu iki çelişkili duruşu üzerinde taşıdığı için daha da güç kazanan bir figür. O. J. Simpson bunu elbette bilerek değil içgüdüsel olarak yapıyor ve kendisinin çıktığı ‘öteki’ler topluluğu için bu haliyle ümit dolu bir rüyaya dönüşüyor. Meşhur ve çoktan kabus olduğu ispatlanan Amerikan rüyasına inanmak isteyenlere nefes kesen pembe bir dünya sunuluyor. Bir yanıyla ‘Eğer istersen, dürüst ve çok çalışkan olursan siyah olman sorun olmaz ancak yanlışa saparsan adalet yerini bulur ve bitersin…’ diyen fırsatlar ülkesi, ve diğer yanıyla siyah nüfusu sadece siyah olduğu için aklayarak ve/ya karalayarak statükodan taviz veriyor gibi görünerek sağlamlaştırılan sert ve monolitik ırk saplantısı…
Özellikle O. J. Simpson’un dizide kendisini başta siyah olarak tanımlamadığı ve savunmasını ırkı üzerinden yapmayı reddettiği ancak bunu ırkçı ideolojiye karşı olduğu için değil kendini inkar ettiği için yaptığı göz önüne alınırsa öznedeki ‘ötekiliği’ karakterin kendi içinde büyüten çok tuhaf ve katmanlı bir psikolojik ve sosyolojik çalışma yapmayı gerekiyor. Artık yaptığı taklide dönüşen ve kendi benine dönmesi imkansızlaşan ekonomik, politik ve sosyolojik bir vaka! Bir özne olmayıp vakaya dönüşen karakterin her alanda gösterdiği değişkenlik ise tekinsiz zeminde inşa ettiği kimliksizliğinden kaynaklanıyor elbette.
Öteki olmayı kırdığını zannederken zirvede O. J. Simpson olarak muğlaklık inşa etmediği sürece daha da öteki olacağını anlaması, üstelik siyahlığa geri dönmezse tamamen belirsizliğe ve yani suça gömüleceğiyle yüzleşmesi sistemin ağır, acımasız ve iki yüzlü yapısını da açığa çıkarıyor. Otoritenin bir parçası olmak için otoriteyi taklit eden O. J. Simpson’un siyah derisi hem başının belası hem de içine sığınabileceği tek emniyetli kılıftır. Ne var ki uzunca inkardan sonra kendiyle ve geldiği köklerle yaşadığı yabancılaşma sonrası tamamen kendi postu, derisi de değildir artık!
Kısacası 2016’nın en hakikatli ve seyir zevki sunan işlerinden biri!
ŞENAY TANRIVERMİŞ