15 Ağustos 1963 doğumlu yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu, kuşkusuz Alfonso Cuaron ve Guillermo Del Toro ile birlikte “Meksikalı yönetmen” denildiğinde akla gelen en popüler üç isimden biri. Inarritu, 2000 yılında Amores Perros ile sinema dünyasına büyük yankı uyandırarak girmişti, zira anlatı ve kurgu tekniği olarak sinemada dönüm yaratacak olan “kesişen hayatlar” hikayesi formülünün en üst düzey temsiliyle karşımıza çıkmıştı. 2000 sonrasında adeta bir furyaya dönüşen “kesişen hayatlar” hikayeleri genel olarak hep Inarritu’nun anlatı ve kurgu stilini taklit etmeye çalışan, buna rağmen Amores Perros kalıcılığında bir filme dönüşemeyen örneklerle doldu.

Inarritu’nun sinemasal dönüşümü açısından filmografisini 2000-2010 ve 2010 sonrası olarak ele almak gerekiyor. Amores Perros ile kariyerine adeta zirvede başlayan Inarritu, 2000-2010 arası dönemde 4 film çekti. Her 3 yılda bir farklı “kesişen hayatlar” temalı filmlerle karşımıza çıktı fakat her çektiği film bir öncekinden bir kademe daha aşağıda olmaya başlayınca filmografisi zirveden düşüşe doğru ilerliyordu. Inarritu’yu kendini tekrar etme konusunda suçlayanlar çok oldu, zira filmleri hep 3 karakterin yaşam öykülerinin kesişmesinden oluşuyordu. Inarritu, 2003’te 21 Grams’ı, 2006’da Babel’i çektikten sonra esasında bu “tekrar” konusunda düşünmeye başlamış olacak ki, 2010’da Biutiful ile aynı temayı bu sefer Javier Bardem’in ağırlıklı olarak başrol konumunda olduğu bir şekilde işledi. Buna rağmen genel olarak Inarritu’nun o ana kadarki en zayıf filmi olarak akıllarda yer edince, sinemasal bir dönüşümün zamanı gelmişti.

Biutiful’dan tam 4 yıl sonra Inarritu’nun ne yapacağını merakla beklerken radikal kararlar geldi. Inarritu, “kesişen hayatlar” formülünü tamamen bıraktı ve 10 yıllık bir süre içerisinde dört filminde de beraber çalıştığı Meksikalı görüntü yönetmeni Rodrigo Prieto ile yollarını ayırdı. Prieto’nun yerine günümüzün en iyi görüntü sihirbazı olarak çoğu kişinin kabul edeceği üzere yine Meksikalı olan Emmanuel Lubezki ile çalışmaya karar verdi. 120 dakika boyunca uzun plan sekansların birbirine profesyonelce bağlanarak baştan sona tek planda oluşan bir filmmiş izlenimi veren Birdman, senaryosuyla, oyunculuklarıyla, yönetmenliğiyle, sinematografisiyle Inarritu’nun eski dünyasına ait olmayan bambaşka bir sinemasal büyüydü. Inarritu, hak ettiği üzere Birdman’la film, yönetmen ve senaryo Oscar’larını götürdü, Lubezki de hak ettiği üzere görüntü yönetmenliği Oscar’ını. Bunun üzerine bir sonraki Inarritu filmi 3 ya da 4 yılda bir olduğu gibi 2017 ya da 2018’de gelir derken Inarritu yine şaşırttı! Birdman’ın hemen ardından The Revenant gibi başka bir sinemasal zirveye imza atarak artık “kesişen hayatlar”ı tarihe gömdüğünü ve hikayeciliğinin yanında biçime de aşırı önem vererek sinemasal hazzı doruk noktasına çıkaran filmler yapmak istediğini belli etti.

En iyi film ve yönetmen ödülü dahil 4 dalda Altın Küre kazanan, 12 dalda Oscar’a aday olarak da şimdilik yarışın favorisi gözüken The Revenant, 22 Ocak 2016’da ülkemizde vizyona girdi. 28 Şubat gecesi The Revenant’ın Oscar ödüllerinde ne yapacağını hep beraber bekleyip göreceğiz. Oscar’ı bekleyene kadar Alejandro Gonzalez Inarritu’nun tüm filmografisini baştan sona bir hatırlamakta fayda var.

Amores Perros (2000)

Alejandro Gonzalez Inarritu’nun başyapıtı olan Paramparça Aşklar Köpekler, özellikle 2000 sonrasında sayısı epey artan “kesişen hayatlar” filmlerine yön veren, anlatı ve kurgu teknikleri açısından devrimci niteliğe sahip bir ilk film. Temelde birbirlerini tanımayan üç farklı insanın hayatlarının birbirine nasıl etki ettiğini son derece güçlü dramatik hikayelerle işleyen Inarritu, “ilk film” demeye bin şahit isteyecek kadar sinemasal yönü kuvvetli ve sarsıcı bir başyapıta imza attı. Özellikle köpek dövüşü sahneleriyle zamanında tartışma yaratan ve ilerleyen zamanlarda birçok sahnesi ve kurgu stiliyle nice filmlere ilham veren film, toplamda 54 ödüle layık görüldü.

21 Grams (2003)

Amores Perros’un müthiş başarısının ardından gelen 21 Grams’ta ilk filmin Meksikalı oyuncularının yerini Sean Penn, Naomi Watts ve Benicio Del Toro gibi ünlü oyuncular aldı. Amores Perros’ta farklı hikayelerin birbirine bağlandığı kurgu stili, 21 Grams’da yerini aynı hikayenin içinde farklı yaşamların anlatıldığı bir kurguya bıraktı. 21 Grams, özellikle oyunculukları ve yap-boz misali kurgusuyla öne çıkıyor, dramatik çatısını kusursuzca oluşturarak izleyiciyi ve karakterlerini adeta bir Asghar Farhadi filmi çaresizliğinde bırakıyordu. Watts ve Del Toro, filmdeki performanslarıyla Oscar adaylığı kazanırken, film toplamda 26 ödüle layık görüldü.

Babel (2006)

Inarritu’nun farklı karakterlerin yaşamlarını kesiştirdiği serisinin üçüncü filmi olan Babel, Oscar ve Altın Küre’de aldığı adaylık ve ödüllere göre üçü içerisinde en çok öne çıkan olmasına rağmen, izleyici ve eleştirmenler nezdinde bu kesinlikle geriye doğru bir adımdı. Babel’i Amores Perros ve 21 Grams ile kıyasladığımızda hem hikaye hem kurgu nezdinde ufak bir geriye gidiş, kendini tekrarlama hissi ve Inarritu artık farklı filmler yapsın düşüncesi söz konusuydu. Brad Pitt, Cate Blanchett, Gael Garcia Bernal ve Rinko Kikuchi’nin oynadığı filmin diğerlerinden temel farkı, birçok ülkede çekilmesi, farklı lisandan oyuncuları buluşturması ve film içinde sekiz farklı dil barındırmasıydı. Babel, Altın Küre’de “En İyi Film” ödülü de dahil olmak üzere toplamda 41 ödüle layık görüldü.

Biutiful (2010)

Babel’den 4 yıl sonra yeni filmi Biutiful’u çeken Inarritu, bu filmde daha önceki üç filmde beraber çalıştığı senaristi Guillermo Arriaga ile yollarını ayırdı. Yanına başka senaristler alarak kendisinin de dahil olduğu bir senaryo yazan Inarritu, bu sefer bir kazanın meydana getirdiği kesişen hayatlar öyküsünden ziyade ana karakteri Uxbal eşliğinde yoksulluğa, mülteci yaşamına, kaçak işçilere, hastalığa yoğun bir kapitalizm eleştirisi ekseninde bakmayı tercih ediyordu. Inarritu’nun depresif hikayeleri yine üzerimizi karamsarlıkla dolduruyordu doldurmasına ama hem senarist Arriaga’nın ayrılığı hissediliyor hem de Inarritu’nun sinemasında artık köklü bir değişime gitmesi gerektiğini belirten alarm zili çalmaya devam ediyordu. Javier Bardem’e Oscar adaylığı getiren film toplamda 17 ödüle layık görüldü.

Birdman (2014)

Inarritu sinemasından beklediğimiz değişiklik Biutiful’dan tam dört yıl sonra şok edici bir şekilde geldi. Inarritu, dört filminde de beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Rodrigo Prieto yerine bu sefer Children of Men, The Tree of Life ve Gravity filmlerinde harikalar yaratan Emmanuel Lubezki’yle yoluna devam etti. Michael Keaton, Edward Norton, Emma Stone, Naomi Watts, Zach Galifianakis gibi oyuncuları bünyesinde barındıran Birdman, “tek planda çekilen ya da çekilmiş gibi tasarlanan filmler” içerisindeki en yüksek bütçeli, profesyonel ve popüler film olarak hafızalara kazandı. Inarritu sinemasının daha önce pek barındırmadığı fantastik ve komedi türleri de bu sektör taşlamasına ve aktörün içsel hesaplaşmasına dahil oluyor, her açıdan tıkır tıkır işleyen ve göz kamaştıran film “En İyi Film” dahil olmak üzere Oscar’dan 4 ödülle, toplamda ise 173 ödülle ayrılarak sinema tarihine adını yazdırıyordu.

The Revenant (2015)

Birdman’ın muazzam başarısının ardından adeta nefes bile almadan The Revenant’ı çekmeye başlayan Inarritu, yeni iş ortağı Emmanuel Lubezki ile birlikte sinemasal sarhoşluk yaratmaya devam etti. Sinemanın görsel bir sanat olduğunun en üst düzey temsillerinden biri olan The Revenant, Inarritu’nun yönetmenlik, Lubezki’nin görüntü virtüözü olarak kariyerlerinin doruk noktasına çıktıkları, Leonardo DiCaprio ve Tom Hardy ikilisinin oyunculuk olarak döktürdükleri, ayı sahnesi başta olmak üzere, plan sekans savaş sahneleri, at üstünden uçuruma yuvarlanma gibi şok edici sahneleriyle sinema tarihine kazınacak bir hayatta kalma / intikam filmine dönüştü. Leonardo Di Caprio’ya yıllardır kazanamadığı Oscar ödülünü kazandırması muhtemel gözüken film, “En İyi Film” dahil 4 dalda Altın Küre kazandı, 12 dalda Oscar’a aday oldu.

Halil İbrahim Sağlam

 

 

Halil İbrahim Sağlam
20 Temmuz 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Sinemayla 16 yaşında ilgilenmeye başladı ve usta Yeşilçam yönetmenlerinden ders alarak kendini geliştirdi. Kısa metraj filmler yönetti ve senaryolarını yazdı. İstanbul Arel Üniversitesi’nin ve Erciyes Üniversitesi’nin “Sinema ve Televizyon” bölümlerinden mezun oldu. 2011’den bu yana sinema yazarlığı yapıyor. Güney Kore sinemasına ve polisiye romanlara özel bir ilgisi var. İlk uzun metrajlı filmini çekebilmek ve polisiye türündeki ilk romanını yayımlatabilmek için çalışmalarını sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.