Yazıma nerden başlasam, nasıl anlatsam şeklinde yol almak daha doğru görünüyor. Bir de tabii şu durum var karşımızda bir festival var sille tokat girişeceğiz diye bir durum da yok, ama eleştirmek de boynumuzun borcu…
Altın Portakal öncesinde yazdığım yazılarda zaten sektörel olarak kimsenin sansürü ve sonrasında oluşmayan algıyı takmadığını yazmıştım. Fil(m)lerden şikayet eden halkın Timur’un karşısına Nasreddin Hoca’yı göndermesi gibi azıcık bir güruh ses çıkarmaya çalıştık ama sektördeki heyecanlı yönetmen, yapımcı topluluğu sesimizi kısıp filmleriyle beraber festivale koştu! Zaten bundan sonrasında da bende ‘film koptu’… Artık biz sesi çıktıkça kısılan, katledilen, hapse atılan, sosyal medyada ağzımıza her geleni yazabildiğimiz için özgür olduğumuzu sanan ülkenin bireyleriydik, bizden beklenen de azıcık aşım kaygısız başımdı. O yüzden festival boyunca bir yerlere gizlenmiş olan sansür ya da artık adı neyse, kapanış gecesine kadar bekledi ve son fiskeyi vurdu. Sosyal medyayı patlattık tepkilerden, (ben de tepki koydum, koymadım değil, kamera öyle bir havalandı ki sanırım böyle flycam hareketi bir daha olmaz dünyada) olmaz olsun, lanet olsun, son olsun vs…gibi tepkiler. Zaten adamların şartlarını birebir kabul ettiğin bir festivaldesin ey kardeş! Kısa filmlerden bahsedersek; festival eser işletme belgesi istedi ve belgenin parasını bile festival ödedi ve sen gözünü kırpmadan katıldın ve izleyici ödülüne razı oldun! Sonra Antalyalı biri kazanınca da mırım kırın ediyorsun. İzleyici ödülünü Antalyalı birinin kazanmasından daha doğal ne var ki? Üstelik Antalya muhalefet çizgisini CHP’yle üst sınırda tutmuş bir şehirken!
Bu arada ben festivale son günlerinde katıldım ve bir sinema yazarı olarak değil, yarışmacı bir filmin ekibine dahil olarak. Festivalin sayfasındaki akredite saçmalığına hiç bulaşmadım, çağırırlarsa ne ala, çağırmazlarsa amenna tarzı bir durumda bekledim ki ben festivale her sene katılan, akrediteye gerek duyulmadan çağırılan bir sinema yazarıyım. İki senedir çağrılmıyorum, çok da umurumda değil açıkçası. O yüzden festivale çağrılmayan basın mensubu arkadaşlarımın, daha çok da bloggerlerin tavırlarını kısa filmcilere benzetiyorum. Çağırınca iyi, çağrılmayınca kötü ilan eden kafalar zaten bize zarar veren! Yani sadece kendileriyle ilgili durumlarda tavır koyan, gerisine karışmayan arkadaşların sektörün tümünden ilgi dilenmesini de büyük talihsizlik olarak niteliyorum. Bu yazıyı Altın Portakal’ı düzenleyenler illa okuyacaklardır ve seneye gider miyim gitmez miyim diye bir kaygım da yok, sizin de olmasın!
Tabii sinema yazarı olarak çağrılmadığım festivalde basın toplantılarına kalabalık yaratmam için çağrıldığım ve toplu fotoğrafta yer alıp poz verdiğim doğrudur. Vanessa Redgrave ‘sanat insana umut’ verir dedi basın toplantısında. Ben de bir an umutlanmış olmalıyım o fotoğrafa sızarken!
Şimdi biz burada nalına mıhına yazıyoruz ve kötü ilan ediliyoruz ya, servislerde, servis beklerken yapılan kötülemeleri duysanız (yarışmaya evet diyen film ekiplerince) feleğiniz şaşar. Yok kartı yamuk basılmış, ismi yanlış yazılmış vs. evet bunlar olmaması gereken hatalar ama oluyor! Hatta festivalde çalışan üst düzey birinin de servisin gelmesi gecikince ağız dolusu bağırmasını unutmak mümkün değil! Ama bunlar yazılıp çizilmediği için festivali eleştirenler sadece bizler oluyoruz! Ben güzelim festival çantalarından alamadım ve Alican Sekmeç’in hazırladığı Türk Sinemasında Kadın Yönetmenler kitabı sanırım hiçbir gazeteciye, basın mensubuna verilmedi. Son gün Alican Sekmeç kendisi hediye etti bana. Ama bunlar bana göre sorun değil, bunlara gelene kadar içerik sorunu var!
Haa unutmadan bütün festivallerin yaptığı hatayı da bu sayede duyurmuş olayım. Basın mensuplarını ve film ekiplerini neden ayrı otellerde tutarlar anlamıyorum. Madem basında haber çıksın diye çağırıyorsunuz, etkileşim yaratın. İnsanların birbirine ulaşmasını kolaylaştırın derim ben. Burada da olan buydu, basını uzak hatta diğerlerine göre daha kötü olan bir otele koymanın mantığı nedir? İntikam almak mı? Sanırım öyle çünkü kimse memnun değildi otelde, bu da yazılmamıştır belki. Ben yazmış olayım!
Gelelim ortama. Ortam geçen yıl yaşananların üzerine sünger çekilmiş gibiydi, gerçi geçen yıl da bir şey olmamış. Biz kendi kendimize sansürü protesto ettiğimizi sanmışız. Hele kapanış gecesinde Nadir Sarıbacak’ın konuşmasına yapılanlar çok şükür bunu da ucuz atlattık durumu yaratmadıysa sektörde ben ne diyeyim! Zaten ödül töreninin ikiye bölünmesini de ben öyle yorumladım. Önemsizleri ve muhalefet etmesi muhtemel olanları canlı yayınsız yani kazasız belasız önden postalayalım, sona takım elbiseli, gıcır gıcır ve muhtemelen muhalefet etmeyecekler kalsın dendi. Sarmaşık gibi içine dönük bir muhalefet yapan bir filmin oyuncusunun (Nadir Sarıbacak) çıkıp da rakıdan, çaydan, muhabbetten bahsedeceği kimsenin aklına gelmedi. Konuşma heyecanlı ve akıcı bir şekilde uzadıkça kamera isyanı başladı, ses kesildi vs. O zaman herhalde kendimize geldik, geçen sene sansür uygulanan bu sene kısa ve belgesel film yarışması yapılan festivaldeyiz diye! Bingo! Hoşgeldik!
Ben forum kısmına katılamadım ama katılanların memnun kaldığını ve güzel bir etkileşim yakaladığını duydum, bunu da buradan size iletmiş olayım. Zaten bir önceki yazımda da belirttiğim gibi forum kendi filmlerini yaratacak. Önce fonlayacak, destekleyecek sonra da onları yarıştıracak. Bunu politik bir hamle olarak algılamaktan uzağım ama öyle de algılanabilir. Yani kendi bakış açındaki sinemaya destek vermek, sonraki yıllarda oluşacak muhalefet kanallarını kesmek! Ama bunun için film çeken kesimin tamamen değişmesi gerek. Sanırım şu an sanatı üretenler henüz ele geçirilemedi, ama böyle koşa koşa gidilirse o da muhtemel gibi!
Onun dışında ulusal yarışmadaki filmleri izlemeye çalıştım, Sarmaşık’ın en iyi film alması hepimizi çok mutlu etti, hak etmişti çünkü! Ben kendime Kandahar Soğuğu’nu da pek beğendim. Güzel ve etkili bir öykü, güzel görüntüler. Yoksulluk ve umutsuzluk ya da umut etmek son yıllarda bu kadar güzel anlatılmamıştı bence. Yılmaz Güney filmlerinin tadı vardı ve o da iyi ödüller kazandı!
Anladığım kadarıyla festival özellikle sinema yazarlarıyla aralarında esen soğuk rüzgardan rahatsız görünüyor. Festivali toparlamak, kısa film ve belgesel bölümüne adamakıllı el atıp, filmleri rahat bırakıp sorunsuz bir festival ortamı yaratabilirler. Ama dediğim gibi yarışacak film bulduğu sürece elindekilerle yetinecekler. Forumlara ve yabancı filmlere kasacak ama unutulmasın ki Portakal yerli filmlerin arenasıdır. Yeşilçam oyuncularının da önü kesilmişti festivalde. Fuayede oturup anılarını anlatmaları fena değildi yahu. Yaşını başını almış insanlardan ne istediniz! Hem onların festivale bir tepkileri de yok, aksine hala seviyorlar festivali.
Neyse yazının sonuna gelirsek festivalden kendi adıma değil ama sinema adına bir özgürlük alanı yaratmasını bekliyorum. Muhtemelen bu yazıdan sonra bana yine bay bay!