‘Eski bölümleri dizildiğinde ‘’eşit olarak dağıtılan kesintili tabiat hizmetiyle her kısmına ayrı karışan başarı enzimi’’ müsrif bir tarif mi olur, çok mu siyah-beyaz? Aynı ikilinin kendiğilinden doğan davetsiz grisi de sığışırsa içine… Kalabalık olurlarsa tam tamına üç renk… iki ülke oluştururlar mı voltran gücünde ? Daha da grisi, veda ve karşılama komitesinin tek ihtiyacı olan bitiş çizgisi, ‘’taşınma’’ eylemi ile karşılık bulur mu bu külliyatta…bulur. Ne de olsa “taşınıyor olduğumuz’’ geçmişimizin kulağına da fısıldanır, daha fazla bekletilmeyeceği müjdelenir, ağzı doluyken konuşamayacağının ulu tecrübesiyle bir nakillik işi kaldığını bilir.. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü’ndeki eğitime iç hacmi kadar eklenen festival biletleri 1999 yılı mezuniyetinin örtülü lideridir. Bağımsız sinemacıların ısmarladığı ufuksuz ama yapıştırıcı- asitsiz ama uçucu atıştırmalıklar, sınıfiçi artçı kuramlara olan iştahı sade bir törenle yenecek, misal Beyoğlu Fitaş Sineması’nda, yirmi yaşın izlediği bir Derek Jarman filminin (79 dakika boyunca verdiği mavi bir perdeyle) seyri nasıl dümdüz ettiği arta kalanlarca izah edilecektir. 14. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterime giren Blue(1993), cesaretlendirdiği sinema dili ve bıraktıkları ile Özge’de kalmayacak, onu uzunca bir çalıştıracaktır. Zamana Dair Parçalar, Quirck, 3 ETC ve Aslında olmak üzere öğrencilik yıllarında çektiği dört kısa filmin, 2000 yılında birincisi düzenlenen İzmir Kısa Film Günleri Aslı Özge Özel Bölümü’ndeki gösterimiyle söz uçar, kayıt kalır dönemini başlatır.
Üretken bu yılın devamında son kısa filmi Capital C, 22. İFSAK Ulusal Kısa Film ve Belgesel Yarışması’ndan En İyi Film Ödülü’yle çıkar. Bu sistemli basıncın, aynı daire içinde kalmayacak ölçüdeki öğrenme isteği Berlin’e felsefe eğitimi için hızla uzaklaşır. Dahili ve daimi bir çizgi içinde kucaklayacağına söz vermeyen düzenek, bir yolcusunu daha esen bırakacak, ona ikinci bir ev daha bulacaktır. Dünyanın en büyük sivil toplum örgütlerinden biri olan JCI- Junior Chamber International- Türkiye Şubesi tarafından 2002 yılında 8.’si düzenlenen Ten Outstanding Young Persons Of the World (TOYP) yarışmasında kültürel başarı kategorisinde gelen birincilik de, aldığı teşvik de kendindendir. 2003’de görüntü yönetmeni Emre Erkmen’le aynı yöne-aynı dilde verdikleri suflenin ilk ürünü Biraz Nisan (Ein Bisschen April)’ı çeker. Alman televizyonu ZDF/3sat ortaklığı da, Alman Sinema-TV Akademisi’nin desteği de bu ilk uzun metrajında yanındadır yönetmenin. 2005 yılında çektiği, 42. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışan Hesperos’un Çömezleri belgeselinde görüntü yönetimiyle sınırlı bir çalışmanın dışına çıkarak, senaryoyu da birlikte yazarlar Emre Erkmen’le. Yaşlanmak, evlilik, alışkanlıklar, yalnızlık, sıkışmışlık ve tıkanmışlık hissi, bekleme-arada kalma hali, her şeyin bir saniye içinde yerle bir olabileceği gibi konularla meşguldür sineması. Yeni bir başlangıç ile bir dönemin sonu arasında geçirilen süre ve o noktadaki duygusal değişime en çok ‘taşınma’ eylemini yakıştırır. Taşınırken yanımıza almadığımız eşyaları gözümüzün önüne dizer ki yedek klubesinde iyice hazırlanalım. Bizi hazırlamadan önce kendisini de bu zahmetli aşamadan esirgemez. Sineması için, çektiği filmin türü, konusu, kaç plandan oluştuğu, hangi ülkeyi fonuna aldığı, amatör/ profesyonel nasıl oyuncularla çalıştığı gibi unsurlar için mevcut bir stilizasyon çizilemezken ağırlık merkezinde sabitlediği tek bir unsurdan rahatlıkla söz edilebilir…hazırlık süreci. İki yıl üzerinde çalıştığı senaryoyu herhangi bir engel veya gereklilik karşısında ani değişikliklerden sakınmayan yönetmene, her film öncesi uzun bir yol görülür. En ince detayların kurgulandığı masabaşı sürecinden, oyuncularla yapılan workshoplara/ provalara ve karakterlerin sosyal statülerinin gerektirdiği yaşam formuna değin, filmin detayları ne gerektiriyorsa oraya doğru eğilirler, tüm ekip, hep birden. Bu hesaplanan gerçekleşen aralığında kaskatı kesilmeyen senaryoyu profesyonel oyuncu ağına teslim etmek birden fazla açıdan tercih sebebi olup bu sonuç, gözetleme hissini uzun plan çekimlere ağırlık vererek sağlarken amatör oyuncunun sıkıntı yaşayabileceği, profesyonel oyuncularla kendini daha serbest bırakabileceği realitesinden doğar. Mekan seçimi, Özge’nin filmlerinde kritik bir faktör, belgesel ve kurmaca sinema arasında hiç taviz vermeden beslediği mühim bir unsurdur. 2009 yılında ilk gösterimi Emek Sineması’nda yapılan Köprüdekiler, işyeri platosu Boğaziçi Köprüsü olan üç erkeğin, gerçek mekanlarında, gerçek isimleriyle ve hayatlarına özdeş yazılmış diyalog ağında çekilmiş tıkanık hikayesidir. Köprüde çiçek satan Fikret, Taksim-Bostancı hattında dolmuş şoförlüğü yapan Umut ve Kayseri’den atanan trafik polisi Murat gündüzleyip gecelerken börtü böcek dışında pek kimseyi inandıramazlar yaşadıklarına; tek onlar gelir, birkaç ısırık, tamamdır. Fikret, Eminönü’nde kendine yeni bir iş, Murat akşamları internet platformunda tanışacağı müstakbel bir eş ve Umut hayat arkadaşı Cemile’yi taşıyacağı güzel bir ev arayışındayken senaryoya herkes kendi aksanı kadar sadık kalır. En başta belgesel yapmak üzere projeyi tasarlamış ancak salt akışına bırakacağı, kontrolünden feragat edeceği bir yönetimi kendisine yakın bulmadığından omuz kamerasıyla çalışarak filmi, doküdrama türüne yaklaştırmıştır. Köprüdekiler, 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali‘ nde En İyi Film ,21. Ankara Uluslararası Film Festivali En İyi Film, En İyi Kurgu Ödülü (Aylin Zoi Tonel, Vessela Martschewski ve Christof Schertenleib), tüm oyuncularına Seçiciler Kurulu Oyunculuk Özel Ödülü getirirken16. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü paylaşan iki yapımdan biri olur. Sonraki uzun metraj filmi Hayatboyu( 2013)’nda köprüden başarıyla geçmiş evli bir çiftle birlikte tematik sadakatinden taviz vermeksizin ayrı bir uzayın tıkanıklığını hizalar, dürbünü başka bir çatıya çevirir. Orta yaşlarında mimarlık yapan Can (Hakan Çimenser), sanatçı eşi Ela (Defne Halman) ve Ankara’da, ebeveynlerinin buyurduğu bölümde eğitim gören kızları Nil( Gizem Akman) olmak üzere orta-üst sınıf fanusundaki çekirdek aile camdan bir seyirdedir. Ela için evliliğin ağırlığı, yaptığı sanat işleriyle; yerinden oynatılması güç taş görselinden, sis entalasyonuna değin ölçülebilir metaforlarla verilirken Can’ın nefes çalışmaları doğal afetlere bağlıdır. Ölene dek verilen bir sözü, ölene dek yerine getirirlerken sosyal konumları gereği az diyaloglu, az sevişmeli, gürültüsüz bir sondur izlediğimiz. Karamsar yapıdaki yönetmenin varlıklı ruhu, üzerinden likörlü çikolata akan bir evi de anlatsa yoksunluk bakiidir. Özge’nin Türk Sineması’ nda fazla örneği olmayan alana kurduğu bu oyun, gerçeklik olgusundan saniyeliğine ayrılmayan atmosferi ve oyuncuların filme bağlılığı için sıkı bir ön hazırlıktan geçmiştir. Defne Halman’ın, sekiz aydan uzun süreli bir çalışmayı kapsayan sergi ve galeri ziyaretlerinden, kapalı mekan çekimlerin büyük kısmının geçtiği fütüristik evin baştan sona tasarım ürünlerle dekore edilmesine, filmin içine yerleştirmek adına iki farklı sergi oluşturulması ve hatta Can’ın kartvizitlerine varana değin incelikle yaratılmış bir atmosfer hazırlar Özge. Perspektifi geniş plan çekimleri kadar açık tutar. Yalnız ve aksak bırakan yemini şöyle değiştirircesine kuvvetli kalır…Tanrı hepimizi bağımlı kişiliğimizden korusun(!) İtalyan Sinema Yazarları Derneği (SNGCI) tarafından En İyi Oyuncu ödülü verilen Defne Halman performansının ulusal festivallerde dikkatlerden kaçmış olması akılda kalıcıyken film Berlin Film Festivali(2013), 57. Londra Film Festivali gibi uluslararası gösterimlerde seyircilerle buluşan film 15. Lecce Avrupa Filmleri Festivali’nde Jüri Özel Ödülü, 32.İstanbul Film Festivali En İyi Yönetmen, En İyi Görüntü Yönetmeni( Emre Erkmen) ödülleriyle seyircisini teskin eder. Biz de, 46. Uluslararası Selanik Film Festivali’nde Balkan Fonu Senaryo Geliştirme Ödülü alarak Almanya-Fransa ve Türkiye ortaklığında vizyona girmesi beklenen son projesi Soluksuz’da devam süsü olacak mı merakla bekler, tüm sıkışmışlık ve tıkanmışlıkları bağırtmadan anlattığı için bir kez daha severiz o vakit.
Didem PEKER BAŞARAN