Venedik Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Per Amor Vostro / Anna filminin yönetmeni Giuseppe M. Gaudino İtalyan Sinemasıyla Buluşma etkinliğinde Türkiye’ye geldi, biz de teybimizi ona uzattık.

27 Kasım’da başlayan ve 3 Aralık’a kadar devam eden 6. İtalyan Sinemasıyla Buluşma İstanbul etkinliği Beyoğlu Sineması’nda sinemaseverlere kapılarını açtı. Açılış filmi olarak bu yıl Venedik Film Festivali’nin ana yarışmasında yer alan ve festivalde “En İyi Kadın Oyuncu” ödülüne layık görülen “Per Amor Vostro / Anna” gösterildi. Filmin yönetmeni Giuseppe M. Gaudino ile hem film özelinde hem de İtalyan sineması üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Filminizin her şeyden önce renklerle bir derdi olduğu görünüyor. Hikayeye getirdiğiniz biçimsel yorum çok baskın. Siyah beyaz bir yapının içerisine renkli sahneler iliştiriyorsunuz ve bunu dışavurumculuğa yakın bir stille yapıyorsunuz. Böyle bir anlatıyı tercih etmenizin nedeni?

Anna bizim için güzelliği anlatan bir karakter. Bir yandan onun iç dünyasını temsil ediyor orada anlattığı şeyler. Oradaki renkler geçmişten gelen bir anı olabilir, kurduğu fantaziler, rüyalar olabilir. Onların yansımasını renkli olarak, bir güzellik olarak gösteriyoruz.

Filmde yoğun olarak halk şarkıları kullanılıyor. Bazen sahnelerde fonda çıkıyor karşımıza, bazen karakterlerin kendilerine söylettiriliyor bu şarkılar. Filmin duygu dünyasının bu halk şarkılarıyla etkileşimi yerel bir ifade mi?

Bütün şarkılar orijinal. Hiçbiri geleneksel şarkılar değil. Tamamen film için yapılmış şarkılar. Anna’nın iç dünyasını anlatmak için ağırlıklı olarak böyle şarkılar seçtik. Geleneksel şarkılarmış gibi yapıp filmde böyle anlatmak istedik ama hepsi orijinal.

Film, Napoli’de geçmesine rağmen belirli bir zaman tanımlaması yapmaktan özellikle kaçınılıyor gibi.

İç dünyayı anlatan bir hikayemiz olduğu için bunu özellikle tercih ettik. Özel bir temayı, zamanı anlatmıyor. Senaryo çalışması yaparken “Bu sahne zamanımızı yansıtmıyor, gerçekçi değil” gibi tartışmalarımız oldu ama böyle bıraktık. Çılgınlıkla normallik arasında bir sınır çizgi çektik. Bu kargaşayı seviyorum.

Siyah beyazdan renkliye geçtiğimiz anlarda görsel betimlemeler çılgın bir tabloya dönüşüyor adeta. Bunları belirlerken özellikle esinlendiğiniz bir ressam, bir tablo ya da bir film karesi var mı?

1400’ün ikinci çeyreği ve 1500’ün ilk çeyreğinde olan İtalyan ressamlardan esinlendik. Genel olarak Napoli imajı görüntüleri ama bakıldığında spesifik bir şey yok. Çağdaş sanat akımından esinlendik. Napoli’de sokaklarda olan neonla yapılan resimler de var.

Bir sahnede Anna cinnet geçirdiği anda üç başlı bir kadına dönüşüyor mesela. Bu içindeki karmaşayı yansıtmak için mi yoksa mitolojik bir figür olarak mı kullanıldı?

Giuseppe M. Gaudino: Aslında bu Anna’nın kendi içinde yaşadığı bir dönüşümü anlatıyor. Anna’nın içindeki canavarı ortaya çıkarıp attıktan sonra biz azizeye dönüşmesini simgeliyor.

Valeria Golino, filmdeki performansıyla Venedik’te en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandı. Film genel olarak bir karmaşa içerisinde. Duygusal durumlar olsun, biçimsel özellikler olsun. Valeria’nin oyunculuğu da tıpkı bu karmaşa gibi. Doğaçlama bir tarafı var sanki ya da öyle hissettiriyor. Bu bilinçli bir tercih miydi?

Filmde hiçbir şey olağan değildi. Her şey öncesinde çizilip planlanmıştı. Valeria’dan olabildiğince kırılgan olmasını istedim böylelikle duygusal geçişleri sağladım. Bir denge olmamasına özen gösterdim. Zaten seyirciye vermek istediğim şey buydu. Aktörler ve aktrisler genelde canlandırdığı karakterde bir referans noktaya tutunmaya çalışırlar. Ben Valeria’ya bunu vermedim. Ortada kalarak ne yapacağını bilmez şekilde hareket etmesi daha güzel oldu. Valeria’yla beraber bir sürü film yaptık, bir sürü işte beraber çalıştık.

Filmin özellikle iki yerinde saçma sapan bir durumdan oluşan büyük aile kavgalarına şahit oluyoruz.

Tüm dünyada zaten böyle değil mi? (Gülüşmeler) Bütün hikayenin seyrine baktığımızda, Anna , doğal duruşunu ve kendi karakterini, bağımsızlığını buluyor. Aslında bütün bunlar da onun bir parçası. Anna bir iş bularak kendi ayakları üzerinde durmaya başlıyor. Kavga sahneleri de Anna bağımsızlığını aldıktan sonra oluşuyor. Aslında bunu anlatıyor orada. Anna’nın hep söylediği bir şey var “Evi temizlemek istiyorum” diye. Oradaki günahları, hataları, bütün bunlardan arınmak istiyor çünkü aslında hayatta yeni bir rol edinmek istiyor. Başta çocukları için yapıyor bunu. Daha sonra da kendisi için yapıyor. Kocası bir noktada kendini geride tutuyor ama özellikle kızıyla olan kavgalar ön planda. Bu da seyirciye şunu gösteriyor. Bundan bir trajedi çıkabilir. Onu hissettirmek amaçlı yapılan bir şey.

Imdb sitesinin verilerine göre filmografinizde genelde belgesel filmlerinizle ön plana çıktığınız görülüyor. 1997’de Venedik’ten 3 ödülle dönen “Giro di lune tra terra e mare” filminizin ardından 18 yıl boyunca kurmaca film çekmemişsiniz. Bunun sebebi nedir?

Bağımsız olarak baktığımızda para bulmak, bir yatırımcı bulmak çok zor oluyor. Para bulunamadığı için bu tip projelerde sürekli askıya alınma hali var. Zaman geçiyor, sürekli olarak bir belgesel yapmak değil, daha çok aslında parayla alakası var. Bir yandan bu sinematografik dili anlatmakla da alakası var. O yüzden bir belgesele yönelme var ama hep de belgesel çekmiyoruz. İnternet üzerinde yanlış bilgiler olabiliyor.

1997-2015 arasında başka kurmaca filmler çektiniz o halde?

Evet, önemli olan bizim için kullandığımız sinematografik dil. Bu film de kitaplarını kaybeden bir adamın arayışını anlatıyor. Bizim için önemli olan bunu sinematografik bir şekilde dillendirmek.

  1. İtalyan Sinemasıyla Buluşma hakkında ne düşünüyorsunuz. Sizin filminiz açılış filmi olarak gösterildi. Seyirciden beklediğiniz reaksiyonu aldınız mı?

Seyirciler hem sinematografik hem genel anlamda çok güzel sorular sordular. Filmi gerçekten anlamaya yönelik sorulardı. Çok enteresan ve güzeldi. Aslında 6 yıldır devam eden bir kültürel alışveriş var. Bundan siz de mutlu musunuz, ben de bunu bilmek isterim.

Ben kendi adıma gayet mutluyum. Ayrıca sinefiller arasında İtalyan sineması tutkunu çok fazla var Türkiye’de. Sinefillerin keşfetmesi adına Antonioni, Rosselini, Fellini, Pasolini gibi ustaları çıkardığımızda, günümüz İtalyan sinemasından önerebileceğiniz yönetmenler kimler?

Yakın zamandaki yönetmenler aslında iyi, genel olarak başarılı filmler çıkartıyorlar. Nanni Moretti’nin bakış açısı çok özeldir. Farklı bir şekilde bakar. Franco Maresco da çok özel bir yönetmen. Bize ait olana sahip çıkarak bir şeyler yapıyoruz ama onu geliştirmiyoruz genel anlamda. Kimsenin yeni bir şeyler denemeye pek cesareti yok. Elio Petri, Pier Paolo Pasolini, Roberto Rosselini, Michelangelo Antonioni, Bernardo Bertolucci, Marco Bellocchio, anlatılacak şeyleri bu yönetmenler anlattılar zaten. Belki de o yüzden zayıf kalıyor. Yeniler, ustaların tarzlarını hiçbir zaman geliştiremedi. Aynı zaman da biz de geliştiremedik.

                                                                                                                       

 

Halil İbrahim Sağlam
20 Temmuz 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Sinemayla 16 yaşında ilgilenmeye başladı ve usta Yeşilçam yönetmenlerinden ders alarak kendini geliştirdi. Kısa metraj filmler yönetti ve senaryolarını yazdı. İstanbul Arel Üniversitesi’nin ve Erciyes Üniversitesi’nin “Sinema ve Televizyon” bölümlerinden mezun oldu. 2011’den bu yana sinema yazarlığı yapıyor. Güney Kore sinemasına ve polisiye romanlara özel bir ilgisi var. İlk uzun metrajlı filmini çekebilmek ve polisiye türündeki ilk romanını yayımlatabilmek için çalışmalarını sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.