Mustang’i izlediniz mi? Hani, şu Venedik, Cannes ve Toronto’da şişirilerek ülkemize kadar uçurulan balonu… Senaryo-oyunculuk-yönetmenlik üçgeninin hangi köşesine gitsek elimizde kalacak bir film, sırf içerdiği oryantalist muhafazakârlık eleştirisi ile yere göğe sığdırılamaz bir başyapıt olarak iteklendi ancak ülkemizde de vizyona girdikten bir süre sonra hakikat en güçlü haliyle ortaya çıktı; Deniz Gamze Ergüven ne yaptığını bilmiyor, Mustang taktiksel olarak doğru bir proje ancak bir sinema filmi hiçbir önem sarf etmiyor.
Mustang’i en iyi haliyle şöyle tarif edebilirim; hayatında hiç ülke dışına çıkmamış Meksikalı bir yönetmen Rus devrimi hakkında film çekmiş! Filmin şiddetle eleştirdiği muhafazakârlık ve ensest meselesini anlatırken gösterdiği her şey madden ve manen yanlış. Tahmini bir şeyler üzerinden üretilmiş, The Virgin Suicides’dan (Sofia Coppola, 1999) ödünç alınmış sekanslarla lolita erotizmi satarak kıymetlenmeye çalışan festival ayarlı bir yapım.
Ancak bu bir Mustang eleştirisi değil, buradan yola çıkarak festival sinemacılarının artık bu etkinlikleri tamamen bir pazar olarak nitelendirdiği ve tutacağı tahmin edilen formüllerle filmler üreterek ödül ve itibar peşinde koştuklarının altını çizmek istiyorum. İzlediğimiz tüm filmlerin ortak özelliğinin aynı olması, hepsinin eleştiriyormuş gibi görünen bir “şikayet sineması” yaparak, bunu da marifetmiş gibi göstererek hava atması artık dönüşü olmayan bir noktada olduğumuzu da gösteriyor. Bu şartlar altında direniş sineması yapılamaz.
Sinemayı burjuva sanatına dönüştüren film festivallerinin fonlanmasındaki amaç, muhalif sinemacıların elindeki kitleyi uyandırma ve harekete geçirme gücünü yok etmektir. Ülkemizin en kıymetli iki sinemacısı olan Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz’un son filmlerine baktığınızda bunu daha da net anlayacaksınız; direniş göstermeyen, yılmış, kabullenmiş, çöküntü ve yoksunluk içindeki kaybolmuş karakterlerle dolu filmler, bir tür afyon uykusu örnekleri…
Daha da acı olan; her yıl bir sürü ilk filmle karşımıza çıkan yeni sinemacıların yaşadıkları toplumu tahlil etmekteki beceriksizlikleri… Kafalarında oluşturup senaryoya aktardıkları kurgu karakterler, mekânlar ve olaylar ülkenin gerçek yaşanmışlıklarından giderek uzaklaşıyor. EFFF’ye yani evrensel festival filmleri formüllerine uygun olarak üretilmiş bu filmler gerçekten de yurtdışındaki eleştirmenleri-seyircileri büyülüyor olabilir ancak bizler, bizi gösterdiğini iddia eden bu projeksiyonların sahteciliğinin farkındayız.
Festivallerin politik sinemayı yükseltme gayretindeki jürilerin bunu yaparken aslında sinemanın ABC’sini umursamaz tavırlar takınması da sahte politik film üretimi yapan isimlerin daha ilk filmleriyle kıymetlenmesine yol açıyor. Deniz Gamze Ergüven bundan sonra başka film çekmese dahi, büyük bir marifete sahipmiş gibi, birçok festivalde karşımıza jüri üyesi, panelist vs. olarak çıkacaktır. Festival sineması üretim ve değerlendirme kısmında büyük bir aldanış içinde ancak büyük resme de bakmalı; belki de tüm bu çabalar bilinçli bir sakatlama amacı gütmekte…
Murat Tolga Şen – murattolga@otekisinema.com