Nefesim Kesilene kadar filminin başrol oyuncusu Esme Madra rolü için Bağcılar’daki bir dokuma atölyesinde çalıştı. Genç sanatçı İstanbul içinde başka bir İstanbul’un gizli olduğunu tecrübeledi.

Bazen çok bilindik şeylerin değeri azalır. Kafamızda problem olarak yer etmemeye başlar. Aslında Nefesim Kesilene Kadar filmi veya bu röportajda söylenenler çok bilindik olabilir. Artık kim bilmiyor ki Bağcılar’da neredeyse yer altında çalışan dokuma atölyesindeki veya başka türde işlerde çalışan insanların çıkışsızlığını. Toplumun insan sömürüsü üzerine inşa edildiğini hepimiz biliyoruz ve hep okuyoruz bu fakirliği, çıkışsızlığı. Onun için bilindik olan, yeni olmayan herşey değerini kaybediyor toplumun gündeminde. Ama orada yaşayanlar devam ediyorlar hayatlarına. Bizim için bilindik olup değersizleşen bir konu hala içler acısı bir hikaye olarak hayatta gerçek yerini koruyor. Onun için Esme Madra’nın başrolünü oynadığı filmi önemsiyor ve acıların hiç değişmemecesine yerinde durduğunu hatırlatmak için bu röportajı yapıyorum. Bakın Madra bu film için ne gibi tecrübeler yaşamış.

Kentli bir toplumda kadının yaşadığı zorlukları aslında doğru bir şekilde gösteren bir film Nefesim Kesilene Kadar. Senaryoyu ilk okuduğunuzda aklınıza gelen ilk ne oldu? Ne dikkatinizi çekti?

Senaryoyu okuduğumda ilk dikkatimi çeken açıkcası kızın babasıyla olan ilişkisi oldu. Sonrasında çocukla yetişkinliğe geçmek üzere olan bir kızdı ve bir sürü zorluk içindeydi. Hayatının çok yoğunlaştığı hissini veriyordu. İlk dikkatimi çeken şeyler bunlar oldu.

Filmi biraz karanlık buluyor musunuz? Yani sonuçta baba-kız, enişte sorunsalı, patron işçi çekişmesi bunların bir tanesi iki tanesi olsa anlaşılabilir ancak bunların hepsi olunca bir çıkmaza giriyor karakter.

Karanlık buluyorum evet. Ancak benim kişisel fikrim sonunun çok da karanlık olmadığı. Çoğu insana böyle gelmiyor ancak bence o şekilde. Hatta çok şaşırmıştım sonunun karanlık olduğunu düşünenlere. Bir yanıyla da çok gerçek. Atölyeye de gidip geldim ben prova zamanında. Gidip bütün günümü geçirdiğim günler oldu. Hiç de ekstra karanlık bir durum değil aslında filmin içindeki durum. Çok çok çıkmazların olduğu bir durum, bir anlamda evet belki çok fazla gibi geliyor ama aslında değil.

Peki sizin finalin mutlu olduğunu düşünmenize sebep olan şey neydi?

Mutlu değil ama umutsuz değil en azından. Çünkü ne olursa olsun bütün ömrü mücadeleyle geçen bir kız izliyoruz ve sonunda da en azından bir şeye tutunmak ve bir şeylerin peşinde koşmak yerine tek başına olduğunu anlamasını olumlu buluyorum. Yeterince güçlü birisi zaten. Bu kadar olay atlattıktan sonra da peşinde koştuğu şeylerden kurtulduğunu düşünüyorum. Bu zamana kadar bu kadar şeyin altından kalkmış sonuçta.

Peki bu role hazırlanırken ne gibi çalışmalar yaptınız?

Çok uzun süre çalıştık. Ne bir tiyatro oyunumda ne de bir filmimde bu kadar çalıştım ben. Altı ay kadar sürdü provalar. Ancak bu öngörülen bir şeydi. Yönetmen benim dışımdaki oyunculara da söylüyordu sık sık prova almak istiyorum diye. O yüzden de aşamaları oldu provaların. Okuma provaları oldu vesaire. Sonrasında o kast sürecinde de vardım. Babayı, ablayı ararken. Atolye bulunmuştu Bağcılar’da. Oraya bir ay kadar gittim. Bütün günümü geçirdiğim de oldu. Oldukça uzun bir süreç oldu.

Zaten kendini bilen herkes emekçi olan birisine saygı duyar. Bu kadar içine girmiş, bu kadar gözlemleyip içselleştirmişken o insanlar için ne düşünüyorsunuz?

Çok zor bir soru çünkü bir kere tahmin edilebilir bir şey olmaktan öte oldukça insanın kafasını karıştıran bir durum. Bambaşka bir İstanbul var orada. Bambaşka şartlarda hayatını sürdüren insanlar var. Dolayısıyla biraz kendi hayatınızı sorgular vaziyete geliyorsunuz. Başka bir şey yaşıyorlar yani. Çok erken saatte giriyorlar atölyeye. Anormal bir ses, arada bir çay molası ve bir tane de yemek saati var.

Beni en çok şaşırtan şey şu olmuştu, bütün o karanlığın içinde o şartlarda hiçkimsede olmayan bir umut da oluyor. Zaten umut olmasa sanırım ayakta durulamaz o şartlarda. Bu da dikkatinizi çekti mi?

Umuttan ziyade çok fazla hayal kuruluyor. Şöyle diyeyim, zaten yaş ortalaması çok genç bir atölyeye gittim ben. Hem kızlar hem de erkekler vardı. Herkes ne yapmak istediğini söylüyordu ancak ben hiçbirinden atölyede çalışmayı düşüneni duymadım. Hani kimse “Ben burada iyiyim böyle devam edeceğim” demiyor. Bir kısmı mesela 10 senedir orda vesaire. Genellikle hep başka işler yapmakla ilgili şeyler duyuyorum. Klişe denebilecek her şeyi çok içtenlikle konuşuyorlar. Umutlu demekten emin değilim.

Peki onları ayakta tutan ne sizce, umut değilse?

O hayatı öyle kabullenmiş durumdalar gibi geliyor. “Mümkünse şu şekilde hayallerim var” düşüncesi çok baskın.

Filmlerle ilgili tercih kriterleriniz var. Genelde meselesi olan karakterleri seçiyorsunuz. Birçok oyuncuyla ben konuştuğumda aynı şeyi söylerler ama kariyerlerine bakınca öyle değildir. Bu kriterleri açar mısınız?

Açıkcası hem tercih hem de denk geliyor demek doğru olur. Çok da meselesi olucak diye bir kriterim veya keskin bir çizgim yok. Bana gelen senaryolar genelde böyle oluyor.

Neden böyle peki sizce?

Bilmiyorum. Tabii ki çok severek oynadım yeraldığım projelerde. Ama bir yandan da hiç bu durumda olmayıp çok başka biçimlerde çekilen ve başka şeyler deneyen filmler de aynı derecede değerlidir. Senaryoyu okuyunca ne kadar özenildiğini anlayabiliyorsunuz. Bana da aslında niyeti böyle filmler denk geldi.

Peki tüketme açısında sinemada hangi tarz filmlerden zevk alıyorsunuz? Sonuçta biz insanlar ve hatta biz gazeteciler seni sadece duruşundan ve oynadığın rollerden tanıyoruz.

Nasıl diyeyim, aslında oynadığım tür filmlerden çok hoşlandığım kesin. Ancak çok absürt ve deneysel filmleri de takip ediyorum özellikle kısa filmlerde. Isim vermek her zaman çok zor geliyor bana ama farklı türlerde çok fazla filme bakıyorum.

Normalde bizim sinema kültürümüzün altyapısını Yeşilçam oluşturur. Yeşilçam’da sizi en çok hangi tür etkilerdi? Bu döneme nasıl bakıyorsunuz? Günümüz komedisini takip ediyor musunuz? Yeşilçam komedisinden etkilendiniz mi?

Ne günümüz ne de Yeşilçam komedisini takip ettiğimi söyleyemem ama kulaktan dolma denilen şeyler vardır ya, çevremin önerilerine çok güveniyorum.

Sizin bu filmde de kamera arkasında parmağınız var sonuçta. Sinema için oyunculuktan başka planlarınız var mı? Kameramanlık yönetmenlik gibi?

Aslında ufak ufak o tarz şeyler yapıyorum. Kısa bir filmim var yönettiğim. Ancak aslında öyle bir tutkum yok. Yönetmenliğe yeteneğim olduğunu da düşünmüyorum zaten. Ancak kısa film dünyası benim için çok özel. Oynadım daha önce de zaten. Çektiğim bir kısa filmin senaryosunu yazmıştım. Arkadaşımla beraber yazdığımız bir kısa film projemiz oldu. Sonrasında ben oynadım içinde. Yani istesem de istemesem de bir yerinden içine giriyorum.

Türkiye’deki oyuncuların beyin fırtınası yaptıkları ve sorunları tartıştıkları bir ortam var mı?

Sanmıyorum. Şöyle bir durum var, karşılaşıldıkça, aynı ortamda bulundukça tartışılan bazı şeyler oluyor. Ama bunlar da hep kısıtlı konular oluyor. Kısa filmciler bunu kırabiliyor diye düşünüyorum. Başka yere çekmek konusunda oldukça başarılılar izleyicileri. Benim kendi çevrem dediğim çevre de oldukça geniş aslında, oyuncular, yönetmenler, şarkıcılar, dansçılar, tiyatrocular… Özellikle bir araya gelip konuştuğumuz olmuyor ancak bir araya gelindiğinde konuşuluyor. Kısaca ben öyle bir ortamın içinde değilim ancak öyle bir ortamın da varlığına eminim.

Filme dönersek, yönetmenin ik filmi ancak içeriği itibariyle fazlasıyla zorlayıcı bir film. İlk yönetmenlik için böyle bir yapım risk oluşturmuyor mu sizce?

Bence zaten, yönetmenle tanıştığınız ve senaryoyu okuduğunuz zaman ilk buluşmanızda ya güveniyorsunuz ya güvenmiyorsunuz. Emel’le tanıştığımda, senaryonun çok uğraşılmış bir iş olduğu belliydi. Ve tabii Emel’in ne kadar kendinden emin olduğunu gördüm. Bu yüzden onunla ilgili hiçbir soru işaretim olmadı. O kadar ne yapmak istediğini farkındaydı ve o kadar iyi yönlendiriyordu ki insanları… O yüzden hiç ikilemde kalmadım.

Peki film bittikten sonra aynı düşünceler devam etti mi ve doğruladı mı çıkan iş sizi?

Ben kesinlikle filmi seviyorum fakat başından sonunda içinde olduğum için üçüncü gözle seyretmek çok zor. Ben izlediğimde çok seviyorum ama öyle bir bağım var ki filmle, objektif miyim emin değilim. Hatta bazen insanlara soruyorum. Çok fazla geri dönüş de aldım. Genel olarak seviyorlar insanlar. Farklı coğrafyalardan ortak yorumlar bile alabiliyorum. Genelde iyi oluyor.

Genel izleyici için benim size sormadığım ama sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?

İstanbul Film Festivali’nde yaşananlar yüzünden film burada doğru dürüst izlenemedi. Bir çok yere gittim. Gittiğim yerlerde insanlardan birçok enteresan fikirler, eleştiriler duydum. Ancak benim en yakınımdaki ve yaşadığım ülkedeki insanlar izleyemedi. Bu yüzden bir şey söylemekten ziyade çok merak ediyorum insanların neler düşüneceklerini.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.