Emre Şahin 2009’da 40 filmiyle girmişti hayatımıza. Altı yıl sonra gelen Takım: Mahalle Aşkına da yine önceki filminde olduğu gibi mahalle aralarına dalıyor, gerçekçi hikayeler sunuyor. Senaryosunu İnan Temelkuran’la yazdığı filmde birçok öyküyü bir arada bulmak mümkün… Öncelikle başarı öyküsü var ki bu filme bir amaç ve ivme katıyor kafadan! Bir de artık Laz müteahhide değil, büyük baronlara, şehrin çehresini kendi kafasına göre değiştirmek isteyenlere kafa tutan mahalleli dayanışması var.
Şahin ve Temelkuran iyi bir yerden yakaladıkları filmlerde aslında başka bir filmde olsa sırıtacak bir harman yaratmışlar. Ama o harmanı öyle güzel karıp filmin duvarlarına çarpmışlar ki, birçok şey gerçekten de bazılarının suratlarında fena halde patlıyor. Yeşilçam kalıplarından çok şey alan film tabii Adile Naşit’in Gülen Gözler filminde Laz müteahhide gidip yalvardığı şeyin üzerine çok şey katıyor. Evin annesi değişen ve naifliğini yitiren bir yaşam algısında daha sert çıkıyor aracı olan kişiye. Bu işin başındaki kişi ise bir kurum, bir suret ama öldürecek kadar gözü dönmüş bir bela! Film aslında çok güzel mesaj veriyor. Bu adamlarından hakkından onların yöntemleriyle gelemeyiz belki ama bir araya gelip, bunu içselleştirip bir de üstüne bunu onlara gösterirsek üzerinden gelmeyeceğiz dert yok demek istiyorlar! Bir dertlere derman filmi adeta, bir ülke panoraması yaratıyor, bir takım kuruyor ki her telden çalıyor.
Bu filmi izleyince tabii akla Recep İvedik 4 geliyor. Mahallenin futbol oynanan boş arsasının müteahhide satıldığını öğrenen İvedik’in reklam kokan Maldivler macerası tabii ki bu filmin çok uzağında. Ama yine de amaç olarak benzeşiyorlar, sadece o kadar. İstanbul büyük bir rant tuzağına saplanmış durumda, etrafı büyük bloklarla çevrelendiği gibi artık ‘kentsel dönüşüm’ adı altında mahalle aralarına dalınıyor. Amaç şehri düşünmek değil, cebini düşünmek! Film bunu gerçekten her yerine dalarak güzelce anlatmış, dayanışma duygusunun zaman zaman abardığı yerler olsa da iyi geliyor, iyi ki böyle yapmışlar diyorsunuz. Filmde dayanışma, dostluk kazanıyor, arka planda kirli bir savaş dönse de mahallenin masumiyeti öne çıkıyor. Bakalım gerçek hayatta kazanan ne olacak, insan geçekten merak ediyor!
Biraz vicdan biraz mantık!
Bırakın yazmayı yaşamanın bile zorlaştığı, güzel insanların öldüğü bir ülkedeyiz artık, eminiz! Barış isteğinin bombalarla susturulduğu, savaşın devlet eliyle desteklendiği şu günlerde ‘seçim’ gibi yalanı tekrarlayıp durmak ne kadar boş ve gereksiz duruyor! Wood Allen bu hafta vizyona giren Irrational Man / Mantıksız Adam’ı eminim ki bizi düşünerek yazmamış ama yaşadığımız gündeme o kadar uygun ki… Yaşamla iletişimini kaybeden bir adamın yaşama dönüş keşfi olarak öldürmeyi seçmesi… Tabii bunu yüzlerce insanı öldürerek yapmıyor, tek bir insanı öldürerek ve bunu da ulvi bir amaç için yaptığına kendine inandırarak inanılmaz rahat bir psikoloji içine giriyor. İntihar etmeyi düşündüğü hayat modundan çıkarak ona sıkı sıkıya sarılıyor. Şimdi gel de bu filmdeki profesör Abe’in halini günümüze uyarlama! Bir amaç için insan öldürmeyi seçmek ve bunu kendine çok iyi bir amaç olarak yutturmak… Ama sadece kendine. Kendini tatmin etmek, çıkarlarını en üst düzeyden kollamak için… Filmde bir kulak misafiri olduğu ve tanımadığı kadını mağdur edeceğini düşünen bir sorumlusu olarak tanıyor Abe hakimi. Sonra onu takip ediyor, öldürme planı yapıyor ve sonuçta onu bir azim sonucu öldürüyor. Yerlerde sürünen yaşam enerjisi geri geliyor. Ölümden beslenme haline iyi bir örnek Mantıksız Adam. Adı üstünde mantıksız adam, biraz vicdan biraz mantık diyesi geliyor insanın!