İstanbul Üniversitesi’nin meşhur kapısından çıkan öğrenciler, hep bir ağızdan haykırırlardı; “YÖK, Polis, Medya, Bu Abluka Dağıtılacak.” Hepsi inanmış çocuklardı, umutları vardı, geleceğe dair düşleri vardı. Peki, abluka dağıldı, dağıtıldı mı?
Ne gezer, daha da sıkılaştı, kuşatma, yaşamın ta kendisi oldu. Abluka filmini seyrederken, bunu düşündüm. Psikolojik savaş, hem insanı, hem de toplumu yıpratıyor. Katliamların ardından geldi travma ve biz, ondan kurtulamadık hala. Boğan, kan akıtan, can yakan, nefes almayı zorlaştıran bir memleket burası, dün de böyleydi, bugün de böyle, ama yarın, böyle olmasın. Yıllar önce, bir ölüm orucu eylemcisine sormuştum, tecrit belasına karşı, hücre hücre erimeyi göze aldın, ancak dışarıdaki insanlar, bu özverinin ve bedelin farkında mı, hemen herkes laylaylom yaşıyor, dünyanın son günüymüş gibi takılıyorlar. Tüm ülke, cezaevi olmasın diye, dışarısı da içeriye dönüşmesin diye katıldım direnişe, aksi takdirde, tecrit, tüm yaşamı esir alacak. Evet, günümüzde, tecrit, sansür, yasaklar, gündelik hayatı, tutsak etmiş durumda, oysa özgürlükler, vazgeçilmezi olmalıydı insan soyunun, bu işte bir yanlışlık var, büyük bir yanlışlık var.
Emin Alper’in ilk filmi Tepenin Ardı’nı izledikten sonra, şöyle yazmıştım; “Birkaç ufak tefek eksikliğe karşın başarılı bir atmosfer yarattığını, gerilimi hep yedeğinde tuttuğunu, neredeyse kusursuz bir metni, beyazperdeye ustaca yansıttığını söyleyebiliriz, rahatlıkla…” Evet, erkek egemen toplumu, ötekileştirme belasını ve düşman yaratmaktaki büyük becerimizi iyi didikleyen bir film idi Tepenin Ardı, birey ve grup psikolojisini, kısmen politik bir alt-metin ile peliküle taşıyordu. İlk filmin başarısı, Abluka için beklentimizi de büyüttü, elbette.
Öncelikle Abluka, ilk yapıttan daha politik, yine de siyaset, bir fon olarak, bir sos olarak kalıyor. Mesele, ekseriyetle psikolojik ve gayet kişisel, hayal ile gerçek, resmen iç içe geçerek, seyircinin algısıyla oynuyor, tekrar hissi, karanlık, ışıklar ve gürültü de, tempoyu ve gerilimi yüksek tutuyor. Sanat filmlerindeki genel durağanlık hali, finans sıkıntısı çekilse dahi, prodüksiyonun görece büyüklüğü neticesinde, kırılmış oluyor, gişe filmi ölçeğinde bir işçilik ile yapıtın özgül ağırlığı ve hacmi artıyor.
Filmden çıktığımda, Abluka’ya, Tepenin Ardı kadar coşku hissetmemiş ve haliyle benimsememiştim, lakin zamanla, kafamda oturmaya başladı. Yine de kötünün tam belirginleşmemesi, polislerin, hayli karikatürize durumu, illegal insanların, gerçekten uzak olması, erkek hegemonyasının yeniden dillendirilmesi, gri alanların çokluğu, benim, filme dair eleştirilerim. İki saatlik film süresi, en az 15 dakika azaltılabilseydi, senaryodaki karmaşa, bir parça kontrol altında tutulabilseydi, bütünlükte yaşanan kısmi sorun, çözülebilirdi belki. Hakkını teslim ettiğim şey ise, klişe olabilecek bir mevzuyu, finale doğru, ustalıkla rayına oturtabilmesi ve farklı, özgün bir yapıta imza atabilmesiydi. Emin Alper, bu ülkenin, yüz akı sinemacılarından, yeni projelerini de merakla beklediğimizi, hararetle vurgulayalım. Filmin oyunculuklarına ise tek laf etmem, Mehmet Özgür, Berkay Ateş, Tülin Özen, Müfit Kayacan ve Ozan Akbaba, karakterlerini layıkıyla sırtlamışlar, filmin gücünü katlamışlar.
Polisin gizli görev vermesiyle, 20 yıl hapis yattıktan sonra şartlı tahliye olan büyük ağabeyin, çöp toplayıcısı gibi davranarak, bomba malzemesi araması, kayıp ortanca kardeşin, illegal örgütlenmede, ileri kadro olması ihtimali, eşi ve çocuklarının terk ettiği küçük biraderin, belediyenin köpekleri katletme timinde yer alması, zaten uçta ve merak uyandıran öyküler olsa gerek. Yerli filmlerin, yersiz işlere dönüştüğü, bu çılgın süreçte, halen abluka altında olduğumuz da hesaba katılmalı ve böylesi özel bir seyirlik, kesinlikle kaçırılmamalı.