Bu hafta vizyona giren Vesvese Cin Tuzağı filminin yönetmeni Sümeya Kökten çektiği ilk korku filmi olan Vesvese’nin konusunun gerçek bir hikayeden alındığını söylüyor. Hem de kendi komşusunun başına gelen bir olay olduğunda ısrar ediyor.

Hafta geçmesin ki bir Türk korku filmi vizyona girmesin. Bu hafta da Vesvese Cin Tuzağı korku kontenjanından vizyonda. Ama bu filmin bir özelliği var. Belçika’da yaşayan kadın yönetmen Sümeya Kökten filmin yönetmeni. Hem kadın olması hem de yurt dışında yaşaması sebebiyle korku filmi çekmek aklına nereden geldi, sorduk. Cevapları alırken Kökten filminin gerçek bir hikayeden yola çıkılarak çekildiğinde ısrar etti. Artık bu tür tanıtım stratejilerine alıştığımız için bıyık altından güldük. Ama Sümeya Kökten bu konuda çok iddialıydı. Ve sohbetin ilerleyen dakikalarında kendi komşusunun başına gelen bir olay olduğunu yani ikinci elden değil ilk elden olaylara tanık olduğunu söyledi. Hadi bakalım çıkın işin içinden.

İlk önce senaryoyla başlayalım. Senaryonun hikayesi nereden çıktı? Pek de filmografinize uymayan korku türü çünkü.

Öncelikle bu gerçek bir hikaye. Aslında bu tarz hikayeler çok fazla var. Küçüklüğümüzden beri duyuyoruz işte birisini cin çarpmış vesaire diye. Ancak bu benim tanıdığım bir ailenin oğlunun başına gelmiş bir olay. Gerçek bir olaydan çıktı kısaca.

Peki kastı nasıl hazırladınız? Çünkü korku filmlerinde dikkat ediyorum da özellikle çok tanınmamış veya amatör oyuncular kullanılıyor. Siz bunlara dikkat ettiniz mi? Bilinçli bir seçim miydi? Eğer öyle ise neden?

Bilinçli bir seçimdi evet. Belirli bir tecrübeden sonra oyuncularımı kedim eğitmek istediğime karar verdim. Oyuncularımın hiçbir tecrübesi yok ama sanki on yıldır oynuyorlarmış gibi oldu, çok güzel oldu. Onları eğittim kısaca. Filmden öncesinden başladık zaten eğitime.

Filmin çekimleri nerede yapıldı?

Belçika’da yapıldı.

Çekimleri Belçika’da yapmanızın sebebi nedir? Film Türkiye’de vizyona girecek, Türk oyuncular oynuyor ancak Belçika’da çekildi. Teknik bir avantajı mı var bunun?

Hem teknik hem pratik… Finans açısından da prodüksiyon oradaydı ve biz de orada çektik.

Yönetmenlik nasıl başladı? Sanırım bu dördüncü film. Bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?

Aslında tesadüfen başladı. Meraktan oldu. Sinemanın içinde olan arkadaşlarım vardı, onlara bazı hikayeler anlatırken duydum, çok güzel anlattığımı ve yazmam gerektiğini söylediler. Ben de dedim ki tamam yazacağım. Öyle öyle başladım. Atölyede bir arkadaşım vardı, makinistti büyük filmlerde. Birkaç filmin setine gittim gördüm ve çok hoşuma gitti. En başta beni rahatsız eden şeyler vardı, yapamazsın edemezsin diyorlardı. Yapamazsın edemezsin derken bende bir iddia oldu. Yapabilir miyim diye merak ettim. Kısa metraj düşünüyordum aslında klip tarzı. Sonra filmin senaryosunu yazdık. Uzunca bir senaryo oldu. Çektikten sonra film festivallere filan gitti. İş ciddileşti. İlk filmim yolumu açtı. Sonrasında sermaye vesaire şansları da çıkınca o şekilde devam etti.

Filmin senaryosu da size ait. Senaryoyu yazıp filmini çekmek avantajlı bir olay mı sizce? Ne gibi avantajları var?

Bence avantajlı bir olay çünkü hikayeyi biliyorsunuz. Kendi kafanızda zaten nasıl çekeceğinizi biliyor oluyorsunuz. Karakterlere hakim oluyorsunuz. Teknik ekipten birisi soru sorduğunda hemen cevaplama şansınız oluyor. Başkasının senaryosunu hiç çekmedim bugüne kadar. Yapabilir miyim diye soruyorum bazen kendime ama bilemiyorum. Güzel bir senaryo teklifi gelirse belki çekebilirim.

Bu filmin hikayesinin gerçek bir hikaye olduğunu söylediniz? Rast geldi de mi yaptınız yoksa Türk sinemasında korkunun bir albenisi olması sebebiyle mi yaptınız?

Korku, cinler vesaire bunlar zaten bizim hayatımızın içinde olan şeyler. Küçüklüğümden beri İslam diniyle büyüdüm. Ki zaten cindir, melektir vesaire şeyler her yerde yazıyor. Her zaman işte besmele çekmeden hiçbir şey yapma, besmele çekmeden yemek yersen cinler seninle beraber yer tarzı şeyler duyarak büyüdüm ben ve gerçekten hayatımda var ola bir kısım bu. Böyle bir kültürde büyüdüğümüzden dolayı buna yöneldim. Örneğin o gün kötü bir şey yaşandıysa veya cinlerden vesaire konuşulduysa evde teksen, ışıklar yoksa vesaire direkt olarak paranoya başlıyor zaten. Bildiğim, inandığım bir şeydi. Bu yüzden yöneldim.

Peki çekindiğiniz bir konuya neden girdiniz? Filmi çekerken bu sizi hiç rahatsız etmedi mi?

Hiçbir zaman benim aklıma korku filmi çekeceğim gelmezdi. Özer soktu aklıma bunu. Daha ileriye gidebilirsin daha başarılı olabilirsin dedi. İlk başta da çekmeyi düşünmüyordum. Gerçi bir gün yönetmen olacağımı da düşünmüyordum ama filmden çok memnunum iyi ki de çekmişim diyorum.

Peki filme hazırlanırken sonuçta kendi halinde klişeleri olan apayrı bir tür ve apayrı bir tarz korku, ne tür filmler izlediniz kendinizi nasıl hazırladınız?

Daha çok Exorcist filmleri izledim. Türk yapımı olarak Siccin izledim ve çok beğendim. Normalde korku filmlerinde kendimi bulamam içeri giremem ama Siccin’i izlerken bütün bunlar yıkıldı. Filmin içine girdim ve orada kaldım. Çok kaliteli ve harika bir yapımdı.

Türk sineması korku türünde aslında dil oluşturma yolunda ilerlemiş bir sinema. Türk korku sinemasının kendi diline sahip olmasının sebeplerini neler olarak görüyorsunuz? Ve bunları düşünüp filminizi bunlara göre uyarladınız mı?

Tabii ki. Diğer yönetmenleri de izledim ve onların filmlerine benzemesin istedim. Ben yaptıklarımın her zaman orijinal olmasını isteyen bir insanım. İçime de sindi. Gerçekçi olmaya fazla abartmamaya çalıştım. Daha çok oyuncularımdan doğallık bekledim. Evdeki paranoyayı vermeye çalıştık. Mesela bazı filmlerde hiç makyaj yok. Oyuncuların performansı, dekor, ışıklar koyu koyu renkler vesaire… O tarz bir film oldu bizimki de. Cin çıkarma sahneleri var mesela ama daha İslamik tabii ki. Bir de duyduğum, şeyler mesela, işte 40 gün 40 gece okunması lazımmış içine cin giren birisinin işte özel sularda yıkanması lazımmış vesaire gibi şeyler var hikayede. Kısaca benim uydurduğum değil gördüğüm ve bilinen şeyleri yansıttım.

Normalde bizim korku filmlerimizde, kadın biraz korku unsuru olarak kullanılır. Cin genelde ona geçer vesaire. Ancak sizde büyülenen karakter erkek ve onu kurtarmaya çalışanlar iki kadın. Bu bilinçli bir tercih midir? Feminist bir gönderme mi?

Benim filmlerimde kahraman kadındır. Sebebi ise şu, bir gün Osman Sınav ile bir konuşmamız oldu, bana filmlerimde hep kadını gizleyip erkeği kötü gösterdiğimi söyledi. Ben de ona onun filmlerinde ise erkeğin hep ön planda olduğunu söyledim. [Güler] Feminist tarafım sanırım. Ve kadınların pek de ön planda olduğu filmler yok. Hep erkekler kahraman hep erkekler her yerde.

Filmlerinize bu anlamda ne katmak istiyorsunuz bir kadın yönetmen ve senarist olarak?

Korku, gerilim filmlerini çektim. Onların tadını aldım. Bir sonraki yapıtlarımda biraz da belki aşk veya komedi filmi çekmek ve onları tatmak istiyorum. Sektöre çok geç ve tesadüfler eseri atıldığımdan dolayı sanki ne istediğini bilmeyen bir yönetmen gibi görünüyorum ama hayır, ne istediğimi biliyorum aslında. Ben hep korku veya hep aşk yapan yönetmenler gibi olmayacağım. Zaten sanatın bence bir kanunu yoktur. Kategorize olmak istemiyorum kısaca. Şimdi aşk filmi çekmek istiyorum. Her şeyi sırayla tatmak istiyorum. Belki sonra yeniden sosyal bir dram çekip kadını öne sürerim. Kadının neler çektiğini göstermek isterim. Belli olmaz kısaca.

Bu filmde makyaj yok dediniz sanırım? Bu bir tercih meselesi mi?

Kesinlikle tercih meselesi. Bu gerçek bir hikaye. Sonuna da yazacağım zaten gerçek bir hikayeden esinlenilmiştir diye. Gerçek hayatta o kadar fazla makyaj olmaz. Abartı durur. Cin çarptı ağzı eğrildi, tamam o olur. Ama işte kanlar, ağzından çıkan böcekler vesaire, olmaz öyle şeyler. Bunlar gerçek değil. Halüsinasyon olabilir. Bunun en ekstremi olabilir, cin kendini gösterebilir belki. Kedi kılığıyla ne bileyim kırmızı gözleriyle vesaire. Ama ağızda böcek çıkmaz. Belki kötü bir rüya olabilir. Ama filmlerde genelde rüya olduğunu bile göstermiyor gerçekten yaşıyor gibi gösteriyor. Bunlar güzel ve başarılı sahneler ama gerçekçi değil. Ben gerçeği yansıtmaya çalıştım. Belki seslerde biraz abarttık seyirciyi filmin içine sokabilmek adına ama abartılı makyajlar vesaire bence gereksiz bu tarz bir hikayede.

Belçika’da yaşıyorsunuz, filmleri Belçika’da çekiyorsunuz ancak Türkiye’de şöyle bir sıkıntı var, Türk sinemasının yurt dışına yayılabilmesi, başka insanların da bu filmleri aynı hazla izleyebilmesi… Bu konuda sizin düşünceleriniz nedir? Neden bizim sinemamız yurt dışına açılamıyor? Niçin siz yurtdışından ziyade filmlerinizin Türkiye’de yayınlanmasını istiyorsunuz?

Seyircisine, kitlesine göre, bu filmi Türk izleyici için yaptım ki zaten Belçika’da da çıkacak film. Fransa’da da çıkacak. Altyazı dublaj vesaire hazırladık. Türk filmlerinin Avrupa’da çıkmaması bence büyük bir kayıp. Ancak bir de dil sorunu var. Oyuncular, Fransız oyuncular çok pahalı. Orada çok bilinen oyuncular çok pahalı mesela. Sistem aynı aslında ama Türklerin bütçeleri o oyunculara yetmiyor. Belçika’da en düşük bütçeli film 2 milyon Euro. Türkiye’deki bütçeler var bir de, ben bu rakamları duyunca şok olmuştum. Gerçek bütçeler 700 bin Euro’yu geçmiyor, 500 bin Euro, 1 milyon Euro… Fransa’da 5 milyon Euro’nun altındaki filmleri ciddiye bile almıyorlar. Türkiye’deki bütçeler o yerler için çok düşük. Ancak çok büyük Türk prodüktörlerin geleceği olabilir Fransa’da.

Sizin peki yurtdışına açılmak, yabancı oyuncu oynatmak gibi bir hedefiniz var mı? Var ise nasıl bir hazırlık içindesiniz bununla alakalı?

Organ mafyası adına yazılmış bir projem var, 2009’da yazmıştım. Bu filme ünlü yabancı bir film yıldızının kaşesini vurmak istiyorum. Kaldı ki eğer yurt dışında çıkmak istiyorsan illa ki bir prodüksiyonla ortaklaşa iş yapmalısın. İstediğiniz şeye ve hedefinize bağlı bu, çünkü yabancı bir oyuncu oynatmak çok zor. Türkiye’de bir film bütçesine oynuyor ünlü oyuncular. Gerekli mi diye düşünüyor insan ama hayırlısı olsun bakalım. Planım var kısaca.

Türkiye’de birçok korku filmi var. Konuları bakımından da birbirlerine aslında çok benzerler. Sizin filminizin bu filmlerden farkı nedir?

Farklı, oldukça farklı. Şimdi eğer farkını anlatırsam hikayeyi anlatmış oluyorum bu yüzden izlerken anlarsınız. Müziği ve ambiyansı farklı bir kere.

Peki benim size sormadığım ama sizin izleyici için söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

İzlesinler. Korkacaklarından eminim. Bir kere bunu sinema salonunda o karanlıkta o ses sitemiyle izlemek apayrı. Eminim ki memnun kalacaklar.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.