Se-Yap Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği’nin Sinema Genel Müdürlüğü desteğiyle gerçekleştirdiği “Festivaller İstanbul’da” projesi kapsamında, Sundance Film Festivali’ni temsilen Hussain Currimbhoy Eylül ayında İstanbul’daydı. Türkiye’den bağımsız sinemacılar ile tanışmak ve dünya prömiyeri yapmamış filmleri Sundance Film Festivaline katılmaya davet etmek dahası cesaretlendirmek için buradaydı.
Hussain 2014’den beri Sundance Festivali’nin programcılarından. Her türlü filmi sevdiğini ve izlediğini söylüyor ama asıl ilgi alanı belgesel. Sanat eğitimi almış. Avusturalya, Japonya, Hollanda ve İngiltere’de çeşitli festivallerde programcı ve program yönetmeni olarak çalışmış. Yazıp-yönettiği uluslararası festivallerde yer almış, 8 kısa filmi var.
Sundance Film Festivali’nin amacı ne?
Bağımsız sanatçılar, film yönetmenleri, hikâye anlatıcıları bulmak. Onları Sundance Enstitümüzle, laboratuvarlarımızla, Amerikan seyircisi ile tanıştırmak. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen filmleri sektörle, seyirciyle ve meslektaşları ile buluşturmak. Özellikle yeni yetenekleri duyurma fikri bizi çok heyecanlandırıyor.
Öteki festivallerden farkınız ne?
Bizim özelliğimiz yeni yetenekler bulmak keşfetmek. Festivalimizde taze, yepyeni, özgün, filmler izleyebilirsiniz. Bağımsız, havalı sesler duyabilirsiniz. Bu bizim yarattığımız ve sürdürmeye çalıştığımız güçlü yanımız. Sinemacıların güçlü bir biçimde yeni fikirlerini rahatça güvenli bir ortamda söyleyebileceği, halkla ve sektörle paylaşabileceği bir atmosferimiz var.
Ortalama kaç film geliyor bir yılda?
Ortalama 12 bin film. 50-60 bin kişi film almak, film satmak, laboratuvar ve atölyelerimize katılmak, yazmak, tartışmak, yeni yetenekler keşfetmek ve film izlemek için geliyor festivalimize. Sundance bu yıl 30. yaş gününü kutluyor.
Nasıl seçiyorsunuz finalde festivalde yer alacak filmleri? Program nasıl oluşturuyor?
Programcılardan oluşan bir takımız var. Bu ekip filmleri izliyor. Başvuruların başlamasından Eylül sonuna kadar toplam 5 ay filmleri izliyoruz. Festival yönetmenleriyle birlikte karar veriyoruz.
Mesela sen kaç film izliyorsun?
Ben senede 5-6 yüz film izliyorum. Buna sinemada kendim için izlediklerim dâhil değil.
Nasıl karar veriyorsunuz? Kriterleriniz ne?
Bir araya geliyoruz. Hikâyeye, güçlü olup olmadığına, bıraktığı etkiye bakıyoruz. Havalı, taze, estetik, farklı mı? Yeni bir ses, duyuş, anlatış var mı? Yönetmen ile hikâye, obje ve karakterler arasındaki ilişki, neyi nasıl aldığı, bana nasıl geçirdiği, karakter analizi hepsi çok önemli kriterler seçimlerimizde. Uluslararası seyirciye hitap ediyor mu? Amerikan seyircisinin beğenisine uygun mu?
Bütün programcıların farklı geçmişleri, farklı deneyimleri, hayat yolculukları, dünya perspektifleri var. Yani tek tip bir grubun izlenimleri ve yorumlarından söz etmiyorum. Bu farklı bakış ve yorumlar bir arala geliyor ve seçimler yapılıyor.
Bütün filmleri izliyoruz. Hangileri ile bağlantı kurabildik. Hangi film aklımıza ve kalbimize güçlü bir biçimde dokundu, derinlik yarattı. Hem aklınıza hem kalbinize dokunan filmler bulmak zor. Bu kombinasyonu yakalayan filmler bulduğumuzda çok heyecanlanıyoruz. “Aman Allahım bu filmi gördün mü? Fark ettin mi?” diye birbirimize soruyoruz.
Ya sinematografi?
Bu benim için çok önemli. Hikâyeniz çok güzel olabilir ama onu izletebiliyor musunuz? Bazı filmler öyle çekiliyor ki, hikâyeyi aşağı çekiyor. Biz şampiyonlar ligi için film seçiyoruz.
Nasıl bir sinema dili kullanıyorsunuz? Estetik anlayışınız ne? Estetik benim için kamera açılarınız, kamerayı nasıl kontrol ettiğiniz, kurgu biçiminiz, ses ve efekler, yaratılan atmosfer, kısacası filminizi nasıl çizdiğiniz. Hikaye ve sinematografik dizayn bir şekilde, bir yolla bir birleri ile uyumlu olmalı, bağlantı içinde olmalı diye düşünüyorum. Estetik benim için renk. Enteresan bir renk yaratılmış mı? Nadir rastlanan, farklı bir yaratıcı tasarım var mı? Hem hikâye, hem estetik bir arada çalışınca işte o zaman harika sonuçlar çıkıyor.
Filmlerin seçiminde ideolojik, politik, arkadaş-eş-dost ilişkilerinin etkisi oluyor mu? Açıkça sormak gerekirse herhangi bir lobi etkisi var mı?
Sizin film seçici olarak, arkadaşınızın ya da tanıdığınız birinin filmine hak etmediği bir ayrıcalığı tanımanız korkunç bir şey. İdeolojik ve politik yaklaşım ise keza öyle, çok korkunç bir değerlendirme biçimi. Zaman zaman arkadaşlarımın filmleri de oldu. Seçilmediler. Hatta bu yüzden kaybettiğim arkadaşlarım da oldu. Biz kar amacı gütmeyen bir kuruluşuz.
Sürekli bağımsız yetenekler, bağımsız filmciler diyorsun Hussain. Sana göre kimler bu bağımsız sinemacılar?
Çok güzel bir soru. Bağımsız sinemacılar dediğimizde “neyden bağımsız?” sorusunu da sormamız lazım. Amerika’da Hollywood’da gelenekselleşmiş bir stüdyo sistemi var biliyorsunuz. 100 yıldır film üretiyorlar. Bu arada harika filmler de ürettiler. 1960’lar 70’lerden sonra Amerika’da bütün bu Hollywood kaidelerinden, formüllerinden bağımsız film çekenler de olmaya başladı.
Bağımsız sinemacılar benim için parayı bu stüdyo sistemi dışından alanlar. Belgesel söz konusu olduğunda zaten çok az kişi stüdyo sistemi içinde üretim yapıyor. Bazı TV yayıncıları, bazı enstitüler, kurum ve kuruluşlar için mi film üretiyorsunuz? Stüdyo sistemi ya da bir TV kanalı içi film üretseniz bile benim için hala yaratıcısınız, sanatçısısınız. Ancak burada ki önemli nokta siz bir yaratıcı olarak ne kadar kontrol ediliyorsunuz? Ne kadar özgürsünüz? Stüdyo sisteminin kuralları var, bununla para yapıyorlar. Evet, bu tamam. Kötü bir şey yok burada. Eğer siz de aynı fikirdeyseniz bu formülerle, kurallarla o zaman mesele yok zaten.
Yani bütçenin nereden geldiği bağımsızlıkla doğrudan ilintili?
Kesinlikle. Para bağımsız bir kaynaktan mı geliyor? Parayı filminiz için özgürce kullanabiliyor musunuz? İşte önemli ilk noktalar bunlar.
Bütçeniz devlet, TV kanalları, enstitü, dernek, birlik, vakıf, kulüp gibi yapılardan geliyorsa yine de bağımsızlığınızı koruyamaz mısınız?
Sanırım koruyabilirsiniz ama bu çok zor bir hale gelir. Finansal sistem sizin tutkunuzu, heyecanınızı, anlatmak istediğiniz hikâyeye bakışınızı değiştirebilir. Sizin heyecanınızla filmin eşleşmesine engel olabilir. Yapmak istediğiniz filmi tehlikeye sokabilir. Bu sizi tamahkâr yapabilir.
Mesela ticari kanallarda bir comission editör daima tepenizde “şurayı kısalt, şurayı uzat, şurayı değiştir” diye müdahalede bulunabilir. Sizin deneysel yaklaşımlarınıza izin vermeyebilir.
Bazı istisnalara rastlanabiliyor. HBO gibi, yönetmenlerin kendi istedikleri filmleri yapmalarına izin veren yapılar da var. Bu günümüzde yönetmenler için ulaşılabilir bir hal almaya başladı gibi. Bir sanatçı olarak kimliğinizi koruyarak iş yapabilimle şansınız varsa neden olmasın.
Bir belgesel izlediğinde bunun bağımsız bir yapım olup olmadığını anlayabiliyor musun?
Mesela bazı belgeseller var çok yüksek bütçeli. Özel efektler, animasyonlar kullanılmış. Bütün bunların birisinin annesinin kredi kartı ile yapıldığını da düşünebilirsiniz. Ama en önemlisi hikâyenin güvenilirliğidir. Amacı ne? Derdi ne? Ne anlatmaya çalışıyor? Eleştirel mi? Rock and roll mu? Radikal mi? Disko mu? Nasıl bir film bu yani? Asıl bağımsızlık ruhun bağımsızlığıdır. Arkasındaki niyet, mesaj açıklar bunu. Bilmem anlatabiliyor muyum? Gerçi belgeseller söz konusu olduğunda genel anlamda bir stüdyo sistemi yok arkasında. Aslında bir bakıma bütün belgesel yapımcıları bağımsız diyebiliriz.
Yalnız şöyle bir şey var. Belgesel, sinemanın üvey evladı gibi. Kısa filmler için de bunu söyleyebiliriz sanırım. Verdiğim pek çok röportajda bana sormuşlardır. “Ne zaman kurmaca film çekeceksiniz?” Hiç düşünmedim, düşünmüyorum da. Sanki belgesel kurmaca filme geçiş için bir basamak. Bir diğer altını çizmek istediğim nokta ise belgeselle ilgili bütçe sunduğunuz da: “Bu çok yüksek neredeyse bir drama bütçesi kadar.” Tepkisini sıkça duyabilirsiniz. Belgeselcileri birer aziz ve azize gibi gören bir yapıdan söz ediyorum. Gerçi belgeselciler kendileri de bu algıyı yarattı ya, neyse. Kendilerine bir kutsallık biçtiler ve bu algı yerleşti. Bu durumda sizin belgesel yaparken bir sosyal sorumluluk taşıyarak, idealist ve saygın bir biçimde, birazda gönüllülük esası ile düşük bütçeli işler yapmanız bekleniyor. Hâlbuki ki bu sizin işiniz ve geçiminizi buradan sağlıyorsunuz, sağlamak istiyorsunuz.
Çok iyi bir noktaya temas ettin Semra. Evet haklısın. İki belgesel, bir kısa film yaparsın sonra kurmacaya geçersin bu çok yaygın bir düşünce ve eylem. Belgeseli isteyerek, severek seçmiş başka işler yapmak istemeyen belgeselciler çok var biliyorum. Belgesel çekerek hayatlarını kazanmak istiyorlar. Bu çok doğal ve normal bir şey. Belgesel bana göre en yaratıcı üretim biçimi. Bazı disbritörler asla belgesele dokunmaz, bazı stüdyolar asla belgeseli düşünmez. Hatta bazılarından şunu da duydum: “Belgesel zehirdir.” Ve hatta bazen sinemalarda gösterilen belgesellerin pazarlaması kurmaca olarak yapılıyor. Posterler falan ona göre hazırlanıyor. Siz bileti alıp giriyorsunuz “a bu belgeselmiş”. Parasını geri isteyen seyirciler bile oluyor.
Eğer sokaktaki birine sizin favori belgeseliniz ne diye sorarsanız? Belki de çoğundan cevap alamayacaksınız. Çünkü bu her gün yüz yüze geldikleri, promot edilen bir şey değil. Evet, izleyiciyi belgesel için sinemaya çekmek, bilet almasını sağlamak zor. Ama güçlü bir belgesel yapılır ve sinemalarda yer alırsa ve iyi de promot edilirse, seyirci onu bir şekilde yakalar ve devamını ister.
Belgeselciler akıllı olmalı. Öyle hikâyeler bulmalı ki, hemen hemen herkese dokunabilen. Nasıl sinemasal bir anlatım yapacakları konusunda da akıllı olmalı. Biraz stüdyo kuralları, biraz kurmaca kurallarına başvurarak bu şansı belki yakalayabilirsiniz. Nasıl bilmiyorum? Bu birazda size bağlı.
Güçlü belgeseller yapılıyor, kalite giderek artıyor. Bu artış ilgi ve talebi de arttıracak.
Şimdi insanlar ortak yapıma girişiyor. Ancak bu sefer de “şurayı at, burayı değiştir” devreye giriyor. Bazı limitleri kabul etmek zorundasınız. Belki bu yolla para kazanıp daha sonra istediğiniz belgeseli yapabilirsiniz. Bu oldukça yaygın bir durum günümüzde. İyi bir film yapıp seyirciye dokunursanız, sonrasında size para verip” al ne istiyorsan onu çek” diyebilirler.
Son olarak şunları söylemek istiyorum: Türk sinemacıları cesaretlendirmek istiyorum. Türkiye’nin büyük bir kültürü var. Heyecanınızı ve hikâyelerinizi koruyun. Seyirciyle birlikte kendinizin de seyretmek istediği filmi yapın.
|
|||
Bottom of Form