“We’re not bad people but we did a bad thing.” İşte böyle çekici bir cümleyle insanoğlunun doğasındaki karanlığa ve kötülüğe aydınlık evlerden, aile birliğinden, kardeşlik bağlarından ve kutsal sayılan sevgilerden süzülerek açılıyor metin.
Berlin 65. Uluslararası Film Festivali’nde 9 Şubat’ta prömiyeri yapılan Bloodline polisiye dram türünde bir dizi olarak13 bölümüyle seyircisini kazanmayı hemen başardı. Hatta romantik öğelerle karanlık film türünü müthiş bir kıvamda sentezleyerek kendi dilini yaratan dizinin sessiz ve bağlı bir kitlesi de oluştu. Dizi de öyle bir dizi zaten; karanlık, romantik, estetik, dramatik ve hatta biraz teatral!
Senaryosunu basit bir kardeş kavgası olarak özetlemek elbette mümkün! Kaldı ki yüzyıllardır kardeş kavgası kadar doğurgan, metaforik ve ne yazık ki aynı zamanda gayet gerçek başkaca bir meselede yok! Keşke insanoğlu kardeş kavgasını aşacak düzeye gelse de bu metinler yaşamda karşılık bulmasa veya en azından evrensel ol/a/masa… Üç erkek ve bir kız kardeşin anne baba ve birbirleriyle olan hüzünlü ve masum geçmişleri aniden bugünlerinin merkezine oturuyor. Çünkü ailenin defosu, arızası, başarısızı kısacası yüz karası Danny çoktandır terk ettiği ailesine geri dönüyor. Defteri dürülerek itilen ve günah keçisi ilan edilen Danny’nin dönüşü babalarının kabuslar görmesi, yüzleşmek istemediği geçmişinin hortlaması ve inkar ettiği suçluluk duygusunun patlamasına sebep oluyor. Danny herkesin barışık, huzurlu ve temiz sayıldığı aile bireylerinin her birinin üzerine ve içine karanlık bir dert oluyor kısacası.
Üstelik Danny’e kardeşler arası uygulanan haksız ve eşitliksiz yaptırımlar sıradanlaşmış, normalleşmiş ve tüm bireyler tarafından içselleştirilmiş görünüyor. Muhtemelen ince ve uzun planlanmış korkunç hesaplar olmasa da içgüdüsel olarak aileyi ve kendini (özellikle baba) korumak için birini feda etmek kolay, kestirme ve kısa vadede adil bile duruyor. Aslında çocuklarından Danny’i kurban seçtiğinden ya da bundan ölesiye vicdan azabı çekmediğinden değil ama muhtemelen başka türlüsünü bilmediğinden veya kendisiyle yüzleşmeye gücü yetmediğinden. Belki de kendisini en fazla rahatsız edeceği yerden vurarak rahat etmek isteyen bir baba söz konusudur. Sonuçta çocuklarından birini kötü, işe yaramaz, baş belası ilan ederek diğer evlatlarını ve tabii kendini sonsuz bir aklama mekanizması yaratmıştır. Bu mekanizmada yine kendisi en derin sancı, acı ve inkarları çektiğinden bedelini ödemenin ferahlığını da beraberinde yaşar. Bu durumda acısını kendisi yaratan ancak yarattığı acısını çok severek iyiliğini kendisine ispatlayan ve bu iç savaşta kanayan bir aile yaşar. Oluk oluk bir kanama yerine ılık, ince ve her tarafa nüfus eden derin bir iltihap tüm aileyi sarsa da neşeli masalar, başarı üzerine başarılar, şık ve güler yüzlü kalabalıklar en azından görüntü de Danny’den başkaca bir sorun olmadığını söyler. Böylece Danny dahil herkes bir kez daha hem masumiyet hem de sonuna kadar suçluluk tortusuyla dokunaklı, acıklı ve çok riskli aksiyonlara yelken açarlar.
Danny’nin dönüşüyle kardeşler arasında açılmaya çalışılan yeni bir sayfaya çocukluktan süzülen koca bir tortunun gölgesi düşüyor ve hep öncesinin daha da öncesi olduğu ve başlangıcın koskoca bitişlere gebe olduğu hissediliyor. Çünkü hesabı ve hakkı teslim edilmeyen bir geçmişin üzerine beyaz bir sayfa açmanın imkansızlığı tüm iyi niyetli görünen eylemleri sorumsuzluk ve adaletsizlik gibi olumsuz bir denize açıyor. Geçmiş temizlenmediği, arıtılmadığı ve haklar teslim edilmediği sürece tüm taraflar dünyanın en iyi kardeşleri bile olsa bugünü yaşamanın imkansızlığına düşüyorlar, sıkışıyorlar. Beyaz sayfa açmak ve iyi niyetli başlangıçlar için temiz bir geçmişin ön koşul olduğu, aksi takdirde kardeş sevgisinin en büyük tehlike olabileceği görülürken sevgileri başta kendilerini ve halka halka hepsinin iyi niyetini bitiriyor. Kısacası kardeşin kardeş olması için sonsuz iyi niyet ve sevginin yetmediği ve sevginin dönüştürücü, tedavi edici olması gerekirken çok daha fazla yaraladığı ve onulmaz hastalıklara neden olduğu görülüyor. Eh bu haliyle de dizi çok gerçekçi duruyor…
Her bölüm sonunda aslında hiçte sürpriz olmayan bir final seyirciyi beklenen acının, dramın, hüznün riskli sıkıcılığıyla yüzleştirerek adeta hipnotize ediyor. Sıkıcılıkla hipnotize etmek nasıl mı oluyor? İşte bu noktada oyuncuların müthiş performansları, kurgunun ileri geri oyunları ve mekanın atmosfer oluşturmadaki başarısı metni sapasağlam kılıyor. Mekanın dili, karakterlerin konumlandırılışı ve oyuncuların minimal, ekonomik ve gerçekçi performansları metnin yarattığı gerçekliğe hizmet ederek seyirciyi içine çekiyor.
Dolayısıyla bildik konusuna ve sonuna karşın heyecan azalmıyor, çünkü ne oluyor da kardeş kardeşe düşman oluyor merakı ve hayreti her bölümde başka türlü bir işleyiş ve akışla seyircisini kalbinden, vicdanından ve aklından yakalayıp zorluyor. Olumlu/olumsuz pek çok güçlü tartışmaya sebep olması da bu yüzden olsa gerek. Çünkü Bloodline zirveyi zorlamasa da eleştirmenlerin birbiriyle tamamen zıt yorumlarına maruz kalıyor. Yerden yere vuranlar kadar göklere çıkaranlar var; konusu kadar, temposundaki ağır ve ağdalı ancak plot twistlerle şaşırtan gel gitleri ya sabır taşırıyor ya da bağımlısı kılıyor. Hız ve aksiyon yerine aksiyona neden olan şartları sindirerek anlatmayı seçiyor metin. Biraz roman gibi, festival filmi gibi, tiyatro gibi…
Sonunu baştan söyleyen dizi flash backlerden çok flash forwardlarla ilerleyerek seyircisini suni bir ne olacak merakından kurtararak farklı bir akıl ve mantık yürütme pratiğine itiyor. Ne de olsa sezon sonunda ne olacağı ilk bölümün ilk sahnesinden anlatılıyor ve seyirciyi merakta tutan sonu değil insanoğlunun içindeki şeytana yenilmesi için oluşan şartlara nasıl, nerede ve hangi nokta da teslim olduğu. Böylece hem yazar özgürleşebilerek karakterlerinin derinliğine inebilecek katmanlar kazanıyor hem de seyirciye bu katmanları değerlendirme farklılığı sunuyor. Bu elbette çok riskli bir anlatım tarzı ancak tüm katmanların içi iyice doldurulduğundan dizi sistematik olarak geriye doğru ilerlerken karakterler çok daha farklı renkler ve anlamlar kazanıyor. Haliyle heyecansız metnin heyecanı hiç bitmiyor, azalmıyor.