Erkek kardeşiyle kurduğu dans grubundan, oyuncak kedisi Muhsin’in iğnelediği ‘Ahh Muhsin Ünlü’mahlasıyla yirmisinde bıraktığı şiire değin, bolluğun hareketle geldiğini doğrulayan İzmit vakti, Anadolu Üniversitesi İletişim Sanatları’nın Eskişehir’de işleyeceği çocuk için arkalara ilerler Onur Ünlü.
1997 yazına geldiğinde, birkaç arkadaşıyla birlikte okuldan alınan icazeti İstanbul’da Son Ajans kurmaya taşır. Reklam çekimlerinden basılan para, filme yatırılacak, oradan da ver elini Paris…her şey çok güzel olacak nidalarıyla başlanan hayal-i memnu, ilk reel durağı televizyonculukta suni teneffüsün de ayrı bir güzelliği olduğunu tadacaktır. Deli Yürek, İstanbul Şahidimdir, Görünmez Adam, Körfez Ateşi gibi pek çok dizinin senaryo yazarlığı ve reklamcılıkla pekişen dilim, öncesinde arttırılanlarıyla ilk filmi Polis’in(2006) zeminine çıkaracaktır. Keder ve mizah, aynı ritmden kameraya geçerken seyirci, küçük zaman içinde değişen, evvel zaman içinde kenarda donan grafiğini serbest vuruş ortaklığına bırakır…büküp kırıştırdığı göz altı torbanı alıp hışımla gönderecekken onca damlacığı, aynı anda gülmeni kapatmak için elini ağzına götürürken bulursun… kapatmasan da utanmazsın; utanmayı hatırlamazsın. O ana dair yapılan hazırlıklar, ezilen iç salgı bezleri güldüren paketin çıkartıldığı ana kadar solunumdayken kırmızı yanar…kısa ömürlü her şey için. Sıkıntıyı uzun yaşatmama kararı, slogan temelli-ince belli yönetmen tamlamaları ürettirip yurt genelindeki hava değişiminden şükran, şemsiye ve ıslanmış mutlu kafalar düşürür…gök, birden fazla aya, güneşe alışmışken, Ünlü topumuzu çalışmaya çağırır. Senaryoyu esas mevzu olarak gören‘Asıl işim senaristlik bazen fazladan bunları çekebiliyorum’ diyen naiflik, iç kuliste, hikayeyi not almaksızın akılda tutup kıvranma süreçlerine tabii bırakacak ve bekleyişi 7-8 yıl sürebilen hikayeyi bir ay içinde senaryoya adapte edecektir. Jelatini görene dek devam eyleyen muallak süreci seyircide dursun, yönetmen için senaryo tamamlandığında film de bitmiş sayılır. Hikayeyi duygusuna hakim olduğu karakterler üzerinden çalıştıran Ünlü’nün, kusan-hasta-ölümü satrançla karşılayan-kucak dolusu ibadet eden insanlar, yoklamada noksan veren aileler, Dünya Tuhaf(iye)’nin kalabalığındaki görünmez adamlar gibi özenle işlenmiş her kahramanı polaroid bir tanıdıklıktadır. Şeytana uyup çalan olsa hemen bulunur ki tek kullanımlık bu karakterlerin Ünlü odağında bekletilmiş olmadığı anlaşılır. Tereddüt yerine taşıdığı aktüel kamera ekibi , her öykünün ivmesine uygun planlar olarak dolaşır. Hızlı geçişler, bitmiş görünümlü devam sahneler, sonu patlayıcıyla desteklenen kesikler,tuşesi yüksek sinemasındaki genel anlayışıyla tutarlıdır…anlatma biçimi anlatılandan muktedir. 1-1,5 saatte olup bitecek, ölümlü hedonistler için hazırladığı kuşağın nerede geçeceği , yönetmenin önceden sahne sahne belirlediği, titizlikle zaman ayırdığı bir diğer unsur olur. İç mekan-dış mekan ayrımında, hikayenin gereğine hizmet eden bir ağırlık söz konusuyken, küçücük çarşıya dev bir karakteri yerleştirmekten kaçınmaz ya da hangi köşede dönmek istiyorsan orayı mümkün kılar. Sinefil tarihçesi, küfe küfe arşivi bulunmayan yönetmenin Woody Allien, Jim Jarmush gibi sinemacılara ayrı bir algı taşıdığı çelişki yaratmazken,yapılan işler takipçiden ziyade üretici, taşıyıcıdan çok bulaştırıcı olarak görevlendirildiğini doğrular. Kuvveti büyük şeyleri aynı anda taşıyamayacağımız, sert iklim ülkesi olduğumuz realitesinde mutabık olup Ortadoğu göbeğinde oluşan çocuk da yaparım,kariyer de cömertliğine inanmayan tarafına karşın, elektrikler kesildiğinde ilişkimizin kesildiği 100 senelik bir mevzu olan sinema, tümden bel bağlanan, her detayın anlamlandırılmaya çalışıldığı bir şahika da değildir onun için. Ortaokulda aldığı daktilonun üretimi durduramama hediyesi, tek tip bir konsantrasyonla her yıl film çeken, televizyonculukta kendi galaksisini kuran yönetmen için üzerine iki de fiyonk atar; amacı ‘eğlendirmek ve eğlendirmek’ olan. Katharsis meselesine karşı duran anlayışla, bilinçli bir haz alanıdır yönetmeninki, biraz da bölücü…uyanık zihne endorfin kaçıranlar ile gerçeklik duygusu zedelendiği için bir sonraki araştırması geciken bilim insanlarını toplar(!) Sözün kısası ‘ortalama bir filmdi’ diyerek çıkılmaz sinemadan, ‘fena değildi’ hiç değil… seversin; çünkü Türk Sineması içinde kara mizah ve absürd anlayışta bu denli filmik bir şeyle doymamıştın,sevmezsin; çünkü inandırıcılıkla gerçeklik arasındaki uzatma kablosunda delik var. Bu provakasyon, iyi işin geleneğini bozmadan ön saflarda giden azaplar olarak ekibin aile içi hatırına kadar ulaşmasına karşın,reyting mücadelelerini rövanşsız bırakmamış, televizyon yapımlarında ve dolayısıyla her yıl yeni bir filmle perdede itici güç olmuştur. Diziden kazandığını sinemaya yatırıp ‘Bizim gibi sevenler olursa birlikte izleriz’ yaklaşımıyla kendi sevdiği sinemayı, seyirci gözüyle yapar, Sevilmek için manevrasını alan kedigile uzak, ufuksuz saksağana yakın sinemasına, balçıkla cila atmaktan korkmayan, uçulacak süpürgelik için tarif almayan anlayış, yatırılan paranın geri gelme beklentisi bir yana (son filmi İtirazım Var’da bu beklentisizlik daha da ileriye taşınmıştır)kendi montajını kendi yapmasının bedeli gömülmeyi gerektiriyorsa diziden gelen-sinemaya giden trafiğini tereddütsüz açar. Kültür Bakanlığı’ndan ayrılacak fonun kenara iliştireceği not için buzdolabında yer bulunmaz…zira tüm notlar kafasındadır. Doz aşımında artist ruha hazırladığı kahramanlarını,tam da bu yüzden zehirlerken gözünü kırpmadığı gibi kırpmaz yapımlarında, seyirci kırpıştırmaları için 5.kattaki kahramanını tek planda aşağı atabilir; oyalamaz…tutumlu ve istikrarlı kan kaybının tedavülle ilişkisini kesebileceği fikrinde oyalanmaz. ‘İçeride ve dışarıda bükülmeyen bir onur’ söylemi, sinemacılara atfedilen kutsiyeti ters bulmasına karşın usulca yerine bırakılmalıdır yönetmen için.Semaver Kumpanya’dan sirayet eden stabil oyuncu kadrosu, seyircinin sinema perdesi-televizyon makinesi ayrımı yapmaksızın benimseyerek sevdiği başarı ortakları gibidir. Filmlerinde kadın karakterlerin baskın olmadığı, ağırlık merkezinde erkek kalabalığının olduğu tespitini kabullenerek kümedeki kadın seyrekliğini,daha fazla çalışması gereken bir alan olduğu savunusuyla yatıştırır. Zihni aynı sayıda dişten bir grup turbo çalışma arkadaşı muazzam işlerin gürlüğünü arttırır. Pek çok yönetmenin aksine müzik , manipüleyi tavan noktasına taşımaktan çekinmeyen tavrıyla, kan değerlerindeki her değişimde devrededir. Birkaç dostuyla kurdukları Leyla The Band grubunda davul çalan yönetmen, cömert bir yol arkadaşı olarak teybi hiç kapatmaz. Deli Yürek dizisi ile başladığı ve içlerinden az sayıda iyi yapım çıktığını belirtmekten sakınmadığı televizyona yönelik projelere, 2009 ramazan döneminde ‘Kısa’ca Ramazan: Kamil İnsan’ kısa filmiyle sakince girerken 2011’de Leyla ile Mecnun’u ekleyerek yine seyirciyi çalışmaya çağırır; bu kez evinde uyukladığı koltuktan ve yine yukarıda bir yerlere. Leyla ile Mecnun, ekibin sevdiği bir iş olmasının yanı sıra, seyirci için de önemli bir görevdedir; gündelik dilimizden kullanmaya kıyamadığımız tüm loblara neşesiz suratlarımızdan içeri dalmıştır. Sonrasında her zaman iyilikle bahsedeceğimiz Meral Okay’la girizgah yaptıkları Şubat( 2012) ve kısa zamanda hazır edilmiş Ben de Özledim(2013) dizileriyle televizyon yapımlarından da iyi şeyler çıktığı iknasında toplanırız ve dış mihraklı tüm ayrılıklara karşın Beş Kardeş’le(2015) bir araya gelmişken bir cihaz ölçümüyle daha finalleriz. Kısa süreceği ümit edilen bu elektrik kesintileri, oturacağı yeri kendi feneriyle bulma meyili ve rızası edindirilmiş seyirciye sinemada uğramaz…zira burada tüm notların yönetmenin kafasında olduğunu, dışarıdan bir şey sokmanın yasak olduğunu üst satırlarda yaşatmıştık. 2006 yılında uzun metraj ilk filmi Polis , cinayet masasında kıdemli polis olan Musa Rami(Haluk Bilginer)’nin aşk, iş ve aile üçleminde kendinden emin hareketlerinin kabul edilmediği diyardan başka bir seyahate mecbur bırakılışı zemininde, gücünü yanlış ölçümleyen, kulakları uyarılara tıpalı bir adamın düzlük bırakmayan beyhude mücadelesidir. Kurt Vonnegut Jr.’a ait ‘’Bir insanın sadece gerçeklerle yetinmesini aklım almıyor’’ cümlesiyle açılan filmde, ‘’Takeshi Kitano Türk olsaydı nasıl film yapardı?’’ ağırlığındaki seyir yorumlarının üstünden atlayarak tam karşısındaki algıdan Musa Rami’yle alt üst etmeye geçiniz. Vakit duyumdan fazlasını takdim etmiş, Onur Ünlü o güne değin yapılmayanla oynamış, Haluk Bilginer çok sevdiğim bir film oldu diyerek, yönetmenin her filmine talip olmuş gibi başvurulacak pek çok kaynak sahipliğinin yanı sıra Polis, mübalağaya kayabilecek sularda olmasına karşın bunu başarıyla kontrol edilebilmiş daha da önemlisi o güne değin örneği olmayan bir yapım olmuştur Türk Sineması’nda. En iyi intihar sahnesi bul, piknikteki aile dansını uygula, üç kez tekrarlanan park sahnesinden gerçeğe en uzak olanı seç, ödülü kazan…absürd komedi ya da kara mizah, içinden misin dışından mı ayrımcılığı(!) ilk saniyelerinde verilebilecek tehlikeli bir alan olarak teşebbüsünde çekimser kalanlar için bir rehberi rahatlıkla işaret edebilir ve 18. Ankara Uluslararası Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu ödülünü Haluk Bilginer’e verebilir bitiminde. Çocuk(2008), Güneşin Oğlu(2008), Beş Şehir(2009), Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi(2011), Sen Aydınlatırsın Geceyi(2013) ve İtirazım Var(2014) ile devam eden filmografiyle tanışıklıktan kuleler yapmak için gerekli malzeme listesine sahip ve mağrurluğundan bir parça harcamış seyirciler olarak kabullenmişizdir ki Onur Ünlü sakin dövüşmektedir,kırılan kol birazdan yerine gelir.2013 yılında yapımcılığını yine Funda Alp’le üstlendiği, Sen Aydınlatırsın Geceyi filmi için insanüstü kadroyu bu kez ‘her sokağında ayrı bir intihar etmek istersin’ dediği Akhisar’da(babaannesinin evinde) toplayan yönetmen, yine yukarı kattan seslenir… bize iki güneş, üç de ay almıştır.Çatıdaki manzarayı, Türk Sineması’ndaki en iyi yapımlar içine ilk seyirde alırken, keder ve mizahın birlikteyken bu kadar çok edebildiğini ustalıkla perdesine işler. Konu basit, katılım allerjen duyarlılığa davetkar, zemin doğa üstü güçleri olan kahramanlardan engebelidir…küçük yaşta annesi ve kardeşlerini yangında kaybeden, Çiçek Berber’in sahibi babası Yakup Çiçek( Ahmet Mümtaz Taylan)’le yaşayan Cemal(Ali Atay), küçültemediği travmaları, kasabadan büyük- alıcısı olmayan otonom fikirleriyle sıkıntılı sıkıntılı yaşarken Yasemin(Demet Evgar)’le başlattığı balad kaç parça edecek, ilk kim detone olacak ve yırtılan ses teli kaç denemede dikilecektir. Senaryosunu tedavi sürecindeki 2-3 aylık dilimde, Moda’daki evinde tamamlayan yönetmen, siyah-beyaz çektiği filmi vizyon sürecinde dağıtıma vermeyip gösterimlerine eşlik ettiği bir seyir ağı sunar. Oyuncu yönetimi, yakın ve ters plan çekimler, yavaşlatılan sahneler, ses-efekt ve müzik kullanımı ile beğenisi ölçümlenemeyen bir yapımdır, adını W. Shakespeare’in 28. sonesinden alan Sen Aydınlatırsın Geceyi. 32. İstanbul Film Festivali, En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Kurgu, FIPRESCI ve SİYAD En İyi Senaryo ödülleri geledursun Ünlü, sıradaki kahramanını düşünmektedir. Milli Cinayet Koleksiyonu adı altında on filmlik serinin (Polis,Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi ve İtirazım Var) devamı, yüksek bir bütçeyi gerekli kılacak Kırık Kalpler Bankası ya da Shakspere’den uyarlamayı düşündüğü Romeo-Juliet (futbol,eroin ve aşk üzerine)’in proje vaziyetinden dönüşümünü beklerken, satır sayısı gereği iki filmini çekiştirmeye çalıştığım Onur Ünlü sinemasını, dirilttiği seyirci ve hiper-realist(!) kanun namına Ülkü Tamer’le kapatmalı… sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata, ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta.
*Ülkü Tamer, Ben Sana Teşekkür Ederim, Adam Yayınları,2003
Didem PEKER BAŞARAN