Bu hafta vizyona giren Piyasadan Büyük Alacağımız Var filminin yönetmeni, senarısti, oyuncusu ve herşeyi olan Genç Kafa grubu başlarından geçen gerçek bir olayı filme çekmişler.

Genç insanların enerjisi bir başka oluyor. Toplumun veya düzenin sıkıştığı yerlerde bazen onların hiçbir şeye ait olmama durumu farklı refleksler geliştirmelerine sebep oluyor. İşte sinema endüstrisinde böyle gencecik bir grup dizi çekmek için senaryo yazarlar ama şirket onların projesine el koyar. Bakarlar kime gitseler işin içinden çıkamazlar. Onlar da bildikleri yolla yani sinema ve mizahla bu durumu sinemaya aktarırlar. İşte böyle gerçek bir olayı konu edinen filmi kotaran Genç Kafa ekibi bu hafta konuğumuzdu.

İlk önce, Genç Kafa ile başlayalım. Nasıl oluştu bu grup?

İzzet Başlak: Biz hepimiz Müjdat Gezen Tiyatrosu oyuncularıyız. 2008’de genel olarak giriş yaptık ve 5 sene oyunculuk yaptık orda. Aradaki samimiyet ilerledikçe beraber iş yapmamızla beraber aradaki sinerji de ilerlemiş oldu. Orada genel olarak siyasi oyunlar oynanıyordu. Biz biraz daha insanların beynini boşaltabileceği, absürt komedi tarzında oyunlar yapmak istiyorduk. Bir grup oyuncu olarak ordan ayrılıp Genç Kafa’yı oluşturduk. Bu yolda da Mimar Sinan Sinema Televizyon mezunlarının çektiği kısa fimlerde oynuyorduk sürekli. Konservatuarda bizim nasıl okurken sahneye çıkıp oyun oynamamız gerekiyorsa onların da dersleri için kısa film çekmeleri gerekiyordu. Ekin Akçay (Yönetmen) daha okula yeni girmişti. İlk kısa filminde beraber oynadık. Ondan sonra uzun metrajlarda da birlikte oynadık. Oradan gelen bir tanışıklık vardı. Ekin de mezun olduktan sonra, oyuncular var, kamera arkası grubu var, yazabiliyoruz da… Neden artık kendi işimizi kendimiz yapmayalım ki dedik. 2012 yılında oturduk, ilk bir dizi polisiye yazarak başladık. Ondan sonra tiyatro geldi, sinema geldi ve bu şekilde bu güne kadar devam etti.

Peki şimdi, tiyatro, sinema, hepsinin senaryosunu siz yazıyorsunuz. Bu tiyatro sinema macerasının devamı gelecek mi?

FURKAN: Aslında geçen yıl konuştuk biz bunu. Ünlü değilseniz, tanınmış değilseniz tiyatronuza seyirci çekmek konusunda sıkıntı yaşıyorsunuz. Biz de biraz tanındıktan sonra tiyatroya adım atacağız fakat önceliğimiz bu işi devam ettirmek.

İzzet Başlak: Şöyle bir şey aslında, Türkiye’de çok fazla konservatuar olduğu için çok fazla oyuncu var. Ancak Türkiye’de bu kadar oyuncuyu kaldırabilecek bir tiyatro yok. Böyle olduğu zaman artık yeni mezunlar tecrübeleri yokken, işi henüz tam bilemiyorken yeni tiyatro grupları kurup bilet satmaya başlıyorlar. Seyirciler de o oyunlara gittikten sonra hem zamanını hem de parasını kaybetmiş, üstüne bir de memnun kalmamış oluyor. Bir kalite problemi var. Kalite düşmeye başladı. Seyirci tiyatroyu dizi gibi düşünmeye başladı, gitmek istediği oyunun afişine bakıyor, tanıdık oyuncu varsa gidiyor. Ancak tanıdık birileri yoksa gitmek istemiyor. Dünyanın en güzel oyununu dahi çıkartsanız sizin yüzünüzü tanımıyorsa girmek istemiyor o oyuna.

Senaryo ve yönetmenliği biraz ayrı koyuyorum. Ancak özellikle oyunculukta bir ustanın yanında yetişmek denilen bir durum var. Yeşilçam döneminde çoğunlukla böyleydi. Yönetmenler de oyuncular da bir ustanın yanında yetişirdi. Fakat son dönemde, bilemiyorum belki usta azalmıştır, biraz genç bir enerji var. Bu konuda bir eksiklik hissediyor musunuz? Bir usta oyuncunun yanında yetişmek ve onu incelemek konusunda bir eksiklik hissediyor musunuz?

İzzet Başlak: Biz hepimiz Müjdat Gezen’li olduğumuz için hepimizin yetiştirilme yapısında bu var. Bir yandan okurken bir yandan oyun oynadık. Artı olarak oranın bütün kadroları ustalar ve öğrenciler karışıktır. Bizim ustalarımız vardı. Bizim dersimize girenlerde Ayşen Gruda da vardı Müjdat Gezen de vardı zaten Yeşilçam’dan gelen isimler yetiştirdi bizi. Onlarla beraber sahneye çıkma fırsatı da bulduk. Müjdat Gezen’in kendi yazdığı yönettiği oyunlarda da bulunduk. Biz bu kültürle geldiğimizden dolayı eksiklik çekmiyoruz. Diğer kesim bir eksiklik çekiyor mudur bilemiyorum. Ekin de Mimar Sinan’da okudu ki onun da hocaları oldukça ustaydı.

Ekin Akçay: Benim de işte Metin Aksan olsun, Memduh Ün olsun… Yabancı değiliz ustalara.

Peki daha önce, kısa filmler çektin, bunun dışında yönetmenlik tecrüben yoktu. Diğer kadroyu nasıl kurdunuz? Sanıyorum ki misafir oyuncular da var. Sonuçta dediğiniz gibi fazla tanınmasanız da iyi bir kadroyla bir sinema filmi çektiniz.

İzzet Başlak: Bizim 2012’de yazdığımız, dizi projesi dediğimiz şey bizim haberimiz olmadan yayına girdi. Filmin hikayesi gerçek. Zaten bizim olayımız “İzlediğiniz tüm hikayeler gerçek, tüm kurum ve kuruluşlar hayal ürünüdür.” Böyle bir şey olduğu için bizim gittiğimiz ustalarımız, yakın dostlarımız bizi çok fazla destekliyor. Ellerinden geleni yapıyorlar. Fragmanları, afişleri paylaşıyorlar, tavsiye ediyorlar vesaire. Film de bu şekilde oldu. Bizim hikayemizi bildiklerinden dolayı zaten film olayı çıkınca herkes sorgusuz sualsiz geliriz dedi.

Bu film için sektörün bir protestosu, bir tepkisi de diyebilir miyiz?

Rabia Tutal: Evet diyebiliriz. Bitti. (Gülüşmeler)

İzzet Başlak: Aslında şöyle bir şey oldu. Konuştuğumuz zaman bizim yaşadığımızı yaşayan yani bir şeylere başlayıp da kaptıran çok fazla insan var. Fakat bunun bir sinema filmine dönüştürülüp seyirciyle buluşabilecek hale getirilmesi hiç yapılmamış bir şey. Çok çekici geldi bu seyirciye. Bizim o zamanlarda söylediğimiz bir söz vardı zaten, “Biraz kabadayı adamlar olsaydık silah çekerdik ama mecramız olmadığı için film çektik.”

Son dönemde bir çok komedi filmi var, Türk sineması neredeyse komedi ve korku üzerinden hareket ediyor. Ancak komedi sineması, Yeşilçam’ın trajikomik komedisinin dışında komediler. Sizin filminizin farkı neydi?

Ali Yiğit San: Bizim filmimizin farkı, diğer filmler için bunu söylememem doğru olmaz fakat bizim filmimizde samimiyetimiz ön planda. Çok sıcak ve samimiyiz. Her izleyen filmde kendi çevresinden birilerini bulabiliyor. Her karakter yakın. Alışılagelmiş karakterler. Çünkü Yeşilçam’dan yararlanıyoruz karakterleri yaratırken. İçten olmamızın farkımız olarak ortaya çıkacağını düşünüyorum.

Peki filmin draması? Her ne kadar film komedi de olsa filmi güçlü yapan onun dramasıdır. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Ekin Akçay: Bir kere öykümüz çok sağlam. Günümüzdeki komedi filmlerine bakarsak, evet büyük bir emek var, seyirciye ulaşıyor vesaire. Yeşilçam’dan farkı şu, evet sinematografisi daha iyi fakat hep hikayede bir aksaklık var, tam olarak seyirciye bu yüzden ulaşamıyor. Ne olursa olsun bizim seyircimiz sinematografisiyle pek ilgilenmiyor. Hikayenin sıcaklığı insanlar için daha önemli. Biz dramayı kurarken özellikle bunu göz önünde bulundurduk ki benim ve arkadaşlarımın eğitiminde de zaten bu vardı.

İzzet Başlak: Bunu bir eleştiri olarak söylemiyorum fakat biz yola çıkarken aslında ne yapmak istediğimiz, ne konuda uzmanlaşmak istediğimiz konusunda hep Yeşilçam’ı göz önünde bulundurduk. Buradaki herkes Yeşilçam hayranı. Hepimiz günde en az 1-2 tane Yeşilçam filmi izliyor. Yeşilçam’ı örnek alırken ilk ön plana koyduğumuz, bu gün bulamadığımız şey aslında filmlerin sıcaklığıydı. Belki olanakların düşüklüğünden, yokluğundan dolayı sıcaklık ve yaratıcılık daha ön plana çıkıyordu. Günümüzde profosyonelleşmeye çalışıldıkça bu sıcaklık ve samimiyet daha geri plana düşmeye başlıyor. Artı olarak şöyle bir şey düşünüyorduk, “İşte ben bir senaryo yazdım, bir yönetmenle anlaştım, yönetmen gitti yapım şirketiyle anlaştı, 4-5 tane oyuncu buldular, oyuncuların hepsi ilk defa orada tanıştı. Hadi gidelim çok sıcak samimi bir film çekelim.” böyle bir şey olamaz. Arzu Film ekolünden gelen o sıcaklığın sebebi de bence ekibin hiç bozulmadan yıllardır gelmiş olması. Günümüz komedilerinde özellikle senaryo konusunda bizim gördüğümüz kadarıyla bir sıkıntı var, bu da şu, filmin başında bir sorun ortaya çıkıyor, o sorun skeçlerden oluşan espri üzerine kurulu devam ediyor ve en sonunda da iyi veya kötü bir sona bağlanıp bitiyor. Skeçlerden oluşan bir film izliyoruz. Bizde işin farklı olan kısmı, baştan başlayan ve sonuna kadar akan bir hikaye var. Hani “Baştan verelim de sorunu sonra esprilerini yapalım, espriler bitince de finale bağlayalım.” yok.

Peki şimdi, karakterlerin çok fazla olması hem yönetmen açısından hem de filmin karakterinin oturması açısından sorun yaratabilir. Sizin senaryoyu yazarken, karakterleri de siz oynadığınız için, senaryoya ne kadar bir etkiniz oldu? Bu kadar insanın karakterini bir filmde görebilecek miyiz?

Ali Rıza Kara: Zaten bunu yazan arkadaşlar bizleri düşünerek yazdı. En iyi neyi oynayabileceksek, neyi köpürtebileceksek ona göre yazıldı. Bu yüzden pek de zorlanmadık. Yönetmenimiz Ekin de zaten bizden ne alacağını çok iyi bildiğinden dolayı zorlanmadı.

Peki sette bir etkiniz oldu mu? Sizin kattığınız şeyler oldu mu? Çünkü sonuçta aslında belki profosyonel ancak amatör bir ruhla yapılanmışsınız.

Ali Rıza Kara: Aslında şöyle bir durum var, biz 7 senedir beraber tiyatro yaptığımız için birbirimizden ne alabileceğimizi ne verebileceğimizi bildiğimizden zorlanmadık.

İzzet Başlak: Bizim 4 sahnemiz sette yazıldı. Oyuncular bizim hatrımızla geldiği için belirlenmiş tarihlerde dizi setinden izin alamayıp gelemeyen oyuncular oldu, başka sorunlarla karşı karşıya kalıp gelemeyen oyuncular oldu… Ondan dolayı 3 veya 4 sahneyi biz sette yazdık.

Normalde Türk sinemasında siyasete uzak bir yapı vardır. Siz de dediniz ki biz geçmişimizde biraz daha politik yapıtlarda yer aldık, peki, sinemada bundan uzak durmanızın sebebi nedir? Bundan sonra bunu biraz pişirecek misiniz?

Ekin Akçay: Pişirmek pek de düşündüğümüz bir şey değil aslında, pek de tarzımızı yansıtan bir şey değil. Siyasi konularda düşündüğümüz, şu şekilde gideriz dediğimiz bir şey yok. Biz sonuçta kendi dilimizi oluşturduk. Sıcak samimi bir dil olduğunu da biliyoruz. Politik yapıtlar ayrı bir kulvar. Yapana her zaman saygı duyarız, keyifle de izleriz ama biz değiliz onu yapan.

Rabia Tutal: Hepimizin ekip olarak bir siyasi duruşu, görüşü var fakat siyaset bizim için hiçbir zaman bir araç yahut amaç olmayacak çünkü insanların kafalarını boşaltmaya ihtiyacı var. Her tarafımız zaten siyaset. Sağa dönüyorsun siyaset, sola dönüyorsun siyaset… Hem kendimiz hem de izleyenlerimiz için bir nefes alma alanı da oluşturuyoruz aslında.

İzzet Başlak: Farklı yayın organlarının yaptığı haberleri okuyunca veya izleyince farklı farklı kesimlere hak verebiliyorsunuz, o tarafın açısından bakıyorsunuz, o da haklı. Bu tarafın açısından bakıyorsunuz, bu da… Tiyatro biraz daha yerel olan bir şey ama sinema daha kitlesel. İşin dizi kısmı da var. Siyaseti katsak kimseyi mutlu edemeyiz. Siyaset her kesmi memnun edebilecek bir şey değil. Mutlaka bir kısmı kaybediyorsunuz. Biz siyasi açıdan bir yere bağlı olan insanlar değiliz. Kimseye yaranmak gibi bir derdimiz de yok.

Problem zaten burada yaranmak değil de, burada aslında karşıdaki gazetelerin, yayın organlarının veya insanların neler düşündüğü önemli değildir, sanatçı kendi ürettiğinden mesuldür ve bir derdi varsa üretir. Bu yüzden bunu yaranmak değil, bir hissi veya bir amacı ifade etmek olarak nitelendirmek gerekiyor.

Ekin Akçay: Asıl hayat dediğimiz şey zaten siyasetten üstte bir şey. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Yeşilçam’da da mesela asıl hayat gösterilirdi. Toplumun sorunları da işlenirdi fakat siyasete bulaşılmazdı. Yaşanan sorunlar gösterilirken direkt olarak seyirciye ulaşıyor.

Ali Yiğit San: Bizdeki herkes farklı siyasi görüşleri olan insanlar. Tam tersi gibi gözükürken bu kadar uyum içinde olmamızın sebebi belki de bu. Uyum içinde de yapılabiliyor. Sosyal yaşama yansıtılması gerekmiyor siyasetin.

Dünya sinemasında işler şu şekilde yürür, arkadaş grupları veya birbirinin dilinden anlayan yönetmenler. Genelde bu insanlar aynı gruplar içindedir ve konuşarak üretirler. Hatta büyük akımlar Fransa’da olsun, Amerika’da olsun bu şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye’de ben uzun zamandır yaptığım röportajlarda böyle arkadaş gruplarının ve beyin fırtınası yapan insanların eksikliğinden dem vurulmuştur. Halbüki siz zaten kendi içinizde bir grupsunuz. Bu beyin fırtınalarını grubunuz içinde yaşıyor musunuz? Üretmenin dışında, üretmek için dolduracağınız tartışmalar nelerdir?

İzzet Başlak: Bu film için konuşayım, bizim bu senaryoyu yazmamız 15-20 günümüzü aldı ama senaryoyu konuşmamız 4 ay sürdü. Beyin fırtınası derken, bizde aslında beyin fırtınası bizde uzunca bir süre devam ediyor. Tiyatroda bir çalışma vardır, “Benim bir karakterim var, karakterimin şöyle bir özelliği var, neden?” diye bir olay. Eğer bu neden sorusunun bir cevabı yoksa veya seyirciyi tatmin etmiyorsa o özellik olamaz, bitmiştir. Neden sorusunun cevabının her zaman olması gerekiyor. Beyin fırtınasını biz bu şekilde yapıp hiçbir açık nokta bırakmamaya çalışıyoruz.

Okan Sağlam: Şu da var ki, biz bu işe girerken bütün egolarımızı arkamızda bıraktık. Fikir üretmeye başladığımız noktada “Aa benim fikrimi beğenmediler ben de sonra onların fikirlerini beğenmeyeyim de görsünler günlerini.” gibi bir olayımız yok. Diğer tarafta bahsettiğiniz noktada bu egolar birazcık çarpışıyor. Biz bu egoları her konuda bıraktık. Atıyorum senaryo konusunda değil de, İzzet’in iyi oynadığı bir sahne varsa o benim hoşuma gidiyor. Birisi birimizle alakalı güzel konuşuyorsa bu benim hoşuma gidiyor. Arkadaşlarım adına gururlanıyorum.

İzzet Başlak: Birisi işi beğeniyorsa, neyi veya kimi beğendiği önemli değil. Atıyorum birisi “Ben Yiğit’i beğendim.” dese bu beni mutlu eder çünkü bizim ortaya koyduğumuz şeyin içindeki bir şeyi beğenmiş.

Sizin senaryoyla ilgili yaklaşımınız nedir? Kamera arkasına yaklaşımınız nedir? Yoksa sadece oyunculuk olarak mı devam etmek istiyorsunuz?

Rabia Tutal: Ben sadece oyunculuk olarak devam etmeyi düşünüyorum şimdilik. Zaman ne gösterir, ilerde senaryo kısmında olur muyum bilemiyorum ama şimdilik oyuncu kısmında olmak, arkadaşlarımla olmak benim için yeterli.

1980’lerde ve 90’ın ikinci yarısında feminizmin çok büyük etkisi vardı. Ancak 2000 sonrası, yeni Türk sineması diyoruz, bir suskunluk bir sakinlik… Hem kadın oyuncular bağlamında hem de yönetmenler bağlamında böyle. Bu noktada ne düşünüyorsunuz? Bunu değiştirmek için bir enstruman olmak ister misiniz?

Ali Rıza Kara: Biz cevap verelim kadınlar cevaplamasın. (Gülüşmeler)

Rabia Tutal: Enstruman olur muyum? Bilmiyorum. Bununla ilgili iddialı sözler söyleyecek bir durumda değilim şu an ancak insanların içinde bulundukları projelerin de bu anlamda oldukça bağlantısı olduğuna inanıyorum ben. Bir şeyin içinde olmak istemiyorsanız olmazsınız. Bir şeyin içinde olup da bastırılmak o işin içinde hiç olmamaktan daha iyidir. Çok şükür ki ben öyle bir şeyle karşılaşmıyorum burada. Başka bir şey eklemek isteyen var mı arkadaşlar? (Gülüşmeler)

İzzet Başlak: Aslında çok derin bir soru sordunuz. Yeşilçam filmlerine bakıldığında çırılçıplak soyunabilen figüranlar var. Onlar biraz daha cesurlarmış. Günümüzde de aslında cesur oyuncular var.

Olay aslında çıplaklık değil. Müjde Ar oynarken Teyzem’i oynarken veya diğer filmlerde oynarken onun oynadığı kadın rollerinin ezilmişliği problem. Filmler o gün bunu dert edinirken bugün önemsememesi problem.

Ekin Akçay: Sadece feminist filmlerle de alakalı değil, daha cesur filmlerden daha kapalı filmlere giden bir sinema yolu oldu. Ben bu konuda feminizmle alakalı bir şey söyleyemem fakat İzzet’in dediği gibi bu sektörde sorunlar vardı ve hiç film yapılmamıştı ve biz film yaptık. Bu da kapalılıktan dışarı çıkmaktır. Ama sadece işin o boyutunu sırtlamak gibi bir düşüncemiz yok.

İzzet Başlak: Bunu sinemada yapabiliriz. Ortaya çıkartacağımız şeylerde değinelim mi değinmeyelim mi diye düşünülecek zaten. Ama işin televizyon kısmında zaten ne de olsa yayınlanmayacak gözüyle bakılıyor. Mesela ben bir film izledim. Adam “Gay misin?” dedi. Gay kısmı bipliydi. Yani gay sözcüğü bile bipliyse artık ne yapılsın? Ne yapılabilir ki? Bu kadar kapalıyız şu an.

 

Peki sizin ekleyebileceğiniz şeyler var mı filmle ilgili? Herbirinizin düşüncelerini almak istiyorum son bir kez.

Okan Sağlam: Filmin konusu, aslında tiyatrodan yola çıkan gençlerin sorunlarından başlıyor. Aslında iyi oyun yapmalarına rağmen seyirci çekemeyen gençlerin başka bir atılım yapıp kendilerini tanıtma çabalarıyla başlıyor. Daha sonra sektörün azizliğine uğrayan bu gençler bir proje yazıyorlar. Sonra bu proje bir kanal tarafından araklanıyor ve yayına sokuluyor. Dava açıyorlar. Başlarına başka dertler de açılıyor vesaire. Daha sonra hadi film yapalım diyorlar, en iyi yaptığımız şey bu. Bu sefer orada da başka dertler açılıyor başlarına. İnsanlara biraz sektör üzerinden yaşadığımız dünya üzerindeki adaletsizliği anlatmaya çalıştık. Özellikle esinlenme yoluyla nasıl fikir çalınabildiğini anlatmaya çalıştık.

Bu film içinde bir protesto barındırıyor ve sektörün belli bir kısmına atıfta bulunuyor. Peki, yapımcıyı nasıl buldunuz?

İzzet Başlak: Yapımcımız Sami Dündar, 2013 yılında oynadığımız bir oyuna davet etmiştik kendisini, oyunu beğendi hatta oyundan sonra soyunma odasına gelip projelerimiz varsa değerlendirebileceğini söyledi. O anda bizim giden dizi projemiz vardı ve götüren tarafla görüşme halindeydik. Biz de o an elimizde proje olmadığını ama daha sonraki projelerde görüşmek istediğimizi söyledik. Sonra başımıza bu olaylar geldi, biz de sinema filmine dönmeye karar verdik. Hatta senaryo yazılmadan önce “Şöyle şöyle bir projemiz var içinde bulunmak ister misiniz?” diye sorduğumuz konuk oyuncular vardı. Olur dediler saolsunlar. Daha sonra sırf konuk oyunculara özel roller bile yazıldı. Biz Sami Abiye gittiğimizde oyuncu kadromuz, kamera arkası ekibimiz, mekanlarımız büyük ölçüde hazırdı. Sadece bizim bütçeye ihtiyacımız vardı. Hazırladığımız dosyayı Sami Abinin önüne koyduk, inceledi. Sonra “Bu iş tamamdır benim için.” dedi. Aslen o da ticari olarak düşünmedi bu işi. Destekçi olarak girdi. “Zaten her şeyi hazırlamışsınız. Çekmek kalmış, ben de destek veriyorum. Ne gerekiyorsa yapalım.” dedi.

Bir kara liste varsa, bilmiyorum var mı fakat, kara listeye alınmaktan korkmadınız mı?

Ali Yiğit San: Hiç korkmadık. Korkmamızı gerektirecek bir durum yok. Zaten mağdur olan biziz burda. Bir de kara listeye alıp ne yapacaklar?

İzzet Başlak: Yıllardan beri insanların korktukları bu olmuş böyle olaylarda. Eğer üzerine giderlerse iş bulamayacaklarından korkmuşlar. Ancak bizde böyle bir durum yok. Biz zaten kapalı bir kutuyuz. Kimsenin bize iş vermesi gerekmiyor. Ne olacak? Yapımcımız da var. Senaryo sıkıntımız yok, yönetmen sıkıntımız yok. Oyuncularımız da var. Bizim vizyona girmemiz kalıyor. Hiçbir dağıtımcı da bunu kabul etmezse biz kendimiz de vizyona sokarız filmi.

Rabia Tutal: Biz zaten bütün işlerimizde Yeşilçam’ı baz alarak, Yeşilçam’a olan saygımızla hareket ettik. Filmdeki karakterlerimizin hepsi de zaten Yeşilçam’dan alınan karakterler. Birbirimize, yaptığımız işlere inanan insanlarız. Temiz olduğumuz, yalansız ve doğru olduğumuz için insanların da bize inanması, bizi sevmesi de zor olmuyor. O yüzden emin adımlarla da ilerliyoruz.

Okan Sağlam: Ben biraz daha geç katıldım Genç Kafa’ya ve benim en çok hoşuma giden noktası bir duruşunun olması. Genç Kafa isminin hakkını verecek bir grup olması. 50 yaşına geldiğimizde de Genç Kafa olacak olmamız. İnsanlar 17’li yaşlarında başlar hayata, dünyayı kurtarmak amacıyla. Sonra birisi geçer karşısına der ki “O iş öyle olmuyor kardeşim.” Biz o ruhu kaybetmeden devam ettiğimiz sürece Genç Kafa ismi kalacak ve dünyayı kurtaracağız. (Gülüşmeler)

İzzet Başlak: Okan da söyledi ya, “O iş öyle olmaz.” diyenler var diye. 2012’de Genç Kafa’yı kurduğumuzdan beri en çok duyduğumuz şey buydu. Ama biz o işi öyle yaptık. Bu işe bizim gibi gönül koyan insanlar bakımından biz bir örneğiz diye düşünüyorum ben. Kendisi iş yapmak isteyen, bir şeye karşı çıkmak isteyen insanlar var. Onlardan da talep alırsak zaten Genç Kafa’yı genişletmek istiyoruz biz. Her türlü başvuruya da açığız.

 

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.