Sir Christopher Frank Carandini Lee ya da bildiğimiz adı ile Christopher Lee. Ne kadar kendisini aktör olarak tanısak da aynı zamanda müzisyen, yazar, şampiyon bir eskrimci, 6 dil bilen bir uzmandı. Geçtiğimiz ay vefat haberini alınca sinemada bir dönem daha kapanmış gibi geldi. Dostları Peter Cushing, Vincent Price gibi isimlerden elimizde bir o kalmıştı.
Sinema tarihini Lee’yi anmadan değerlendirmek mümkün değil. Oynadığı 200’den fazla film ile adeta sinema tarihinin basamaklarından biri olmuş. Bunların içinde neler yok ki kült yapımlardan, en ucuz b filmlere, gişe yapımlarından derin karakter oyunculuklarına kadar Lee’nin el atmadığı hiç bir oyunculuk tarzı kalmamış.
Korku karakterleri deyince ilk akla gelenlerden hem Frankenstein’ı hem Mumya’yı hem de Kont Dracula’yı defalarca resmetmiş. Kötü karakterlerin duyguları da olabileceğini gösteren ilk performansları o oynamış.
Lonra’da 22 Mayıs 1922 yılında hayata gözlerini açan Christopher Lee önemli bir aileden geliyordu. Annesi, İngiltere’nin en güzel kadınlarından Kontes Estelle Marie ressamların, heykeltraşların ölümsüzleştirdiği bir kadındı. Babası Geoffrey Trollope Lee ise ordunun önemli bir mensubuydu ve I. Dünya Savaşı’nda görevler üstlenmişti. Büyük Annesi Marie Carandini ise ülkenin önemli Opera sanatçılarından biriydi.
Böyle bir ailede yetişen Lee bol okuyan, müziğe yatkın bir entelektüel olarak yetişti. Ancak II. Dünya Savaşının patlak vermesi ile orduya giren Lee ön saflarda savaşmaya başladı. Bu yıllar hakkında pek detay vermese ya da veremese de özel kuvvetlerde görevli olduğunu ve sayısız çıkarmada bulunduğunu biliyoruz.
Bir röportajında o günlerle ilgili ünlü aktör şöyle der “Önümde ölen bir çok insan gördüm, o kadar çok ki artık bu konuda hislerimi kaybettim. İnsanların birbirlerine yapabilecekleri en kötü şeyleri görünce, işkence, bombaların parçaladığı insanlar, bunlara karşı bir kabuk geliştiriyorsunuz. Bunu yapmalısınız, mecbursunuz. Yoksa başka türlü bu savaşı kazanamazdık.”
1947’de Londra’ya dönen Lee üniversite öğrenimine devam ederken bir tür boşluğa düşmüştü. Bu boşluktan kalkmasını ise ailesinin operacı tarafı sağladı. Aktör olma yolunda annesinin karşı çıkmasına rağmen ilk adımını böylece atmış oldu. Corridor of Mirrors (1947) ile ilk rolünü alan Lee’nin bütün film boyunca tek bir repliği vardı. Uzun boyluluğun verdiği dez avantaj ile on yıl boyunca düzgün bir rol alamadı ve hep arka planda bir oyuncu oldu.
Ancak kariyerinin ilerlemesi de uzun boyu sayesinde oldu. Korku filmleri yapan Hammer stüdyoları The Curse of Frankenstein (1957) için uzun boylu bir isim arıyorlardı ve Lee bu iş için biçilmiş kaftandı. Bu roldeki başarısı Hammer’ın kapılarını sonuna kadar açtı ve Dracula (1958) ile ilk defa Kont’a hayat veren Lee sinema tarihinde Kont Dracula denince akla gelen ilk isim olmayı başardı. Sayısız kez bu rolde karşımıza çıkan Lee en son olarak The Satanic Rites of Dracula (1973) ile bu defteri kapattı.
The Mummy (1959), Rasputin, the Mad Monk (1966) gibi yapımlarla ününü perçinleyen Lee’nin ilginç bir de Sherlock kariyeri vardır. The Hound of the Baskervilles (1959)’de Sir Henry Baskerville’i oynarken, Sherlock Holmes and the Deadly Necklace (1962)’da Sherlock’u, The Private Life of Sherlock Holmes (1970)’da ise Sherlock’un kardeşi Mycroft’ı canlandırır.
Christopher Lee üzerine yapışan Kont Dracula damgasından kurtulmak için farklı rollerde de oynar. Ancak bunların içinde en çok öne çıkanı ve kendisinin de favorisi Lord Summerisle’ı oynadığı The Wicker Man (1973) olacaktır. Robin Hardy’nin yönettiği bu kült filmde Lee kendi adası olan ve bu adada yaşayanları pagan kültürü ile bir tarikatta toplayan Lord Summerisle karakteri ile hafızalara kazınır.
1970’lerin sonlarına doğru sinemadaki değişime Lee de ayak uydurur ve neredeyse korku sinemasını tamamen bırakır. Bir James Bond uyarlaması olan The Man with the Golden Gun (1974) ‘ın kötüsü suikastçi Francisco Scaramanga gibi rollerde kötü karakterleri oynamaya devam eder. Bu rolü ile ilgili söyleşisinde Lee “Flemming’in kitabında karakter sadece bir kaçakçıydı, ben onu karizmatik, derinlikli, tehlikeli bir karaktere dönüştürdüm. James Bond’un kötücül versiyonunu yarattım.” der.
Lee tüm bu kariyere rağmen hala korku filmlerinin aranan aktörü olduğu için Amerika’da şansını denemeye karar verir ve buradaki ilk filmi olan felaket filmi Airport ’77 (1977)’i yapar. Steven Spielberg’in komedi filmi 1941 (1979)’de rol alır. Seksenler ve Doksanlar Lee’nin artık daha az rolde oynadığı ama gene de çalışkan geçen yıllarıdır. 1998’de Pakistan’ın kurucusu Muhammad Ali Jinnah’ı oynadığı Jinnah filmi ile bir kez daha adından söz ettirir ve kendisine göre kariyerinin en iyi performansına imza atar.
İkibinli yıllarda The Lord of the Rings üçlemesinde çizdiği Saruman ve Star Wars’daki Count Dooku karakterleri ile yeni neslin de sevgisini kazanır. Aslında Yüzüklerin Efendisi’nde Gandalf’ı canlandırmak isteyen aktör yaşı gereği bu rolün zorlayıcı olduğu düşünülerek Saruman’a seçilir. İlginçtir ki film ekibinden J.R.R. Tolkien ile tanışmış tek kişi de Christopher Lee’dir.
Lee ünlü yönetmen Tim Burton’ın da favori aktörlerinden biri olmuş ve 1999’dan bu yana beş filminde irili, ufaklı roller almıştır. Bafta tarafından kendisine sunulan Bafta Academy Fellowship ödülünü de yönetmenin elinden almıştır.
Prens Charles tarafından Sir ünvanı verilen, 640 milyon usd’den fazla gişe yapmış filmde oynayan, Metal Tanrısı olarak müzik otoriteleri tarafından taçlandırılan, bir insanın ömrü boyunca erişemeyeceği her şeye vakıf olmuş bu büyük ustanın önünde cinedergi ekibi adına saygıyla eğiliyorum.
Masis Üşenmez
Obtüratör