Sinema ve hafıza ilişkisi kuşkusuz birbiriyle en çok ilintili, doğru ya da dolaylı yoldan birbirine etki eden ilişki biçimlerinden biri. Bellek – kurgu ikilemi, bilinçaltı, bilinçdışı, rüyalar, kişisel hafıza, toplumsal hafıza, anılar sinema tarihi boyunca farklı türlerdeki birçok filme ilham kaynağı oldu.

Tür sineması açısından genelde en çok bilim kurgu – aksiyon, psikolojik gerilim, kara film ya da amnezi, şizofreni temalı biyografi – dramalarda odak noktası haline getirilen “hafıza”, seyirci ve sinema ilişkisi açısından da her zaman önem arz eden bir kavram. Bazen bir filmi, bir yönetmeni, bir oyuncuyu hatırlamazsınız ya da izlediğiniz yeni bir film size birçok farklı filmi anımsatır ve belleğinizin içerisinde dolaşmaya, hafızanızı zorlamaya, sayısız filmografiler içerisinde düşsel, sinemasal bir yolculuğa çıkmaya başlarsınız. Bellek sinemayı, sinema da belleği güçlendirir. Politik / siyasi filmler toplumsal belleğimiz için, bilim kurgu filmleri hayal gücümüz için, hastalık filmleri empati duygusu kurmamız için, bulmaca usulü kara film ve psikolojik gerilimler zihnimizi çalıştırmamız için, romantik filmler duygusal “an”larımızı tazelemek için her daim gereklidir. Hepsi belleğimizde ayrı bir yere ve öneme sahiptir fakat sinefil bir insanın kişisel hafızasının sinemayla kurduğu ilişki elbette bambaşkadır. Bazen bir Lynch filmi kadar karışık, bazen bir Trier filmi kadar sert, kimi zaman Cronenberg filmi kadar çılgın, kimi zaman Wes Anderson filmi kadar rengarenk ama daima Scorsese filmleri kadar sinema sevgisiyle dolu bir hafızası vardır sinefillerin.

“Hafıza” üzerine hazırlanan bu listede hafızayı odak noktasına alan en iyi filmler gibi bir iddiadan ziyade, hafızanın tür filmleriyle ilişkisinin, sinemada ne şekillerde, hangi amaçlarla kullanıldığının göz önünde bulundurulduğu bir seçkiye göz atacaksınız. Sinemasal belleğiniz daim olsun.

 

Spellbound (1945)

Alfred Hitchcock’un kara film klasiklerinden olan Spellbound, psikiyatri, psikanaliz ve bilinçdışı semboller üzerine kurulu olan yapısını bizzat Salvador Dali’nin tasarladığı enfes rüya sekansı dekorasyonlarıyla birleştiriyor ve Bunuel’in sürreal başyapıtı Un Chien Andalou başta olmak üzere birçok filme göndermeler içererek sinemasal hafızamızı tazelemeyi ihmal etmiyordu.

The Manchurian Candidate (1962)

Politik filmler içerisinde önemli bir yere sahip olan John Frankenheimer imzalı Mançuryalı Aday, Kore savaşı sonrasında beyni yıkanan askerler üzerinden insan programlama ve soğuk savaş paranoyasını ele alırken, saplantılı bir anne – oğul ilişkisi ve cumhuriyetçiler – demokratlar kapışması üzerinden paralelliklerle ilerleyen hafıza odaklı bir politik gerilime dönüşüyordu.

Sans Soleil (1983)

Fransız yönetmen Chris Marker’ın başyapıtı olan avangard belgesel Sans Soleil, Japonya’dan Afrika’ya kadar uzanan bir yolculuk ekseninde zaman ve uzam, bellek ve belleksizlik, tarih, din, kültür ve toplum üzerine antropolojik bir araştırma niteliği taşıyordu. Dış sesin anlattığı mektuplar aracılığıyla, sıradan hayatların altında yatan derin anlamları keşfediyor, hafızanın hem kişisel hem de küresel etkilerine tanık oluyorduk.

Total Recall (1990)

Bilim kurgu edebiyatının üstadlarından Philip K. Dick’in kısa hikayesinden uyarlanan ve Paul Verhoeven tarafından yönetilen kült bilim kurgu Total Recall, anı transferi, sanal yolculuklar, yapay gerçeklik, sahte anı / gerçek anı ikilemi üzerinden ilerleyen bir hikaye şablonu tasarlarken, aksiyon – macera ve komplo gerilimi karışımı yapısını müthiş bir hicivle harmanlıyor, mutantlar, psişikler ve özellikle “üç memeli kadın” gibi sinema tarihin kült olarak geçecek fikirler yaratıyordu.

Lost Highway (1997)

David Lynch’in Mulholland Drive ile birlikte en kafa karıştırıcı filmlerinin başında gelen Lost Highway, kabus ve gerçek kavramları arasında izleyiciye beyin jimnastiği yaptıran gizemli yapısıyla öne çıkıyor ve birbirine paralel işlenen iki öyküyü hafıza kaybı, paranoya, bilinçaltı, şizofreni gibi kavramlarla karmaşık bir entrika haline getiriyordu. Hafıza olgusu bir nevi “cinayet bulmacası” içerisinde hayati önem taşıyor ve film bittikten aylar sonra bile izleyiciyi kendi hafızasında bulmacanın parçalarını çözmeye davet etmeyi başarıyordu.

Dark City (1998)

Alex Proyas’ın Matrix’ten bir yıl önce çekilmesine rağmen değeri çok sonradan bilinen postmodern bilim kurgu başyapıtı Dark City, gündüzün hiç olmadığı, karanlığa bürünmüş bir şehir tasvirini kara film atmosferi üzerinden ele alarak bir gerçeği arayış ve seçilmiş kişi hikayesine dönüşüyordu. Fiziksel açıdan Alman dışavurumcu sinemayı hatırlatan “yabancılar” tarafından hafızaları değiştirilmiş, sorgulama yapmaları engellenmiş ve zihne sahte anılar yüklenmiş bir distopik dünya yaratarak gerçeklik – illüzyon ilişkisine felsefik bakış açısı getiren bir kilometre taşına dönüşüyordu.

Memento (2000)

Kardeşi Jonathan Nolan’ın “Memento Mori” adlı kısa hikayesini senaryolaştıran Christopher Nolan, bir önceki filmi Following’te ele aldığı insan psikolojisini ve kara film motifini Memento’da “bellek” temasıyla birleştiriyor ve zamanı tersine çevirerek izleyiciyle hafızasını kaybeden karakter arasında eş zamanlı bir algı yaratan kurgusunu yine “bellek” üzerinden yürüterek alanında devrimci bir kurguya imza atıyordu.

Novo (2002)

Fransız yönetmen Jean Pierre-Limosin imzalı film Novo, Memento’nun gizem ve kara film motifine uyarladığı “balık hafızası” ve “akıl defteri” temalarını, erotik film türüne transfer ediyordu. Unutkanlığı insanlar tarafından cinsel manada kullanılmak ve her gün ilk kez sevişiyormuş hissiyatı yaratmak üzerinden ele alan film, hafıza üzerine güçlü filmlerden sayılmasa da bu temayı erotik film türüne entegre etmesiyle önem kazanıyor.

Spider (2002)

Patrick McGrath’ın aynı isimli romanından sinemaya David Cronenberg tarafından uyarlanan Spider, çocukluk travmaları, kimlik karmaşası ve hafıza temalarına odaklanan, baştan sona roman kokan Kafkaesk bir atmosfere sahipti. Oedipus kompleksi ve varoluşsal sorunlar ile ilgilenen yapım, zihnin sınırlarına dair psikolojik katmanları derinlikli bir hikaye ve karakter yaratmayı başarıyordu.

“Bourne” Serisi (2002 – 2004 – 2007)

Robert Ludlum’un ünlü casusluk romanı serisinden uyarlanan, ilki Doug Liman, son ikisi Paul Greengrass tarafından yönetilen Geçmişi Olmayan Adam, Medusa Darbesi ve Son Ültimatom filmleri, hafızasını kaybetmiş bir ajan üzerinden yaratılan casus gerilimiyle ve nefes kesen aksiyon sekanslarıyla hafızalarda yer etti. Jason Bourne karakteri en az James Bond kadar ölümsüzleşti, birçok aksiyon filmi “hafızasını kaybeden ajan” şablonunu taklit etse de ne film, ne de karakter olarak Bourne serisinin önüne geçemedi. Böylelikle hafıza teması hem aksiyon türünün en akılda kalıcı örneğinde şekil buldu hem de bir “üçleme”nin genel çıkış noktası haline geldi.

Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)

Charlie Kaufman’ın orijinal senaryosunun Michel Gondry’nin yapıbozumcu sinema diliyle buluştuğu “Sil Baştan”, bellek silme operasyonu gerçekleştiren bir şirket üzerinden aşkların hafızasızlığına, bastırılmış hatıralara, unutulan imgelere hem içerik hem görsel açıdan zengin ve renkli yapısıyla göz atıyor, bunu her türlü gösteri ya da şaşaadan uzak bir bilim kurgu motifinin içine yerleştirerek aşk ve hafıza üzerine yapılan en unutulmaz filmlerden birine dönüşüyordu.

The Butterfly Effect (2004)

Eric Bress ve J. Mackye Gruber’ın yönettiği Kelebek Etkisi, insan hafızasının en derinliklerine doğru yolculuk ederek, hayatın dönüm noktalarını kelebek etkisi teorisi çerçevesinde irdeliyordu. Zamanda yolculuk motifini tamamen hafıza, anılar ve bilinçaltı üzerinden alternatif gerçeklikler yaratacak şekilde kurgulandıran film, bilim-kurgu gerilim ve aşk üçgeni odaklı yapısıyla birçok filme esin kaynağı oldu.

The Hangover (2009)

Todd Phillips’in yönettiği The Hangover, hafızanın komedi filmleri alanında kuşkusuz en akılda kalıcı şekilde önem arz ettiği filmlerin başında geliyor. Aşırı alkol kullanımından dolayı sabah uyandıklarında hiçbir şey hatırlamayan dört arkadaşa odaklanan film, bir kaplan, bir bebek, kaybolan bir diş, hatta Mike Tyson’ın ta kendisi gibi her saniyesi merakla ve kahkahalarla izlenen bir “puzzle komedisi” olmayı başardı. Final sahnesinde “aslında neler olduğunu” anlatan fotoğraflar bütünü birçok komedi filmine referans olurken, tutan formül bir üçlemeyi de beraberinde getirdi.

Inception (2010)

Christopher Nolan’ın popüler kültür şaheserine dönüşen filmi Inception, Memento’nun “bellek” üzerine kurulu olan yapısını “rüya içinde rüya” şeklinde katman katman tasarlıyor ve bilinçaltının derinliklerine yolculuk yaparak 2000’lerin Matrix’i olmayı başarıyordu. Matrix’teki “sanal – gerçek” ikilemini burada “rüya – gerçek” ikilemine transfer eden ve “lucid dreaming” tekniğini odak noktasına alarak hafıza, rüya, bilinçaltı kavramlarını sorgulamaya açan Nolan, rüya casusluğu, rüya hırsızlığı, rüya inşaati gibi farklı konseptlere kapı açtı.

Still Alice (2014)

Richard Glatzer ve Wash Westmoreland ikilisinin yönettiği Still Alice, Alzheimer hastalığına yakalanan bir kadının ekseninde aile draması konseptinin eli yüzü düzgün örneklerinden birine imza atıyordu. Hafızayı “hastalık” konsepti içerisinde kullanan diğer filmlerden temel farkı ise geçmişe ait bir “anne-kız” anını eskitilmiş bir görüntü içerisinde görselleştirdiği duygusal, içsel ve öznel karede gizliydi.

Halil İbrahim Sağlam

 

Halil İbrahim Sağlam
20 Temmuz 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Sinemayla 16 yaşında ilgilenmeye başladı ve usta Yeşilçam yönetmenlerinden ders alarak kendini geliştirdi. Kısa metraj filmler yönetti ve senaryolarını yazdı. İstanbul Arel Üniversitesi’nin ve Erciyes Üniversitesi’nin “Sinema ve Televizyon” bölümlerinden mezun oldu. 2011’den bu yana sinema yazarlığı yapıyor. Güney Kore sinemasına ve polisiye romanlara özel bir ilgisi var. İlk uzun metrajlı filmini çekebilmek ve polisiye türündeki ilk romanını yayımlatabilmek için çalışmalarını sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.