Aradan 40 yıl geçmesine rağmen yaşlısından gencine hala akıllarda bir korku ikonu olarak saplanıp kalan, deniz fobisinin ortaya çıkmasında yegane katkısı bulunan Jaws efsanesi, korku/gerilim arenasında şarap misali yıllar geçtikçe devleşiyor, yıllar geçtikçe korkuyu katlıyor.
70’li yıllar sinemada adına büyük dönüşümlerin yaşandığı yıllardı. Öyle ki 68 hareketinin yankıları, Vietnam Savaşı protestoları, öğrenci hareketleri sinemanın da çizgisinde bir evrilmeye sebep olmuştur. Kutupların sinema sektöründe de zıtlaştığı bu dönemde ortaya çıkan filmler, özellikler gerilim/korku filmleri dönemin siyasal ve toplumsal olaylarını kendi bakış açısıyla ortaya seriyordu. Muhafazakar değerleri ön planda tutan sağ kanat ile refah devletinin arkasında duran sol kanat arasındaki çizgi belli başlı sanat yapıtlarında da kendisini belli ediyordu. O dönemde çekilen çoğu film belirli bir ideolojinin de yansımasını içeriyordu. O zamanlar henüz televizyon film ve dizileri ile adını duyurmaya başlayan yönetmen Steven Spielberg işte tam bu çalkantılı dönemde esas çıkışını yapmıştır.
Jaws, doğanın insanoğlunu karşısına aldığı bir tür intikam hikayesiydi. Amity adlı sahil kasabası sakinlerini tehdit eden katil köpekbalığını alt etmek hiç kolay değildir. Sessiz, sakin, kendi halinde bir turizm kasabası olan bu yerin bu sakin ve ılımlı havasını alt üst eden köpekbalığının tek derdi beslenmektir. Öyle ki köpekbalıklarının huyu olduğunu öğrendiğimiz “yemek bitinceye kadar oradan ayrılmama” durumu da bu katilin o kasabadan kolay kolay ayrılmayacağının da işaretiydi. Burada ise devreye kasabanın koruyucusu şef Brody giriyordu. Roy Scheider’in hayat verdiği Brody deniz fobisi olan ancak bu fobiye rağmen halkı bu katil köpekbalığından kurtarması gereken kişidir. Brody, bu tehlikeyi fark ettikten sonra gözüne uyku girmez, içi rahat değildir. Çünkü kimse inanmasa bile o bu tehlikenin hiç de öyle gülünüp geçilecek ya da kulak ardı edilecek bir mesele olmadığını biliyordur. Bunu pek yakında kasaba halkı da anlayacaktır.
Steven Spielberg, Peter Benchley’ın romanından uyarlanan bu filmde oldukça başarılı bir tablo ortaya koyuyordu. Bu hem ileride E.T.’leri Indiana Jones’ları bizle tanıştıracak adamın ayak sesleri hem de Amerikan sinemasına yeni bir soluk getirecek genç bir yönetmenin habercisiydi. Jaws, doğanın intikamı tanımına o kadar güzel uyuyordu ki, insanlar beyazperdede deniz fobisi ile tanışmakla kalmıyor katil bir köpekbalığının saçtığı inanılmaz dehşete tanık oluyorlardı. Film, o kadar büyük ilgi gördü ki 3 devam filmi daha çekildi. Ancak devam filmleri ilk filmin gösterdiği başarıyı gösteremedi. Yine de sinema tarihine adını yazdıran bir serinin de başlangıcı oldu.
Bundan tam 40 yıl önce vizyona giren Jaws, peşinden çekilecek “denizde dehşet” temalı filmlere de ilham olmuştur. Piranalardan dev ahtapotlara, deniz yaratıklarına kadar pek çok fikri genç senaristlerin aklına düşürmüştür. Bu bağlamda da Jaws’ın 70’lerde ortaya çıkan bir trenin lokomotifi olduğu söylenebilir. Filmin gördüğü büyük ilgiden sonra, aradan geçen 3 yılın arından devam filmi de gecikmemişti. Ancak Spielberg devam filminde projede yer almak istemedi. Yönetmen koltuğuna Jeannot Szwarc geçerken Roy Scheider polis şefi Martin Brody karakteri ile geri dönüyordu. Jaws her ne kadar bir dönem için gelecekteki projelere ilham kaynağı olmuş olsa da devam filmleri ilk filmin çıtasını yakalayamıyordu. İkinci filmde olay yine Amity kasabasının katil köpekbalığı tarafından tehdit edilmesi çerçevesinde gelişiyordu. Bu sefer katil köpekbalığını hedefi ise kasabanın gençleri olmuştur. İlk filmin gerilim unsurlarını ekranlara aynı derecede yansıtan filmde, dönemin korku sinemasının olmazsa olmazı gençleri cezalandırma mekanizması bu sefer doğanın elinden geliyordu. Denizde mahsur kalmış adeta ölümü bekleyen bu gençlerin hayat mücadelesinde en büyük destekçileri ise tabii ki şef Brody olacaktır. Film özellikle final sekansı ile akıllarda yer etmiştir.
3-D teknolojisinin ortaya çıktığı yıllarda bu pastadan pay almak isteyen öncülerden birisi de serinin üçüncü filmi Jaws 3-D olmuştur. Günümüzde aksiyon filmlerinde sıklıkla gördüğümüz ileri 3-D teknolojisinin atası sayılabilecek denemelerden nasibini alan Jaws 3, bu yeniliğe rağmen istediği verimi alamıyordu. 1983 yılında çekilen Jaws 3, yönetmen koltuğuna Joe Alves’i alırken başrole bu sefer Martin Brody’nin oğlu rolünde genç Dennis Quaid’i koyuyordu. Film yine sahil kasabasında köpekbalığının saçtığı dehşeti gözler önüne sereken babadan oğla geçen kurtarıcı kimlik Dennis Quaid’in hayat verdiği Mike Brody’e geçiyordu. Bu sefer yerin altına inşa edilen canlı okyanus müzesine musallat olan katil köpekbalığının burada sıkışıp kalan insanlara yaşattığı korku dolu anlar resmediliyordu. Film temelde Jaws efsanesine farklı tatlar katarak yoluna devam ediyordu. Her ne kadar eleştiriler almış olsa da, beğenilmemiş olsa da kemikleşmiş hayranlarına yeni bir deneyim sunuyordu. Yenilenen kadro, farklı hikayesi ile film, Jaws dehşetine yeni bir renk katmaktan geri kalmıyordu.
1987 yılında çekilen serinin dördüncü filmde tema “intikam”dır. Şef Brody’nin dul eşi Ellen Brody, oğullarından birisini köpekbalığına kurban vermiştir. Öteki oğlunu da bu yolda kaybetmek istemeyen bayan Brody bunun için elinden geleni yapacaktır. Serinin dördüncü ve son filmi her ne kadar düşen çıtayı devam ettirse de efsanenin orijinal oyuncularından Ellen Brody rolündeki Lorraine Gary’i yeniden ekibe katması ile hayranları sevindiriyordu. Her ne kadar köklerden tanıdık yüzler görülse de istenen başarı sağlanamıyordu. Bu tabii ki Jaws efsanesine bir leke niteliği taşımamaktaydı.. Sonuç itibarı ile ortada yıllarca adından söz ettirecek, ikonlaşacak bir korku efsanesi var. 70’lerde ortaya çıkan ve Amerikan sinemasına farklı bir boyut kazandıran korku/gerilim filmleri yalnızca o dönemde çakılıp kalmamış bu korku mirasını geleceğe taşımıştır. Bu alanda çarpıcı fikirlerin ortaya bir bir çıktığı bu dönem bir nevi geleceğe miras kalacak hazinelerin ortaya çıkması gibiydi. 40. Yılını dolduran Jaws efsanesi ise şüphesiz bu arenada ortaya çıkmış hazinelerin en değerlilerinden birisi.
Spielberg’in eşsiz dokunuşu ile ortaya çıkan bu efsane yıllar geçtikçe değerlenecek, hiç şüphesiz yeni nesil de bu efsaneyi keyifle izlemeye devam edecek. Nice 40’lı yıllara!