Son bir hafta yaşananları hızı, çapı ve geldiği nokta açısından değerlendirmek gerek. Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel’in Bakur / Kuzey belgeselinin İstanbul Film Festivali’nin gösteriminde uygulanan yasak bir anda zincirleme bir tepkime doğurdu.
Birkaç zamandır sesi kısılmış bir şekilde filmlerden istenen ama festivallerin bir anlamda kendi inisiyatiflerini kullanıp filmlerden istemediği o eser işletme belgesi Bakur belgeselinin belgesinden çok içeriğine takılıp bir patlama yarattı diyebiliriz. Bu arada ticari gösterime girecek filmlerden bu belgenin istenmesini bir yere kadar anlarım ama belgesel ve kısa filmler kesinlikle bu işlemden muaf tutulmalı! İşte olay da belgeden çok içerik olunca sansür ve yasak arkasından geldi…
Bakur filminin yasaklamanmasına destek olmak isteyen film ve jüriler de teker istifa edip filmlerini çektiler. Şu an gelinen nokta da durum Ankara Film Festivali’nde tüm yarışmalar iptal edildi, hatta festivalin destekçisi Halk Bankası hem de festivalden habersiz bir şekilde sponsorluğu bıraktı. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin içinde yer alan ‘5 Dakika 18 Kısa Film yarışmasının jürisi çekildi. Bu eser işletme belgesi filmler, festivaller, sinemacılar ve bakanlık nezdinde bir sonuca bağlanmazsa ülkede festival kalmayacak, bu da bir süre sonra sansürden çok otosansüre dönüşmüş olacak! Ve şu andaki hükümetin bu durumu takacağını, düzenlenmemiş festivaller için üzüleceğini ve herhangi bir çözüm önerisine yaklaşacağını düşünmek yanlış! O yüzden filmleri tavır olarak çekmek bir yandan özgürleştirici duruyor bir yandan da uzun vadeli bir çözüm olduğunu söylemek zor.
Öte yandan da Bakur belgeselinin bu sansür ve yasaklamaya karşı filmi internette paylaşmasının ve herkesin seyretmesine olanak tanımasının en doğru yol olduğunu düşünüyorum. Ya da halka açık gösterimler yapmasının. İlk günden beri. Bir kere seyirciye ulaşması engellenmiş bir film var karşımızda! Ve buna karşı gösterilecek en güzel tavır da onu herkese ulaştırmak olmalı diye düşünüyorum. İçeriğinin gerilla kamplarına bir bakış olması da ayrıca filmi cazip hale getiriyor, filmlerin propaganda, ki burada gerilla kampına içeriden bir bakış var belli ki, yapma hakkı vardır, belgesellerin de gerçekleri sunma hakkı. Ama bunu belgeleme zorunluluğu olamaz, olmamalıdır da!
Gelelim İstanbul’da patlayan ama Antalya’da üzerine bir tas su dökülüp söndürülen meseleye. Festivalin Reyan Tuvi’nin belgeseline uyguladığı sansür nedense bizler açısından çok ses getirmesine rağmen, yarışan, eden, festivale danışmanlık yapan ve kısaca festivalden çıkarı olan kesimlerden nedense yeterli desteği görmemişti. Oysa bizim tavrımız yasaklamalara ve sansüre karşı, film, yönetmen, festival, kurum vs. ayrımı yapmadan hep aynı ve aynı kalacak. Ama nedense tavrımız AKP’nin festivaline karşı Gezi belgeseline sahip çıkmak ve yok yere kavga çıkarmak olarak algılandı, hatta bazıları tarafından ulusalcı olmakla suçlandık! Ne kadar saçma, asıl çıkarları için sansürü ve bugünü ve ilerisi görmeyenler yüzünden bu noktadayız. Altın Portakal’ın yüksek meblağlar içeren ödülleri için sansüre ses çıkarmayanları bugün aktif savunucular olarak görmek akıllandıklarını ya da bu festivalle çıkarlarının olmadığını düşündürtüyor bana! Bazı tavırlar net olmalı, her filmi, her festivali ve her sansürü kapsamalı! Bunu da buradan not düşmek istedim!
Şimdi gelinen noktaya bakalım, artık eser işletmesiz filmler (belgesel ve kısa) tek gösterim alanları olan festivallerde olamayacak, öyle görünüyor. Bir filmin eser işletme belgesi olması bir yapım şirketi kurması, filmine para ödeyerek belge alması ve daha birçok işlemi beraberinde getiriyor. Yani bir kısa filmci de, Cem Yılmaz da aynı koşullarda (aynı para) eser işletme belgesi alıyor ve bu hiç adil durmuyor. İki Bakanlık bu belgeyle bazı filmlere onay vermeyerek, onun önünü ta başından kesme yolunu seçiyor. Bakur anladığım kadarıyla artık ne bu belgeyi almak için bakanlığa başvurur, ne de bakanlık Bakur’a belge verir! Bu bir film için büyük haksızlık! Kürt sinemasını verdiği ödeneklerle bunca yıl destekleyen Kültür Bakanlığı’nın gerilla belgeselini yasaklaması, barış sürecini başlatan bir iktidarın böyle bir belgeselden kıllanması gerçekten de şaşkınlık verici. Seçim süreci gerçekten de
Eser işletme belgesini festivalden aylar öncesinden istediğini vurgulayan Bakanlık, filmin başlamasından birkaç saat önce polis göndererek filmin gösterimini yerinde engelledi. İlk tepkimiz her türlü yasağa karşı festival bu filmi göstermeliydi oldu, yani filmi durdurduklarını açıklamak yerine göstermek olmalıydı. Sonra eli kolu bağlı festivalin bunu yapamayacağını, ama bir şekilde de sansürün karşısında olacağını anladık. Emek sinemasının elimizden kayışı gibi filmlerin festivallerin elimizden kayışına da tanıklık ediyoruz şu an. Konuşmak, tepkimizi koymak, yürüyüş yapmak güzel ama sorunları çözmeye yetmiyor işte! Bütün festivallerden eser işletme belgesi alamadıkları, almadıkları vs. için çekilen belgesel ve film haberleri geliyor. Festivaller de İstanbul Film Festivali’nin yaşadığı duruma düşmemek için ya filmleri almıyor ya da yarışmaları, gösterimleri tümden fesh ediyor, yani bir anlamda kendisine otosansür uyguluyor, en kötüsü de bu!
Sinemamız, festivallerimiz ne yazık ki özgür değil, hep söylediğim gibi yine tekrar ediyorum. İmkan olsa da festivaller yerel yönetimlerden ve bakanlıklardan bağımsız olsa. Öyle bir imkan da yok, bakanlığın ve yerel yönetimlerin festivalleri destekleyip kendi hallerine bırakma durumları da… O yüzden acilen sinemacılar toplanıp bu konuyu konuşmalı ve bakanlıkla bir sonuca varmalı. Yoksa ortada festivaller diye bir şey kalmayacak!
banubozdemir@gmail.com