Sık sık şehir değiştiren çocukluk tarihi, resmi kayıtlar ve kardeş tanıklığı harici hatırlamadığı doğum yeri Doğu Beyazıt’ta başlayan Mahmut Fazıl Coşkun’un baba mesleği kaynaklı çok şehirli devam eden hayatı, 90’lı yıllarda üniversiteye başlangıçla tek eşli bir hal alır.
Yıldız Teknik Üniversitesi, Elektrik Mühendisliği’ndeki öğrenim sürecinde seslendirme yaptığı hayattan, sevdiği filmlerin dublajına doğru eğilen bu dönem, Beyoğlu’nu yakınına alırken tarihçenin azizliği, herkesi ve her şeyi başına toplar. Babasının hacdan getirdiği sharp marka teypte dinlediği R.E.M’in Losing My Religion parçası, Boğaz semtinde bir odasını kiraladığı üç oda bir salon evin mikro köşesi, film festivalleri eşliğinde ve Cahit Zarifoğlu, Oğuz Atay kitapları arasında başlar münazarası. *Jim Jarmusch’un Cennetten de Garip(1984) filmi ile tetiklenen sinema yapma inancı, mühendis diplomasını California Üniversitesi Sinema TV, Dijital Medya Bölümü’ne yolculuğa çıkarır. Burada Bosna halkını ve lideri Aliya İzzetbegoviç’in hayatını konu alan Aliya(2002), çekimlerini Fransa’da tamamladığı Roger Garaudy-Komüsnist(2003) ve Yaşamak-Cahit Zarifoğlu olmak üzere çektiği üç biyografik belgeselden sonra uzun metraj ilk filmine yönelir Coşkun. Her iki filminin senaryosunda birlikte çalıştığı yazar ve senarist Tarık Tufan ile yaklaşık on yıla yakın bir dostluğu, kimyanın artı gücünü eyleme geçirir. Kuşaklararası devamında zorlanılmayan gelenekçi küçük yer kültürünün, tarımsal kökenli, gelişimi büyüme algılayan mıntıkaların dünü uğurlamadan bugünden ne aldığına , doldurduğu çantadan çıkanlara, garipliği de kendisi gibi ortada duran ne komik-ne ajite olan durumuna uzanır yönetmen. Modernizmin hangi durumda uyarlandığı ve nasıl alındığı önem taşımaksızın Batı’yı temelsiz bir model alışın doğurduğu tanımsız resim, karakter ve mekanları sinemasına alır… tür arayışı olmaksızın sinemasına yakın bulduğu melankolik komedi benzetmesi, ilk iki yapımdan kabul görebilecek kadar yakın durur filmlerine. Yönetimi, her saniyenin milimetrik ölçütlerle, çerçevesinden taşmayan bir titizlikle yürütüldüğü anlayışı uzağına alarak spontane olarak evrilebilen, her duyguya açıp kapatılabilen bir değişkenlikle kurar. Her iki filminde de Coşkun’un yarattığı ayrı bir evren olarak yer bulur mekan olgusu. Şehirden kopuk, çok da tanımlanabilir olmayan pasaj, dükkan, lokanta gibi silik mekan kullanımı ağırlıkta dursa da yönetmen için mekan olgusu, hikayenin özetini verebilir ölçüde gizli öznedir. Yeni taşra kavramında ortaya çıkan garip karakterler, uyumsuzlukları ,imitasyon bir modernleşmeyi ,altı boş alıntıları trajikomik bir anlayışla getirir, seyirciyi bu dekoruna ulaştırarak. İlk filmi Uzak İhtimal’in İstanbul’da geçen tanımsızlığını, ikinci filmde büyüterek, anne ve babasının Yozgat doğumlu olması, taşımadığı tarihi dokusu, mahrumiyet bölgesini iyi veren bir yer olması kaynaklı Yozgat’ı ekibe katar. Ana oyuncu seçimine, henüz senaryo yazılmadan karar vererek senaryoya son biçimini bu süreçten sonra veren yönetmen, Nadir Sarıbacak’ın canlandırdığı karakterlerle yan yana duran, dip dibe olan resmini her iki filminde de başarıyla kullanır. Festival ödüllerinin tetikleyici, onam mekanizması etkisine inanmasına karşın konuk ettiği mutlulukta kısa süreli kalan ve filmlerin izlenme oranını arttıran bir etken olarak görmeyen Coşkun’un, ulusal ve uluslararası festivallerden aldığı pek çok ödül bu yargıyı zaman içinde ters yüz edebilecek bir anti formüle dönüşebilir…hem bağımsız, hem yolcu çoğaltan makyajsız karavanı için devamlılığı yeterlidir. Sinemasını hiper-realist bir yere koymayan yönetmenin, 2009 yapımı Uzak İhtimal filmi, Ankara Beypazarı’ndan İstanbul Tophane’deki küçük bir camiye imam olarak atanan Musa(Nadir Sarıbacak)’nın yabancılığından yalnızlığına, üyesi olduğu sınıf aitsizliğine uzanan hikayesiyle biraz tedbirli döşenmiş bir formdadır. Rastlantı, nedeni olan bir bilgi mekanizması olduğunu basitçe pek çok hayata takdim ederken, Musa için de bir ölçek ayırır. Yan komşusu rahibe namzetindeki Clara(Görkem Yeltan)’nın, başka bir dinden, bambaşka bir kimsesizlikten çıkmış olması biraz aşk için ya da tam bir ayaklanma, caizlik şartını hangi kitabın arasında unutur? Beş vaktinden kalan zamanı sahaf Yakup(Ersan Uysal)’un yanında çalışarak geçiren imamın, kitap kuleleri içinden çektiği Charles Bukowski- Kadınlar kitabını elinde barındırdığı süre küçük bir kaza mıdır ya da kahve içme, balık kültürü olmayan Musa’nın bu sakarlıkları, Clara ve sahaf Yakup’la Şile yolculuğu sırasında ilk sigarasını yaktığı ana kadar mı? İki adamın söylemek isteyip söylemediği ayrı dertleri ve Clara’nın geçmişine duyduğu borç ahlakı birliğinde, kuvvetli ve sakin bir filmdir Uzak İhtimal. Asansör ve fotoğraf çekimi sahnelerinde özeti çizilmiş bir hayatın, diğer kesikteki kısa süreli iyilik alışverişidir. Filmin koşturmayan, overdose olanaksız aşk gösteriminden uzak, romantizm tuzağından kaçınan anlatımı, Rahman Altın’ın devamı ikna kabiliyetine bağlı olmayan bu hikayeyi zorlama olmayan bir viyolayla yatıştırmasıyla perçinlenir. 2009 yılında 38. Uluslararası Roterdam Film Festivali’nde Türkiye’yi temsil eden ilk Türk filmi olarak Altın Kaplan Ödülü’nü paylaşan üç filmden birisi olan Uzak İhtimal, 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali En İyi Senaryo, En İyi Yönetmen, En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, Crossing Europe Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü, Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu, 7. Uluslararası TOFIFEST Film Festivali’nde de En İyi Erkek Oyuncu ve Jüri Özel Ödülleri, bir ilk filmin takıntılı şarkıları için yönetmenine teşekkürü olur. 2010 yılında ’8 Ülke 8 Yönetmen ve Sinan’ projesinde Mimar Sinan’ın hayatını konu alan bir dökü-drama için her bölümü ayrı ülkelerden seçilen sekiz yönetmen biri olarak belgesel çeker. Cesaret, yanına aldıklarının sayısını arttırarak 1,5 yıllık bir ön hazırlığı Türkiye-Almanya ortak yapımı Yozgat Blues’da biraraya getirir. Değişime kapalı, evin küçük çocuğu olarak kalmış, tek şarkılık müzisyen Yavuz(Ercan Kesal) ve faydacı, her konuda aynı yüzeysel merak ve cesaretin temsili, varoş kültürün ortasından hayatını dönüştürmek için her değneğin sihrine kafasını uzatan Neşe(Ayça Damgacı) ‘nin yeni taşradaki hikayesidir. Müzik yapmak üzere Yavuz’un Yozgat’tan aldığı teklife back vokal olarak eklenen Neşe’nin, doğal alanına eş değer bu zorlama şehirde, zorlanmadan edindiği yeni çevre ve onu İstanbul marketler zincirindeki standından Delila müzikholunun kulisine kaldıran(!) Yavuz’un 58’indeki ergenlik çıkışına oturtulan bu ikinci film, kusursuz, eksiksiz, hiçbir sunilik taşımayan yalın anlatımıyla her türlü övgüyü hak eden bir yapım olarak 2013 yılında vizyona girer. Tüm oyuncuların yanı sıra Ayça Damgacı’nın altı çizilesi doğallıktaki performansı ve Nadir Sarıbacak’ın bütünlediği; yönetmenin deyimiyle filmin yegane katalizör karakteri Kamil, filmin genelindeki dozaj ustalığında yadsınamaz pay sahipleridir. 29. Varşova Film Festivali – FIPRESCI, 20. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nden En iyi film (ödülü iki film paylaşmıştır), En iyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu Ercan Kesal, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Tansu Biçer, Film Yön En İyi Yönetmen ve En İyi Film Ödülü, 32. İstanbul Film Festivali En İyi Erkek Oyuncu Ercan Kesal, 4. Malatya Uluslararası Film Festivali En İyi Film, En İyi Yönetmen ve Siyad Ödülü, arabayla çıkılan Yozgat karayolundan otobüsle dönülerek tamamlanan(!) bir iç borca nazire olur ve hayatı bedeni ölçüsünde taşıdığı , hiçbir yerinden taşmayan, kendisinden başkasına benzemeyen sinema diliyle seyircisi tarafından üçüncü filmine kurulur.
*İstanbul Film Festivali’nin 30 Yılından 20 Yönetmen,İKSV,2011
Didem PEKER BAŞARAN