“PKK belgeseli” olduğu gerekçesiyle kültür bakanlığının hışmına uğrayan ve eser işletme belgesine sahip olmaması bahane edilerek İstanbul Film Festivali akabinde de Ankara Film Festivali’nde gösterilemeyen Bakur’un (Kuzey) gösterimi nihayet gerçekleşti.
Film, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde İstanbul ve Diyarbakır’da eş zamanlı olarak seyirci ile buluştu. Belgeselin İstanbul’daki gösterimi Boğaziçi Üniversitesi’nde yapıldı.
Bakur’un iki yönetmeninden biri olan Ertuğrul Mavioğlu, “Bakur’u izlemeyen kalmayacak” demişti. Ben bu beyanı, filmi internet üzerinden seyirciye ulaştıracaklarının sözü olarak algılamıştım ama öyle değil böyle oldu. Sağlık olsun…
Eskişehir Film Festivali’nde dost meclislerinde en çok konuştuğumuz konulardan biri bu… Bakur nasıl izlenecek? Bakur’u gösterebilecek bir babayiğit (festival) var mı?
Bakur bir şekilde izlenir ancak ne festivallerin ne de filmin hak sahiplerinin bu krizi yönetemediğini düşünüyorum. Bakur’un gösterilememesiyle birlikte başlayan ve jürilerle birlikte yarışan filmlerin çekilmesine kadar giden protestodan sonra festivaller bu işi nasıl çözeceklerinin derdine düştü. Hiçbir organizasyon koşarken sakatlanmak istemiyor çünkü…
Adını vermek istemediğim bir festival bu meseleyi geçtiğimiz yıl daha ön jüriden halletmişti, bir Kürt sinemacının filmi kendisine söz verildiği halde ulusal yarışma seçkisine dahil edilmedi. Anı film daha sonra yurtdışında ödüller kazandı. Bu alışkanlığın diğerlerine de sirayet etmemesini dilerim ancak yıllardır festivallerde yarışan ve önemli ödülleri –bazen hak etmeseler bile-toplayan Kürt sineması örneklerine karşı festival organizasyonları sansür sivilcesini kimseye hissettirmeden sıkıp patlatmaya çalışacaklardır. Evet, bu da bir sansür!
Zaten sorun da şu; hep birlikte sansürü yeni keşfetmiş gibi yapıyoruz ancak sansür belası yıllardır sinemanın başında… Yeşilçam sinemacılarının eğlenceli anılara çevirdiği ne saçmalıklar yaşanmış bu ülkede… Yeşilçam filmlerin sonunda neden hep polis gelir? Çünkü ne olursa olsun meseleyi kolluk kuvvetinin çözmesi gerekir, filmine o sahneyi koymazsan sansürden geçirmezlerdi! En güçlü sansürleme aracı nedir diye de sorarsanız, kültür bakanlığının biletlerden kesip kendi keyfine göre dağıttığı desteklerdir derim!
Bakanlığın tavrı bu konuda hep ilginç olmuştur. İşte yıllar öncesinden gelen bir örnek; Metin Erksan’ın başı 1963 tarihli Susuz yaz yüzünden de epey ağrıdı. Türk sinemasının yurtdışında ödül kazanan film filmi olan Susuz Yaz, filmdeki kadın ölen kocasının erkek kardeşiyle evlenince Türkleri kötülüyor gerekçesiyle sansürlenmiş üstelik Uluslararası Berlin Film Festivali’ne gitmesi de engellenmeye çalışılmıştı. Her şeye rağmen Susuz yaz Berlin’e gitti ve üstüne üstlük festivalin en büyük ödülü Altın Ayı’yı da kazandı. Film ekibi yurda döndükten sonra Susuz Yaz’ı yasaklayan ülkenin Kültür Bakanı bir kutlama kokteyli düzenledi ve oyuncularını da ödüllendirdi.
Sinemacıların sesini kesip olmayan sorunlar üzerinden çekilmiş filmler üretmenin bunu da yine kültür bakanlığı destekli festivallerde gösterip, ödülle alkışla şakşaklamanın bizi nereye getirdiğini ve götürdüğünü sorguladınız mı? Sinema yazarlığı bu meseleyi daha çok deşmeli ancak “akreditasyon stresi” dediğimiz bir şey var, herkes her yerden kuşatılmış durumda…
Tekrara düşüyorum ancak şurası çok önemli; filmleri seyircinin gözünün önünden çekerek sansür protestosu yapmak kurbanlık koyunun eline bıçağı alıp “ben hallederim, sen yorulma abi” demesinden farklı değil. Has sinemacı Zeki Demirkubuz’un da dediği gibi “sansürü aşacak kadar zekası olmayanın film çekmesine gerek yok”
Yazıda yararlanılan kaynak: http://murataxu.tripod.com/Sinema/TSTSansur.htm
MURAT TOLGA ŞEN – murattolga@gmail.com