Dövüş Kulübü (Fight Club) benim en sevdiğim filmler arasında olmasından ziyade, her izleyen insana farklı çağrışımlar yapması ve herkesin kendine göre filmi anlamlandırmasından dolayı bir de Ayşe teyze izlesin bakalım, o nasıl anlamlandıracak diye düşündüm.
Tam tahmin ettiğim gibi ilk aşamada ismini beğenmedi. Dakika bir gol bir, “Dövüş kulübü??! Kavga mı izletcen bana?” sorusuyla filmi izlemeye başladık. Daha ilk sahneden Ayşe teyze bütün önyargısıyla Jack ‘in (Edward Norton) ağzındaki silahın temiz olmadığını söyleyerek açılışı yaptı. Hijyenik ve domestik bir ev hanımıdır kendisi… Hemen filmi durdurdum. Küçük bir giriş konuşması yaptım. Filmleri böyle önyargılarla izlememesi gerektiğini, filmin ona ne hissettirdiğini paylaşmasını istediğimi anlattım. Sağ olsun hemen toparlandı ve mahcup bir tavırla filmi pür dikkat izlemeye başladı. Jack’in hayatı onun için muazzamdı. Mükemmel bir iş, kendine ait bir ev ve prestij. Jack’in uykusuzluk durumunu “eee akşam yatmak bilmez, sabah kalkmak bilmez” diyerek açıkladı. Kahve içmesini kınadı. Ardından laf tabi ki bizim konumuzla hiç alakası olmayan Jack’in ailesine geldi. “Yok mu bu adamın anası babası, gelip biraz yanında kalsa kadın yemek falan yapsa, bak buzdolabına tam takır, kuru bakır. Adam aç, zaten kılkuyruk bir şey…” Diyerek ortalığı yerle bir etti. İster istemez düşündüm tabi, “Jack’in ailesi, eşi, çocuğu falan olsaydı bunlar yaşanır mıydı?” Bu sorumun cevabını sona saklayarak devam ettim. Jack var olan uykusuzluk problemini çözebilmek için terapi gruplarına başladığında Ayşe teyzenin içi bir cız etti, ben o kadar etkilenmemiştim halbuki. Bob’u da görünce resmen gözleri doldu. “Bak Beril bak, koca adam ne hale gelmiş, e karısı da boşamış zaten, her şeyin başı sağlık diye boşa demiyorlar.” Baktım Ayşe teyze açıldı bunu hemen fırsat bilip sordum “Peki Ayşe teyze, sence hangi sağlık daha önemli? Fiziksel mi yoksa psikolojik sağlık mı?” Bir an durdu, “Akıl sağlığın yerinde olursa hastalıklarla da baş edersin. Allah aklımıza mukayyet olsun. Can sağlığı arkasından gelir.” Deyince aslında onun da Jack’in durumunu fark etmeden daha ağır bulduğunu anladım. Filme Tyler (Brad Pitt) karakterinin girmesiyle ortalık bir canlandı, belli ki Ayşe teyze Brad Pitt’i pek bir beğeniyor. Sabun yapma işini pek beğenmedi tabi ama olsun. Jack’in evinin patladığı sahneyi hiç anlatmayayım isterseniz! Ev araç gereçleri ve doğalgaz kullanımıyla ilgili bir seminer verdi bana Ayşe teyzeciğim! Bu arada Marla’yı zaten sevmedik onun hiç şansı yok! “Öyle kadın mı olur? Saça bak saça, üff ne sigara içti…” ve benzeri tahmin edilebilir cümleler… Bir yerden sonra karşınızda bir çocuk varmış gibi düşünüp anca öyle sabredebilir hale geliyorsunuz ya işte o haldeydim artık. Tyler ve Jack dövüş kulüplerini kurdu. Her gece kavga ediliyor, pislik içinde bir evde yaşıyorlar, Ayşe teyze tüm bu olanlardan son derece mutsuz… Filmin bana göre en heyecanlı, Ayşe teyze için ise çay koymak için en uygun sahnesiydi. Sevgili Tyler ve Jack sabun yapımı için kimyasal atıkları çalmaya çalışıyorlardı ki; Ayşe teyze bir anda ayaklandı. “Ayyy vallahi kanlı kanlı yağ resmen, ne sabunu yapacak ki bunlar!” Sakinleşmesi için anlatmaya başladım, “Yok Ayşe teyze, gerçek değil onlar. Kırmızı boya, plastik falan…” Daha cümlemi tamamlamama fırsat kalmadan Ayşe teyze arkasına bakmadan çay koymaya gitmişti bile… “İçcen mi çay?” diye seslendi. “İçerim valla, durduruyorum filmi.” “Ay yok bırak durdurma yapsınlar sabunlarını!” Azimliydim. Ayşe teyzeye bu gördüklerinin gerçek olmadığını anlatacaktım. “Ya Ayşe teyze, onlar gerçek değil diyorum. Kocaman sanat ekibi var. Onlar hazırlıyor hep bu malzemeleri.” “Ay kim hazırlıyorsa hazırlıyor. İçim kalktı. Hem gerçek gibi olsun diye yapmıyorlar mı? Al benim midemi gerçekten bulandırdı!” Ayşe teyze ne kadar haklıydı. Farkında olmadan sanat ekibini övmüş bulundu. Sevgili Fight Club sanat ekibi, Ayşe teyze sizin hazırladığınız kanlı görünen yağları gerçek zannetti ve çok etkilendi hatta kendince size iltifatta bile bulundu. Bu da böyle biline! Jack’in patronun karşısında kendi kendini dövmesi ise tam bir yasaklı sahne… Ona göre “Ayyy bu adama ne oldu da böyle delirdi?” dediğinde hemen cevabı yapıştırdım “Eee Ayşe teyze, sizin bayıldığınız çok paralı, bol prestijli işler işte insanı böyle düşmanlaştırıyor, patronundan öcünü almak için kendisini dövecek hale geliyor insan. Eminim bir sürü insan vardır. Bazı anlarda kafasını duvardan duvara vurmak isteyen… Jack yapıyor işte.” Bu açıklama Ayşe teyzeye nedense mantıklı geldi. Beni onayladı. Bir de üzerine “Tabi hem de adam onu dövmüş gibi gösteriyor.” Ayşe teyzeyle bu noktaya gelmemize sevinmiştim. Tabi ki bu kısma kadar Ayşe teyzeyi en çok etkileyen şey Bob’u tekrar görmek oldu, canım ya… Filmin artık sonlarına gelmiş olmamıza rağmen Ayşe teyze, başından beri Mary dediği -aslında Marla olan- hatta Helena Bonham Carter diye tanıdığımız, canımız biricik karakter oyuncumuz ve sevgili Tim Burton’ımızın eşini bir türlü Brad Pitt’e yakıştıramadı. Filmin başından beri “Bu ablak adama anca bu kadın bakar” diyerek hem Helena’yı hem de Edward’ı harcarken Biricik Brad’inin Mary ile ilgilenmesi çok sinirlerini bozdu. “Eee tabi bu çocuğu seçecek. Her kadın onu seçer.” diyerek yine Brad’i yüceltmeye çalıştı. Ben de dayanamayıp “Onlar aynı adam zaten Ayşe teyze!” deyiverdim. Bir an bütün büyüyü bozduğumu düşünüp pişman ola yazmıştım ki Ayşe teyzeyi fazla hafife aldığımı anladım “biliyoruz herhalde” dedi! Evet gerçekten bunu dedi. Hemen filmi durdurdum, bozuntuya vermemek için mi öyle söylemişti anlamalıydım. Çünkü ben ilk izlediğimde filmin sonuna kadar anlamamıştım. “E bunlar hiç başkalarının yanında konuşmuyorlar, benim yakışıklım dayak yiyor ablak olan morarıyor hem bu Mary varken ikisi hiç yan yana gelmiyor, bir de kızım hangi erkek bu kadar yakışıklı, güçlü, karizmatik olmak istemez? O anca hayalinde görür böyle adamı.” İçimden David Fincher a sarılarak ağlamak geldi resmen. Ayşe teyze Brad Pitt aşkından çözmüştü mevzuyu, farklı yerlerden baksak da sonuç doğruydu! Filmimizi bitirdik Ayşe teyze biraz hüzünlü, biraz şaşkın bana döndü. “Beril bak, erkekler hiç bir şeyi içinde tutmaz. Ya ağlayacaklar ya dövüşecekler, ya bağıracaklar. Ama illaki içlerinde ne varsa dökecekler! Yoksa hasta olurlar. Kafayı yerler. Adamlar anlatmaya kalktığında bir kadın da oturup dinleyecek! Arkasını dönüp gitmeyecek! Hıh bak işte oturup dinlemezse olacağı bu! Anası bunu hiç dinlememiş!” Ayşe teyze ne kadar da haklıydı! Var olmanın dayanılmaz hafifliği paylaşmaktan geçer. Ama kaliteli paylaşma şart. Mış gibi paylaşma da sakat. Bir de insan istemediği bir hayat yaşadığını anladığında çılgınca bir üzüntü ve öfke hissetmez mi? Hem de nasıl… Dövüş kulübünü Ayşe teyzeyle izleyince anlamıştım. İletişim şart! Sağlıklı iletişim. Önce kendimizle kurduğumuz iletişim! Ve içimden bağırmak istedim. “O kanlı yağlar sahte ama kendimizle kavgamız gerçek!” Ayşe teyze her filmim de varsın!! İyi ki varsın…