Özcan Alper Artvin Hopa’nın defter kaydı, İstanbul Üniversitesi Fizik ve Bilim Tarihi eğitimiyle geçen süreye kısa bir ödün biçerek Çehov’un ‘önce kendi sokağını anlat’ teklifini kabul eder.
Öğrencilik yıllarında Ortaköy Kültür Merkezi’nde odağına aldığı Yılmaz Güney sineması sireni başlatarak Atıf Yılmaz, Yeşim Ustaoğlu, Handan İpekçi gibi yönetmenlerin filmlerinde reji asistanlığına, sonrasında 2001 yılında çektiği ilk kısa filmi Momi/Büyükanne ile yönetmeni Hemşince çekilen ilk yapıma taşır. Kayıttan düşülmüş kalıntılardır meselesi; tekrar bölümleri sadece hayatta kalanların hafızasında oynayan, sesle gelen, ağıtla kalandır, zımparalanıp tekrar tekrar kullanılan çürütülmüş bir demire demir muamelesinin devamıdır. Dillerin, kültürlerin aynılaştırılmasına yönelik sancıyı vurgulama, kültürel çeşitliliğe nefes aldırma çabasıyla yerel olanı birkaç tırmıkla bırakmayan küreselleşmeye karşı politik tavrını hemen her filminde sürdürür. Mayın ve ağıtların birlikte döşendiği tüketim hatası veren mengene, sıkıştırdığı eller, o ellerle nasıl tokalaşılacağı gibi sufleler harikası 30 yıllık bir bağ, adil istemleri samimi bir hikayeye ve yönetmenin kadrajına taşır. Yusuf, Ahmet ve yakınlarda doğacak Aram’ı aynı karakterlerin ruh halleri olarak başarıyla dolaştırır, vizesiz girilen hikayeyi onların yüzünde toplar yönetmen. Aşk, varoluş ve ölüm muhitindeki üçlemenin habercisi filmlerinde, aşk ve doğanın taşıdığı fer, zayıf/güçsüz bir yanıcılıkta, tezahüratı kısık seslidir. Ölümse yan basıp yola suç atan, bileğinden çıkmış hayata ‘topal’ yazılı son pankartını açan geliş istikameti nedeniyle tuz basarak geçmeyendir. Çocuklarını kaybeden anneler, bedel ödeyen çocuklar herkes tek başınadır; uyuyamayanlar, büyüyemeyenler noksandır…hep toplanırlar. Özcan Alper, senaryonun filmin hammaddesi içindeki birincil önemine inanır ve son halini aldığı, yeniden yazılıp çekilmişçesine biçimlendiği kurguyu ikinci etabına oturtur. Mekan algısını, asistanlık sürecinde birlikte çalıştığı mimar kökenli yönetmen Yeşim Ustaoğlu’yla arttıran Alper için her mekan birer karakter gibi konumlanır, konuşur, öykü uğrunda çoğalır, eksilir. Her iki filminde de birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Feza Çaldıran’ın, filmlerin bütünündeki büyüleyici anlatımın yanı sıra final sahnelerine sakladığı düğümlenme dönüşsüzdür, düzlenmeyen bir oyuktur. Filmin yaratım sürecinde en zorlandığı evre olan oyuncu seçimi, önceden belirleyerek yazım aşamasını hareketlendiren bir unsur olarak yer almaz. Hikayeyi tam anlamıyla oluşturduktan sonra başlayan bağımsız bu süreçte, tanınmış/tanınmamış her yüze bakarak yapım sürecinde en riskli gördüğü, kumar masası tabir ettiği yerden başarıyla uzaklaşır. Bugüne kadar çektiği tüm filmlerde Onur Saylak’a yer açan yönetmenin, amatör oyuncu kullanımı da samimi bir ortaklık olarak seyirciye geçer. Sonbahar filminde annesi rolünde seyrettiğimiz Raife Yenigül’ün dini inançları güçlü bir sosyalist olması gibi hikayeden, rolünden çok da bağımsız olmayan yaşamlardan çıkar oyuncuları. Sonbahar’ın saklayıp koruduğumuz final ağıtı, Ayşenur Kolivar tarafından yorum ve dil konusunda yönetmenin kız kardeşlerinden destek alarak hazırlanır… Yusuf Orti hangi dilde söylenildiğine kimsenin odaklanamadığı bir uğurlamadır, kıştır. Gelecek Uzun Sürer’de film müzikleri konusunda önemli başarılara imza atmış, Vova gurubundan Mustafa Biber’le çalışarak hafızada uzun sürecek ikinci bir kayıt bırakır Alper. Yapımlardan bağımsız olarak da dinleyiciye bırakılan film müzikleri etkisini, festivallerden aldığı çok sayıda ödülle pekiştirir. 2005 yılında çektiği belgesel ‘Tokai City’de Melankoli ve Rapsodi’ üç yıl sonra yönetmeni Japonya’dan kendi sokağına, başka bir festivale sürükler. Seçici kurulunda Zeki Demirkubuz, Ümit Ünal ve Önder Çakar’ın yer aldığı, Ankara Sinema Derneği 2007 Gezici festival kapsamında düzenlenen kısa film senaryo yarışmasında, dereceye giren 5 kısa film senaryosundan Moto Guzzi ile ‘Kars Öyküleri’ filminin beş yönetmeninden biri olarak seyrederiz Alper’i…kış bu kez Yusuf’un Kars’ta, başka bir yorgunluğun peşindeki mutlu çocuk fotoğrafına fondur. Aynı yıl çekimlerine başladığı Onur Saylak, Megi Kobaladze, Serkan Keskin ve Raife Yenigül’ün baş oyunculuğundaki uzun metraj ilk filmi Sonbahar, üniversitede öğrenciyken siyasi olaylar nedeniyle 10 yıllık hapis süreci geçirip sağlık elverişsizliği nedeniyle Hopa’daki evine dönen Yusuf’un(Onur Saylak) kısa süreli veda havasıdır, inceciktir. 2000’li yıllarda Ulucanlar cezaevinde yaşanan olayların, hayata dönüş operasyonlarının kesik görüntüleri, filmdeki diyalogsuz sürelerin kaldıracı olur. Ülke yorgunluğundan yıl atlatılan Yusuf, film süresince uzağında kaldığı tüm aralıkları kapatmak için evindedir…dağılan Sovyet Rusya’dan nakil, Gürcü hayat kadını Eka’yla aşkta, yakın dostu Mikail’le(Serkan Keskin) bahar ritüeli yaylaya çıkarak çocuklukta, el yapımı tamamlayıp çaldığı tulumla soluğunda ve yokluğunda çay içemeyen annesiyle çatıda olmak üzere hepsini tek tek kapatır. Hemşince kısımların ağırlıkta olduğu film, 15. Altın Koza Film Festivali, En İyi Film, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü Megi Kobaladze, 3.Uluslararası Altın Kaz Film Festivali Gümüş Kaz(İkincilik Ödülü, SİYAD En İyi Film Ödülü, 21. Premiers Plans d’Angers En iyi müzik ödülü, 20. Ankara Uluslararası Film Festivali En İyi Yönetmen, En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü Feza Çaldıran, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü Megi Kobaladze, En İyi Kurgu Ödülü Thomas Balkenhol olmak üzere çok sayıda ödülle filmi sahiplenir. Yönetmen, 2011 Türkiye-Almanya ortak yapımı Gelecek Uzun Sürer ile iki yıllık bir ön çalışma sonrası, ilk filminden daha konuşkan ve cesur yaklaşır seyircisine. Ağıt derlemeleriyle ilgili tez çalışması için tek başına Diyarbakır’a giden Sumru(Gaye Gürsel)’ nun, açtığı DVD tezgahından ilerisine sahip Ahmet(Durukan Ordu)’le birlikte devam ettiği Hakkari’de tamamlanan bir yol sonu hikayesidir. Sumru’nun kayıt cihazında 90’lı yılların faili meçhul hikayeleri için yer açarken Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenler Derneği’ndeki kayıp yakınlarıyla(gerçek anne ve eşlerin katılımıyla çekilmiştir) yapılan röportaj ve belgesel görüntülerinin kullanımı filme yabancılaştırmak yerine yakınlaştırıcı bir etki sağlamıştır. Eskimeyen bir kederin müşterekliği ile tanıklığı arasındaki ağırlık farkı Khaçadur Avedisyan ‘ın ninni oratoryosundan yağar. Malatya Uluslararası Film Festivali En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Müzik, Uluslararası Kerala Film Festivali FIPRESCI En İyi Film Ödülü, 2011 SİYAD En İyi Film Ödülü, 18.Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Müzik ve En İyi Erkek Oyuncu dalında Durukan Ordu gibi ödüllerin yanı sıra festivalden gelen Yılmaz Güney Ödülü sireni başlatan algıya teşekkürün anlamlı takdimidir. Geçtiğimiz Haziran ayında çekimlerine başladığı, senaryosunu Ahmet Büke’yle yazdığı son filmi Rüzgarın Hatıraları, 1940’lı yıllarda savaş sonrası Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Ermeni şair Aram’ın, Gürcistan ve Türkiye arasında geçen sürgün hayatına ve yönetmenin hafıza kayıtlarına değerek perdedeki cesur yerini koruyacağının ipuçlarını vermektedir. İkinci kez birlikte çalıştığı Onur Saylak’ın yanı sıra Mustafa Uğurlu, Murat Daltaban ve Ebru Özkan’ın yer aldığı film, Kültür Bakanlığı’ndan destek alamadan tamamlanırken düğüm, yönetmene göre tahmini kolay bir ihtimale bağlıdır. Filmin baş kahramanının ismi Aram değil de, Ali olsaydı, iki filminden toplam 51 ödülle ayrılan Özcan Alper’in vizyon tarihi merakla beklenen son filmi finansman anlamında da sınırdan geçerdi. Rus şair Andrey Vosnesenski’den Nazım Hikmet’e şiiri, edebiyatı tek tip bir coğrafyanın çoğaltmadığı, eleştirel görüşün, politik tavrın estetiğe ayrılacak dilime engel olmadığı ispatını sinemasıyla destekleyen Alper, sofradan kalan (z)afiyeti sessizce perdeye bırakırken K.İskender’in dizesine bir çatal kalır… ‘Her insandan lezzetli yemekler yapılabilir/Önceden güzel kurulursa sofra.
Didem PEKER BAŞARAN