Bu hafta biraz kısa filmlerle ilgili yazmak istedim. Biz de sinema ‘uzun’ metraj üzerinden yürüdüğü için kısa metrajlı filmlerle ilgilenmek gerçekten de özel ve biraz da meşakkatli bir ilgi alanı gerektiriyor. Ticari gösterim şansı pek bulamayan, yönetmenlerine festival ödülleri dışında para kazandırmayan ama son yıllarda anlayamadığım hızda popülerlik kazanan kısa filmlerden ve onların popüler jürilerinden bahsetmek kaçınılmaz hale geldi.
Birkaç ay önce Yeşil Ekran Kısa Film Yarışması duyurusu yapıldı, 15 Mart’ta da ödül töreni gerçekleştirildi. Kısa film ve çevre bir araya gelince ister istemez heyecan duydum ama jürideki isimlere bakınca anında heyecanım söndü gitti. Elbette sinemamızın çok önemli isimleri jürideydi ama… Aması var işte. Türkan Şoray, Ediz Hun, Hülya Koçyiğit, Cihan Ünal ve Hakkı Erkök’den oluşan jüri ‘ne alaka’ dedirtti bana. Bu isimlerin tek açıklaması olabilirdi popülerlik. Yoksa yarışmayı düzenleyenlerin yok olan doğayı, kirliliği vs. taktığını sanmıyorum. Sadece düzenledikleri yarışmanın çarşaf çarşaf haber değeri taşımasına ihtiyaçları vardı ve öyle de oldu. Çağımız öyle bir tüketim çağı ki her şeyden fazla fazla yapılmaya başlandı artık. Kısa film festivalleri de bundan payını alıyor fakat çoğu amacına hizmet etmekten uzak!
Kanımca kısa filmin bu kadar popüler olmasına gerek yok, hatta fazlaca cool olabilir. O yüzden kısa film festivallerinde bu kadar popüler isimleri görünce afallıyorum, garipsiyorum. Hem teklif götüren hem de teklifi kabul edenler ilginç geliyor. Kısa filmin ruhuna aykırı o isimler, o popülarite!
Geçen gün de Gonca dergisinin çocuklar için düzenlediği kısa filmin bültenindeki jüri dikkatimi çekti. Sinema eleştirmeni (!) ve gazeteci Nedim Hazar konuyla ilgili şöyle bir beyanat vermiş. ‘Sinema eleştirmeni-gazeteci Nedim Hazar, günümüzde birçok uzun metraj film yapan yönetmenlerin, kısa film yaparak başladığını ve mesleki hayatlarında kısa film çalışmalarının çok önemli bir yeri olduğunu vurguladı. Çocukların kısa film yarışmasına teşvik edilmesinin, onların gelişimi için çok önemli olduğunu söyledi. Türkiye’de, çocuklar için bu zamana kadar ulusal çapta düzenlenen kısa film yarışmalarının, bir elin parmaklarını geçmediğini belirterek, “Çek Bir Kısa Film” yarışmasının önemini dile getirdi.’ Çocuklar için kısa film yarışması fikri harika da filmleri kim çekecek onu bilemedim işte!
Kısa filmler de yıllara göre teknik, bakış açısı, yaratım süreci vs. gibi konuları dikkate alarak değişiyor ve gelişiyor. Yani her an onları da takipte olmak gerekiyor. Sırf popüler bir isim olarak jüri olunca duygusal olarak (Bkz: Yeşil Ekran’ın birincisi) size en yakın gelen filmi seçiyorsunuz ve diğer özellikler arka planda kalıyor. O yüzden kısa filmlerin bu kadar popüler isimlere ihtiyaç duymadan, özgürlükçü tavrını koruyarak ilerlemesi taraftarıyım. Popüler isimler için başka yarışmalar mevcut zaten, oralarla haşır neşir olurlarsa her iki taraf için de daha adil olacaktır!
Festival gelir biz festivale gideriz!
Evet senenin o vakti geldi sayılır. 4 Nisan’da her şeyi bir kenara bırakıp her yıl olduğu gibi filmlere, salonlara, yönetmenlere, oyunculara Beyoğlu’na, Kadıköy ve Ortaköy Feriye’ye koşacağız. Aslında festival bize her yıl şunu işaret ediyor ve sinema salonları konusunda S.O.S veriyor. Geçen yıl Nişantaşı’nda City’s festivalin salonuydu ve bu sene Cinemaximum’a devrolduğu için bu yıl festival salonları arasında yok. AVM içinde vs. onu tartışırız ama tekelleşmeyi ayan beyan yapan bir grubun aldığı anda salonunu festivalden çekmesi hiç etik, paylaşımcı ve kabul edilebilir değil! Ama tavır net, biz popüler olanın peşindeyiz demek istiyor o sinema grubu!
Festival basın toplantısında festival yönetmeni Azize Tan’ın da dert yandığı gibi bir festival sineması, salonu eksikliği var ve her yıl daha da açığa çıkıyor. Bu diğer salonların kötü olduğunu değil ama yetersiz olduğunu açığa çıkarıyor. Bir de benim her sene büyüyen korkularımı. Bizce yıkılan, yok edilen gerçek Emek sineması, onlarca yukarıya taşınan çakma Emek sineması tamamlandığında işleri karıştıracakmış gibi görünüyor. En büyük korkum da İKSV’nin salon bulamayıp çakma Emek Sineması’na razı olması ve bizim de gidip orada hiçbir şey olmamış gibi film izlememiz. Belleğimiz o kadar zayıf ki kendimizi bunu yaparken bulmaktan korkuyorum feci halde! Her festival başlarken Emek Sineması’nın yokluğu içime daha bir taş gibi oturuyor. Orada film izlemenin duygusu bir başkaydı ve o duyguyu özlüyorum. Keşke festivalle birlikte o da yaşasaydı uzun yıllar! Festival onu yaşatmayı başarabilseydi!
Kısalar ve dertler!
Lafı kısa filmle açmışken tekrar kısa filmle kapatayım istedim. Bu hafta içi 11. Akbank Kısa Film Festivali’nin kapanış törenindeydim. Ödül alan kısa filmler bile ülkesel farkları, bakış açımızı, dertlerimizi ve onları yaşadığımızı gösteriyor. En iyi ulusal film ödülü Orhan İnce imzalı Adem Başaran filminin olurken, En iyi uluslar arası film ödülü Avusturya doğumlu yönetmen Mark Gerstorfer’in Kaçış / Erlösung filmine gitti. Adem Başaran zorunlu göçten çocuk işçi olmaya kadar büyük ve değişmeyen bir trajediyi anlatırken, Kaçış filmi internette intihar vakası gibi çok yeni biraz da popüler bir konuya değiniyor. İzlerken düşündüm biz yıllarca filmleri aynı bakış açısıyla, acı dolu karelerle anlatıyoruz ama Avusturyalı yönetmenin duygusu çok başka. O yaşanmış bitmiş ve duygu eksikliği boyutuna geçmiş, biz hala kuramadığımız hayatların peşindeyiz. İki film çok farklıydı teknik ve duygu olarak ama kısa filmin o özgür dünyasında aynı anda var olmayı da başarmışlardı!