Serkan Özarslan’ın yönettiği Kendinol sanal dünyaların, hackerların, Ursula Le Guin’in Mülksüzler’inden referans alarak oyunların, gücün dünyasına çıkıyor, farklı bir dünyayı farklı bir kurguyla karşımıza dikiyor. Filmle ilgili olarak yapımcı Selim Ünel, yönetmen Serkan Özarslan ve oyuncu İmer Özgün’le konuştuk… Kendin ol bilinmeyen dünyaların bilinen karşılıklarını sunuyor…

Banu Bozdemir

Herkesin ilk uzun metrajlı film çalışması madem, ilk adımlar nasıl atıldı oradan başlayalım.

Serkan Özarslan: Bir gün Selim’le otururken (Ünel) bizim film çekmemiz lazım dedik, fikirler havada uçuşuyor tabii. Bizim 7-8 yıl önce üzerinde uğraştığımız bir senaryo vardı hatta yazdığım ilk uzun metraj film senaryosudur. Bu ama bu değil bunun on katına çekilebilecek bir senaryoydu. Yine aynı dünyayı anlatan daha büyük bir film. Zaten ilerideki günlerde param olmadığında çekmek için hikayesini yazmıştım. Senaryosunu kardeşim Volkan’la yazdık. Ve önümüze serip yaptığımızda ilk halinin etkisini verip vermeyeceğini sorduk kendimize. Ve kararımızı verdik. Oyuncular konusunda nokta atışı yaptık, Selim’in cast direktörlüğü yapması da işimizi kolaylaştırdı. Karar verdikten iki ay sonra setteydik. İyi bir uzun metraj denemesi, iyi bir ilk film olduğunu düşünüyoruz hepimiz. Ne kadar iyi bir ilk film onu hep beraber göreceğiz.

Oyuncumuza soralım ilk sinema filmi deneyimi nasıldı?

İmer Özgün: Enteresan oldu ama ben hep böyle bir şeyin içinde olacağımı hayal ediyordum. Her şey açısından ilk. İsimsiz biri için öyle bir şeyden başlamak çok zor. Az çok insan hayal edebiliyor. Tiyatro ve dizi projelerinden sonra bir arkadaşım bu projeden bahsetti. Gidip görüşene kadar bir fikrim yoktu filmle ilgili. Başrol olduğunu bilmiyordum, konuşunca bir kadın oyuncunun etrafında dönen bir iş olduğunu anladım. İlk aşamada kafam karıştı, öyle ağır bir rolün altına gireceğimi hayal etmemiştim. Çalışmaya başladık text üzerinde sonra da deneyimlemeye başladık. Fikir olarak basit görünüyor ama uygulanışta ciddi sıkıntılar vardı.

Kadının rolü bayağı zorlu, ilk başta alışana kadar zorlandınız mı, neler yaşandı?

İmer Özgün: İnanılmaz zordu, ben de zaten klostrofobi durumu var. Ama kendimi sakinleştiriyordum, yalnız değilsin herkes yanında etrafında diye. Beni bağladılar, tamam sıkıntı yok hallederiz dedim ama gözler bağlandı ağız da kapanınca biraz sorun oldu tabii. Ama aktı o sahne, gerçek bir deneyim oldu.

Hem cast direktörlüğünü yaptınız hem de yapımcısısınız filmin, sizin görüşlerinizi alalım…

Selim Ünel: İlk filmim ve kendime yapımcı demem biraz ayıp olur. Ama bundan sonra yapımcılık yapacağım. Yönetmen olmak gibi bir hayalim yok, ne yönetmen bütçeye karışsın ne de ben bütçeye. Serkan’ın söylediklerine ek olarak, evet bu ilkler filmi. Tür olarak da bir ilk. Görüntü yönetmenimizin de ilk filmi, oyuncularımızın da ilk sinema filmi. Yapımcılık zor bir iş, sadece bütçe hazırlamak değil olay bunun idaresi de sizde. Ama kolay tarafı sınırlarımız ve bu sınırlar içinde yapacaklarımız da belliydi. İçimizde ukde kalmadı, istediğimiz filmi çektik diyebilirim.

Filmin konusu, tarzı biraz farklı. Her zaman karşımıza çıkmayacak bir film. Biraz bundan bahsedelim…

Serkan Özarslan: Benim arkasında durduğum, hayat boyu da durabileceğim sinema şöyle bir şey. İlk aklınıza düştüğü, şöyle de bir şey yapsak dediğiniz bir an var ya bittiğinde de onu hissedebiliyorsan tamamdır. Bütçe vs. benim açımdan önemsiz hale gelebiliyor. Bu filmde hissedebiliyorum. Sanal gerçeklikle ilgili, sanalın sonuna gerçeklik koyma ihtiyacı var ya. Sanal sanal aslında. Onu gerçek yapan bizleriz. Büyük olabilecek bir tartışmayı küçük küçük barındıran, geleceğe dair fikirler veren ama asla tanı koymayan, aslında hep bildiğimiz, içinde yaşadığımız bir dünyanın asıl sahiplerini anlatmaya çalışan bir film. Oyun dünyasını ve sanal dünyayı anlatmaya çalışan bir filmin kurgusu da ancak böyle olur. Düz bir kurguyla sanalı anlatamazsınız, ben buna inanıyorum. Hikaye karışıklığı bu açıdan giderdiği için bu sizin direkt görsel üslubunuza yansıyor, daha basit olmaya çalışıyorsunuz. Daha uzun planlar tercih ediyorsunuz. Aslında işi en basit hale getirmeye çalışıyorsunuz. Dil olarak bakınca da sanalla ilgili bir film yapıyorsak video üretiminin filmin görsel diline bir etkisinin olmaması imkansız. Klasik sinema eğitimi aldık ama artık başka türlü bir izleme alışkanlığı var. Kısa videolar vs. Burada hangi görsel dil ve kurgu elinizdeki anlamı en değerli hale getiriyor. Kendinol tamamen bununla ilgili bir film.

Kadını gayet güçlü buldum filmde, tamam bir oyunun içinde ama zaman zaman bu gücü sorguladığınız oldu mu?

İmer Özgün: Bana biraz fantastik karakter gibi geliyor, ben öyle hayal ettim onu. Zaafını görmüyoruz, ikinci bir anını yakalamıyoruz. Yönetmen de sanırım o taraflarını tercih etmedi, bu taraflarını tercih etti.

Serkan Özarslan: Çok düşündük evet, senaryonun üzerine aldığımız notları görsen. Çok tartıştık, neredeyse her diyalog ve repliği tartışarak karara bağladık. Belki ilk olduğu için bu kadar tartıştık üzerinde.

Kadın karakter filmin ana unsuru, onu biçimlerken nelere dikkat ettiniz?

Serkan Özarslan: Bir kere çok cani gönülden bir itirafta bulunayım. Ana karakterin cinsiyetiyle hiç ilgilenmedim. Benim için öyle bir bakış söz konusu değil.

Sinemamızda kadın rolleri azdır ya o yüzden dikkat çekiyor tabii buradaki çokluk…

Serkan Özarslan: Doğru haklısın, ama alttan alta şuna hep inandım. Kendini akıllı zanneden filmdeki erkekleri tufaya düşürebilecek zekaya bir kadın sahip olabilir. Bunun etkileri olabilir. Aslında kız yetmiş dakika boyunca onlara bir oyun oynuyor ve onları inandırmak için yapıyor her şeyi. Ve onların inanacağı kadar yapıyor aslında. Alttan alta bir kadın bu zekaya sahip olabilir diye düşünüyorum. İş fiziksel kuvvetse o figür için bir erkek tercih edebilirdik ama mevzu fiziksel güç değil filmde.

Biraz önce fantastik dedik, daha fantastik olabilir miydi film?

Serkan Özarslan: Tabii ki nerelere giderdi. Ah şu imkanlar… (gülüşme)

Selim Ünel: Süper Hero değil tabii. Ben bi yandan da buna yakın karakterlerin var olduğunu ya da yakın bir gelecekte çok daha fantastik kişilerin bu işleri yapacağına inanıyorum. İnandığımız için bu filmi çektik, belki fantastik boyutunu öyle düşünmek lazım. Bu da benim bir itirafım olsun, bu filmin başrolü bir oyun karakteri değil oyunun kendisi. Bir başrol anlatacak kadar karakter çözümlemesine girmedik biz. Ama bunu yettiği kadar verdik, bu durumdan da memnunuz. Bir kadın filmi ama derinlemesine baktığınızda kadın tek başına başrol değil, başka bir başrol var.

Oyun oynuyor musunuz diye hepinize sorayım o halde?

İmer Özgün: Gerçekten çok alakasızım, ben atariler döneminde falan kaldım. Ama bir başlasam sürüklenirim yani. Onu da hissediyorum. Bir potansiyel var gibi. Ama tercih etmiyorum.

Serkan Özarslan: Ben oyun oynamadan duramam. Kurtulduğum dönemler oldu ama bunlar kurtulmak zorunda olduğum dönemlerdi. Oyun oynamayı çok seviyorum hala.

Gerçeklikle sanal karmaşası yaşıyor musun?

Serkan Özarslan: Karıştığı zamanlar oluyor, insanın gerçek hayatına etki etmediğini düşünmek zor. Oyun dünyası açısından bir milat var. Multiplayer. Yan yana oturup birileriyle oyun oynamak başka tamamen sanal kimliğine güvenip dünyanın başka yerinde bilgisayarın başına oturan benim gibi elli adamla oyun oynamak başka. Zaman farkı, gerçek algısı giriyor. Karşındakinin ne kadar doğru söyleyip söylemediği her şey birbirine karışıyor. İnsanın garip bir paranoyaya ittiği bir gerçek. Ayrıca Kendin Ol da anlatılan hikaye gibi gerçek hikaye çok biliyorum. Kaptırmak, kaptırarak bir şey yapmak, yapmak değil de yıkmak tarafına dönmek. Sonuçta bu hikaye insanlara gerçek gibi gelecek ama biz bu hikayeyi yazdığımızda sekiz sene önceydi, o zaman çeksek insanlara çok daha fantastik gelebilirdi. Ama Kendin OL biraz daha ötesini anlatıyor. Şu an biliyoruz ki olabilir. Ben sosyal medya tarafına girmedim ama gerçek hayatta konuştuğum gibi yazmıyorum bir twit atacak olsam. Orada şu soru geliyor olmak istediğimiz o mu yoksa bir şey mi satıyoruz? O yüzden çok soru var orada. Gerçek dünya da iyi gitmiyor, orası mutlu huzurlu bir yer. Ama hayatın acımasız tarafı oranın da bir sahibi var.

İmer Özgün: Kendime bir kimlik yaratayım insanlar da beni o kimlikten bilsinler, değer verip sevsinler hali.

Serkan Özarslan: Henüz bu dünya iki boyutla yazılanlar, görsel olarak paylaşılan fotoğraflar. İnsanlar birbirlerini böyle tanıyor. Gerçek hayatla sanal algısı karışmış değil. Bunun karışacağı nokra üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı his dediğimiz şeylerin de sanala taşınacağı noktalar. Kendin Ol da bunu anlatıyor.

Selim Ünel: Çok uzak bir gelecek olduğunu da sanmıyorum. Çok yakın geleceğin teknolojisi şimdiden hazır zaten. Çocuğum dört yaşında ipadi benden iyi kullanıyor. Onun içinde doğdu ne yapsın? Ben de oyun delisiyim, 7-8 yaşlarında ilk açılan oyun salonlarından birine gittim. Ve hala daha kafamı dağıtmak için oyun oynarım. Oturdum mu saatlerce oynarım ve epilepsi ve halüsinasyonlarla ilgili uyarılar yapılır ciddi ciddi. Günde beş saat falan ve günlerce aynı oyunu oynadığım zaman rüyamda da oyuna devam ettim. Trafikte beklerken frene basıyorum ama aslında önümdeki arabaya nişan alıyorum ben. O kadar çok bakıyorsunuz ki kafa her gördüğü şeyi oradaki gibi algılıyor.

Mülksüzler göndermesi var filmde…

Serkan Özarslan: Hacker dediğiniz insanlarla ilgili bir şey yapmak istiyorsanız araştırmanız gerekiyor. Araştırdığınızda 80’li yıllarda yirmi tanesinin bir araya gelerek yazdığı manifesto gibi bir şey buluyorsunuz. Dünyanın faaliyetleriyle ilgili çok doğru şeyler yazmışlar. Filmde konumlandırdığınız kişiler bazında böyle olmak zorundasınız. Kişisel olarak bu dünyanın gerçek sahiplerinin onlar olduğuna inanıyorum. Girip çıkamayacakları yer yok, her şey kontrollerinde. Orada devreye ahlak giriyor. Kimisi bunu kişisel kimisi de daha toplumsal çıkarlar için yapıyor. Mülksüzler’in şöyle bir karşılığı var orada. Yazarı da ikircikli bir ütopya der kitap için. İşin içine insan girdiğinde sistem ne kadar değerlidir? Öyle bir dünya var, iki dünyayı karşılıklı oturtmaya çalışmış bir kitap var. O dünya bu dünya gibi bir sürü sorunsalı içinde barındırmış kahramanı. O yüzden tam da o günleri yaşıyoruz, sanal ve gerçek dünyalar. Orayı da burayı da iyi yapan bizleriz. Sistemin insanla alakalı olduğunu düşünüyorum. Bi yandan da birilerini bir şey yapmaları için ikna etmek zorundasınız. İyi bir materyale ihtiyacınız var Mülksüzler bunlardan birisi. Biraz bu dünyaya ilgi ve duyan ve aslında bu dünyada hiçbir şeyin bize ait olmadığını hisseden birilerini çok içten etkileyecek bir kitap. Zor yola düşmüş, kendisini kurtarmaya çalışan bir kız çocuğuna boş anında o kitabı verdiğinizde etkilenmemesi imkansız.

Zeynep bir oyuncu, oyuncu dediğimiz şey özünde o mudur?

İmer Özgün: Ün, şöhret işin içine girince… o da bir mülkiyet aslında. Gerçek hayatta da çok karşılaşıyoruz, psikolojisi bozulanlar ne yapacağını bilemeyenler… Çocukluk ilginç bir travma. Belli bir yaşa kadar ilgi alaka, sonra pat diye azalıyor, burada zaten bocalama durumu var. Şöhret durumuna ulaşan bir oyuncu için de daha üst düzeyde bunu kaybedersem durumuna ulaşıyor. Anlayabiliyorsun aslında.

Şöhretle işini iyi yapmak arasında ince bir çizgi var mı karışıyor mu bu ikisi?

İmer Özgün:Bu konuyla ilgili kafam gerçekten çok karışık. Ünlü olmak bi yandan baktığınızda çok basit bir şey. Ama bana çok zor, ben işimi yapmaya çalışan birisiyim. Hangi tarafı, yolu tercih edeceğinizle ilgili.

Tiyatro?

Evet. Devlet Opera ve Bale’deyim. Tiyatro, dizi, sinema hepsini yapmaya çalışıyorum. Tiyatro çok keyifli meşakkatli. Diziyi maddi yönden tercih edenler var. Oyunculuğun tek bir tarafına yönlemenin çok büyük zenginlik olduğunu düşünmüyorum. Çok alanı var her taraftan beslenmek güzel olur. Devamlı bir keşif süreci var oyunculukta, bu filmde Zeynep’ten çok Nemesis başlı başına benim için zorlayıcıydı. Beden kullanmayı çok seviyorum, ama burada daha başka, daha nötr bir yerden yakalamaya çalıştık. Yol ve süreç başkaydı yani. Daha duruydu ve o benim için çok güzeldi.

Bu filmin devamı gelebilir mi?

Serkan Özarslan: İstiyoruz evet.

Selim Ünel: Öncesi gelebilir.

Serkan Özarslan: Kendin Ol bu dünyanın çok küçük bir anı. Biz daha büyük bir anını yapmayı istiyoruz. Ama koşullar vs.

Selim Ünel:Devamını isteriz tabii ama. İzleyiciye karşılığını vermek isteriz, gelip izleyen para ödeyen seyirciye. Verdiğiniz şey de hayatı sorgulasın diye değil önce iyi zaman geçirsin diye yapmak lazım. Sonra düşünsün ama önce iyi hissetsin. Bundan sonrası için de biz hackerleri çok iyi biliyoruz anlatırız diye yapamayız, bundan sonrasını anlatmak için bizim de hacker olmamız lazım. Ayrıca büyük bir risk olur. Ama bu filmden özellikle ilgilerinin ve hitap ettiği yaş kesiminin kötü hissederek çıkacağını sanmıyorum. Bundan sonra yapacağımız da böyle olacaksa olmalı. Çapı da belli öyle. İmkanlarımız olursa neden yapmayalım.

Bir rolü tercih etme nedeniniz?

İmer Özgün: Bir rolü uzak ya da yakın bulmak olarak bakmıyorum. Kişisel olarak da yaklaşmıyorum o tarz bir durumum yok. Ama şu güzel bir deneyim benden ne kadar uzak ve değişik bir şeyse yaratım süreci ve o yol çok daha keyifli olabilir. Zaten bu işi o yüzden yapıyoruz farklı şeyleri deneyimlemek ve farklı kimliklere girebilmek için. O farklı bir özgürlük alanı çünkü. Kiminle çalıştığın da önemli. Bizi bir araya getiren, o işi gönülden yapmana sebep olan şey de bu.

Serkan Özarslan: Birçok şey söyledik falan ama izlediğinde insanların sevmek isteyeceği bir film yapmak istedik. Bu kadar net. Üzerine düşünürlerse de ne mutlu bize. Bir filmi izlemeye gidenin arka planda bizim yaşadıklarımız umurunda değil. Onun derdi geçireceği vakitle ilgili.

Selim Ünel:Yüzde yüz iyi vakit geçireceklerini düşünüyorum. Çok iyi bir şey bildiğini zannettiği bir dünyanın çok az şeyini bildiklerini fark edecekler. Birçok insan çok fazla hayal kurmuş bu film diyebilir ama iki dakika sonra filmin afişini paylaşınca filmin anlamını bulmuş olacak zaten. Bu türe meraklı olmakla ilgili de değil…

İmre Özgün: Hem bildiği hem de yabancı olduğu bir dünyayı görecekler. Ben keyif alacaklarını düşünüyorum.

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.