Rosewater (Gül Suyu), The New York Times’ın en çok satanlar arasında bulunan, Maziar Bahari’nin “Then They Came for Me: A Family’s Story of Love, Captivity, and Survival” isimli kitabından beyazperdeye aktarılmış.

İF’te izleme fırsatı bulduğumuz bu filmin ülke vizyonu ise henüz belirsiz. Yönetmenliğini 17 yıldır severek izlediğimiz, “The Daily Show” programının sunucusu Jon Stewart üstlendiği filmin başrolünde Gael García Bernal (Maziar Bahari) bulunuyor. Bernal’a babası rolünde Haluk Bilginer’i görmek ise bizler için güzel bir sürpriz. Tahran doğumlu Kanadalı Bahari’nin 2009’da İran’a Mahmoud Ahmedinecad’ın tek rakibi olan Mir-Hossein Mousavi ile röportaj yapmak üzere Tahran’a gitmesiyle hikaye başlar. Seçimlerde Ahmedinecad’ın galip çıkmasının ardından Mousavi taraftarları ayaklanır. Bu ayaklanma sırasında vurulan bir direnişçinin fotoğrafını çeken Maziar Bahari, bu fotoğrafı BBC’ye gönderir ve ertesi sabah İran polisi tarafından tutuklanır. Kendisine “Rosewater (gül suyu)” diyen bir polis tarafından 118 gün boyunca sorgulanır. Uluslararası bir kampanya başlatan Bahari’nin eşini, belki haberlerden daha iyi anımsarsınız. Bu kampanya sonucu Batı medyasının bir numaralı meselesi haline gelen olay günlerce taze haber olarak canlı tutulmuştu. Sonunda İran otoritesi 300 bin dolar kefalet ile Bahari’yi serbest bırakmıştı. Serbest bırakma sırasında bir anlaşma daha yapılmıştı. O da Bahari’nin casus olduğunu kabul eden bir bildiri vermesi ve gizli bir anlaşma ile İran için casusluk yapacağını kabul etmesiydi.

 

Gerçek olan bu anlaşma kısmı da zaten beni filmin hikayesinde en rahatsız eden kısmı. İnsanların ne koşullarda, nasıl işkencelere maruz kalıp ideallerini gene de satmadıklarını ve anlaşmaya varmadıklarını biliyoruz. Ve asıl bu insanların öyküleri sinemaya daha çok yakışan hikayeleri oluşturuyor. 118 gün gibi kısa bir sürede, hem de anlaşıldığı üzere ciddi bir işkencede söz konusu olmadığı bir durumda, Batılının kendi konforunu öne alarak imzaladığı anlaşma pek de bir filme konu olmayı hak edecek cinsten değil. Bu anlaşmayı 118 gün sonra kabul etmesinin başlıca sebebi de babası (Haluk Bilginer). Bahari’nin vicdanının temsii olan babanın kendisine söyledikleriyle daha önce pes etmiyor. Bilginer’in bu noktada ikna edici ve başarılı bir oyun ortaya koyduğunu da söylemeliyim.

 

Filmin başındaki ilk 20 dakika çok daha can alıcı ama maalesef kısa tutulmuş. Ahmedinecad karşıtlarının, bizim buralarda verdiğimiz sivil itaatsizlik benzeri direnişlerini izlemek, dünyanın artık sadece benzer olan net iki tarafa bölündüğünün kanıtı gibi. Bir yanda yerini korumak isteyenler diğer yanda ise sistem karşıtları. Bu İran’da da, Türkiye’de de, Amerika’da da, Pakistan’da da böyle. Bu umut verici bir şey. Filmin tutuklama sonrasındaki uzun olan kısmı ise birbirini çok fazla tekrar eden sahnelerden dolayı olayın bütününün etkisi kaybettiriyor. Zaten hikayeye haberlerden aşinaysanız, kahramanın başına gelecekleri bildiğinizden dolayı beklentiniz de azalıyor. Tutukluluk sırasında Rosewater ve Bahari arasında İranlıların cinsel bastırılmış dürtülerini öne çıkaran alt metinini ise sorunlu buluyorum. Bu filmi neden çektim veya filme nasıl bir genel anlamlandırma katabilirim telaşı son derece acemi bir halde ortaya çıkmış oluyor. Ve hikayenin bu alt metnini tutacak hiç bir dayanağı olmadığından gülünç geliyor. Ortada bir kahramanlık hikayesi yok. Sert gerçekliklere dayalı bir anlatım yok. Kaldı ki eğer bu hikayeye daha psikolojik ve farklı siyasi bir yorum ekleyerek irdelemek istendiyse de bundan maalesef eser yok. Gene de izlemeye değer bir film olduğunu düşündüğüm Rosewater sonuçta, sevdiğimiz değerli bir muhalif olan Jon Stewart’ın ilk filmi, hataları mazur göreceğiz artık.

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.