İlk resim sergisini lisedeyken Trabzon’da açan Tayfun Pirselimoğlu, bu açılışa ODTÜ Metalurji Mühendisliği’ndeki öğrenimi ve kısa süren bir çalışma testi kadar ara verip takip eden dönemini resim eğitimi almak üzere Viyana’ya çevirir.
Eserleri İstanbul, Ankara, Budapeşte, Tallinn gibi birçok şehirde sergilenen yönetmenin ziyaretçileri, sonraki yıllarda okuyucuya, 2000’lere doğru seyirciye dönüşen şanslı bir evrimin yolcularıdır. Çöl Masalları, Kayıp Şahıslar Albümü, Malihulya, Şehrin Kuleleri, Harry Lime’in En Yeni Hayatları ya da Üçüncü Adam’a Övgü ve Kerr’ de romancı, Otel Odaları’nda öykücü Pirselimoğlu’nun tek kişilik ve daha serbest bir alan tabir ettiği yazın yaşamından artan hissiyat, her okuyucuyu kendi eskisinde bekletip bırakır. Günden güne nükseden bir hastalığın evin giderek daralmasıyla yürütülen benzetmesine; Boris Vian’ın Günlerin Köpüğü’ne gidip dönmüşlüğün etkisiyle sadece kapı zili benzerliği olan bu kısa süreli davetten hemen çıkılarak anlatım ustalığı kalın harfli bir not ile düşülür, sayfaları da tek kişi çevrilen bu eylemde. Resim ve yazın hayatında kullandığı materyaller sabitken; 1999’ da sinema için de ayırdığı birkaç ipucunu, her yerinden delik deşik olmuş bir topun sönmek bilmez zayıflığından tutarak yuvarlamaya başlar, usta yönetmen. Yeşim Ustaoğlu’nun kısa metraj filmi Otel(1994) ve uzun metraj ilk filmi İz(1995)’in senaryolarını üstlenen Pirselimoğlu, çok sayıda ödüller alan, Ahmet Uğurlu, Halil Tatari ‘nin baş oyunculuğundaki ilk kısa filmi Dayım‘la tam anlamıyla gelir. Cezmi Baskın ve Sevda Aliyeva’yla çalıştığı 2002 yapımı ikinci kısa filminde, Sükut Altındır((Il Silenzio è d’Oro)’a 16 dakikayla yetindiren yönetmen, artık sesi de çıkmayan, üçte ikisi sularla bezenmiş bu topu, geri dönüşüm güzergahı için çevirmeye başlar. Ürkütücü, karanlık gelecek fikri, kötü gidişat ve beraberindeki son, yönetmenin filmlerine uyarladığı haliyle yeni bir başlangıcın, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı dönümü etkisini hep korur. Pirselimoğlu için, tamamen yok olmak karamsar bir resim için tasarlanan, adına karar verilen umut verici bir hediye gibidir, en azından değişime mecburdur, var olmaya diğer deyişle. Aşağıda yitirilecek değer kalmamacasına dinlenip bir arabayı ezecek güce gelmek, elindeki fardan kıymıkları çırpıp doğrulmak ve doğrulduğunda aynı yerde duruyor olmak arasında geçen zamanda başlangıç noktası dışında hiçbir şey aynı değildir. Doğu Felsefesi’nin değişim inanışına yakın duran yönetmene göre; ‘’hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu düşündüğümüz yere geldiğimizde, başladığımız yer/başlangıç noktamız dışında her şey değişmiştir, en başta biz’’. Zamanın mekan üzerinden kimi sessiz, kimi gürültülü gerçekleştirdiği uzun atlamadaki bu başarısını, üç filmini de başladığı yerde bitirerek sinemasına taşır. Açılış ve finalleri aynı görüntüyle veren sarmal algı, fiziki durumun aksine aynı yerde kalmayan birey için umut verici bir devamı niteler, hala aynı pencereden bakıyor olmak başka bir yerde ya da başka biri olmaya engel değildir. Her hikaye seyrinde, başka bir yitik hayat çekip anlatma-severliği, perdeye uyarlandığında bırakacağı sanatsal etkinin büyük ölçekli olacağı gibi bir hesaplamadan ileri gelmez .Odağını belirleyici kılan iki unsur vardır, sıradan insanların çektiği ıstırabın, varoluşsal sıkıntının ‘hakikiliği ve samimiyeti’. Bireyin ruh çıkmazı, yabancılaşma ve iletişimsizliğini, sosyo-ekonomik ve politik konumuyla birlikte özenli ama cilasız bir resmin içine yerleştirir. Azmettiricinin vicdan olduğu yerde hayat ne kadarlık misafirdir, yatılı mıdır yatalak mı, nikotinle kurulan demli ilişki zamanı daha mı hızlı karıştırır, bozulan parçalar yer değiştirse biri diğerini iyileştirir mi, başkası olmaya geç kalan insan giderken özür mü diler kendisinden yoksa cezasını hafifletip gözlerini bozmakla mı yetinir…Pirselimoğlu her seyirciye farklı okumalar tanıyabilen soruları dağıtır, cevaplar için herkes kendi çilingirine. Yeni bir filme başlarken öncekilerin sorumluluğunu, eklentilerini düşünmeksizin yeni yapacağı işi merkezine alan yönetmenin, ölüm ve vicdan temasını, kimlik transferi ve başkasının kimliğini edinme meselesini, biriyken bir başkası olma halini leitmotiv olarak pek çok işinde görmek mümkündür. Her filmde bozuk ,çalışmayan araçlar ve bunların kısa süreli sahipliği, patikada(!) yolunda gitmeyen şeylerin temsili olarak bütünleyici bir üstleniştedir. Kendi onarımına, kendi yöntemiyle ulaşan ruhsa, yedek parçayı çalacak kadar hırıltılı çalışan bir göğse ve yerine ne koyabileceğini düşünen küçük yaşta bir insafa sahiptir. Birbirinin gözlerine bakmayan renksiz benizlerin aydınlanma aracı televizyonlar, ihtiyaçlar hiyerarşisinde ikinci etaba hiç ulaşmayan piramit apartmanların zemin kat sakinlerine iç döker, dinler gözle bakılan tek kişilik gürültüleri olur. Film yaparken açık davranma eğilimi, ahenk yaratma yolundaki hilelere kapalı ve elindeki malzemeyi en başta gösterir üslubuyla sinemasını sadeleştiren Pirselimoğlu, görüntü ve sanat yönetimindeki özen, durağan kamera kullanımı gibi güçlenmiş ortaklıkları uzun yıllardır aynı ekiple çıkartmaktadır. Örtüsüz filmlerinde müzik konusundaki tutumu ise, zamanı yataylaştıran anlayışını hatırlatır; hayatın içinde olmayan, kısaltıcı ya da hızlandırıcı bir duygu yaratımını sinemasına almaz. Vaziyet, özel olarak yapılan müzik kullanımıyla ters düşüp 3.sınıf bir esnaf lokantasından Geceler kaydını dinletiyorsa karşı gelinmez. Hemen hemen her filminde birlikte çalıştığı Cengiz Onural, hayata dair olamayan ağrının ses kaydında, kıdemin rastlantısal çoğalmadığını doğrular. Üçlemede çok fazla gerek duymadığı müzik kullanımına karşın, son filmi Ben O Değilim’de Atina Olimpiyatları’nın müziklerini de yapan ünlü müzisyen Giorgos Koumendakis’le çalışarak tesiri pekiştirir. Sanat ve teknik ekibiyle sürdürdüğü uzun soluklu çalışma, oyuncu seçiminde de özelliğini korur. Pek çok filminde rol alan Rıza Akın, Ruhi Sarı, Ercan Kesal yan rol ya da ana kahraman olarak perdesine almayı sevdiği, sahici oyuncularıdır. Bu sürecin zaman alıcı ve sancılı yönleri de olduğunu ifade eden yönetmen, ana kimlikler ve mekan seçimini, senaryo yazım aşamasındayken netleştirerek devamını bu iki öğe üzerinden biçimlendirir. Mekan olarak, hayatta kalma çabasında atak yapan şehir İstanbul, yönetmenin kadrajını tek başına Altınşehir’e, Tarlabaşı’na, Küçükpazar’a tutsa yetecektir ki 30-35 sayfalık bir senaryonun görünmeyen kısmında iyi vokal yapabilsin…sahneden inmeyecekmişçesine olan enerjisini sadece televizyondan izletebilsin. 2002 yılında Zuhal Olcay, Parkan Özturan ve Devin Özgür Çınar’ın baş oyunculuğunda sonraki filmlerinden daha konuşkan ilk filmiyle perdedir. Kayıp, ölüm ve ölüyü arama teması üzerine kurulu Hiçbiryerde, öldüğüne inanmadığı kayıp oğlunu arayan bir annenin hayatındaki ilk gerçek yolculuğu ve her şeyi arkasında bıraktığı ilk güne, kabullenişe uzanan hikayesidir. 21. İstanbul Film Festivali‘nde yarıştığı sırada denetleme alt kurulu tarafından sakıncalı bulunarak, üst kurula havale edilmiş; neticesinde de altıya beş oyla ucu ucuna geçerek en iyi kadıncı oyuncu ödülünü Zuhal Olcay’a sunmuştur. Ulusal ve uluslararası festivallerden çok sayıda ödülle ayrılan, eser işletme belgesi verilmeyen ve uzun yıllar sonra ilk defa yasaklanan film olma özelliğiyle, sonraki yıllarda TRT tarafından satın alınan telif hakkına ve üç kez yayın anonsu geçilmesine karşın yayınlanmayarak anlaşma süresini arşivde doldurmuştur. Beş yıllık bir ara sonrasında 2007’de Rıza, ile günah ve kötülüğün nerede duracağı, vicdanın nerede devreye giren bir mekanizma olduğu(!) alt metnindeki hikayesiyle başlangıçta devamına yönelik bir kurgu taşımadığı halde, takip eden diğer iki filmle birlikte üçlemenin ilki konumuna geçer. Ana karekterleri Rıza Akın ve Nurcan Eren’in canlandırdığı film, 19. Ankara Film Festivali En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Sanat Yönetmeni ‘Natali Yeres’, 41.Siyad Türk Sineması Ödülleri En İyi Sanat Yönetmeni gibi pek çok ödüle sahiplik yapar. 2009 yılında Türkiye’nin en büyük baklava fabrikası ile baklava çalan çocukların beraberce yaşadığı kocaman Altınşehir’de çekimleri tamamlanan Pus’ta, kaçak DVD işinde çalışıp yatalak annesiyle yaşayan Reşat, kiralık bir katilin hayatını üstlenerek iri şehrin üzerine sürdüğü puslu paleti perdeye tutar. Türkiye-Yunanistan ortak yapımı film, 16. Adana Altın Koza Film Festivali En İyi Görüntü Yönetmeni Ercan Özkan’ı ödüllendirirken, Ruhi Sarı’nın 24 sayfayı geçen oyunculuğu övgüye değerdir. Ayberk Pekcan, Nazan Kesal ve Rıza Akın üçgeninde geçen 2010 Türkiye-Yunanistan ortak yapımı üçlemenin son filminde, saç bir tür kimlik olarak, ortaya alınır. Saç, yönetmenin hem erotik, hem kutsal nitelediği bu simgenin satıcılığını ve öleceği günü üstlenen perukçu Hamdi(Ayberk Pekcan) ile yalnızlığından beş yıldız kazanmış Meryem(Nazan Keşal)’in saçını satmak üzere tanışmasıyla açılır. Film, saplantısal boyuta taşınan bu karşılaşmanın tek taraflı olarak neleri göze alabileceği, değiş tokuş edilesi görülen bir tesbihin diğerinden üstün olmayan boncukları ve saçıldığında aynı cepte olmamalarına dayalı Pirselimoğlu geleneğinden yürür. Toronto, Montpellier gibi 18 ayrı festivalde gösterime giren film, ekip ve yönetmenine 11 dalda ödül getirmiştir. Yine özel kimlik atfedilmeyen bir karekterin kimlik değiştirip hiçbir neden yokken başkası olma halini, ustaca hikayelendirerek sinematografisine ekleyen yönetmen Ben O Değilim’de, sadece hayatta kalacak kadar nefes alan Nihat( Ercan Keşal), onunla aynı yemekhanede çalışmaya başlayan Ayşe(Maryam Zaree) ve hapiste olan koca figürü Necip(Ercan Keşal) hattında devralınan bir hayatı, Nihat’ın başkasına ait bir ayakkabıya sürülmesini konu edinir. Ataması içeriden gelen kahramanın, bu görev yeri değişikliğini(!), ironik ve şaşırtıcı anlatımıyla birlikte yürüten yönetmen için, ana oyuncu Ercan Keşal ve İzmir Basmane’deki duraklama seçimine ayrı bir methiye zorunludur. 33. İstanbul Film Festivali’nden En İyi Film, En İyi Senaryo ve En İyi Müzik olmak üzere üç ödülle ayrılan film aynı zamanda 8. Roma Uluslararası Film Festivali En İyi Senaryo ödülünü göğüslemiştir. Tayfun Pirselimoğlu sineması, hayatın sadece ortası farklı olan kısmından doğru devam edip en baştaki buluşma yerinde kendi kundakçısıyla sözleşen insanların yanık derecesi meselidir…kimisine göre daha yanmamış yerleri bulunan, kimisine göre külden insanların.
Didem PEKER BAŞARAN