Sinema endüstrisinin lokomotif ödüllerinden Oscar adayları açıklandı. Bu sene Whiplash, Birdman gibi farklı yapımlar en iyi film için kapışacak. Ancak Akademi en iyi animasyon’a The Lego Movie’i koymayarak, En İyi Yabancı Film’de (Hatta en iyi film’de) Kış Uykusu’na yer vermeyerek tepkileri üstüne çekti.

Zaten Oscar ödüllerinin tarihine bakacak olursak bir çok tarihe geçmiş filmin Oscarlardan eli boş döndüğünü görürüz. Alfred Hitchcock, Stanley Kubrick (2001: A Space Odyssey ile en iyi efekt’i saymazsak) gibi yönetmenlerin kariyerinin Oscar’sız bittiğine inanmak dahi zordur.

Günümüzün önemli oyuncuları Johnny Depp, Leonardo Di Caprio, Edward Norton ve Brad Pitt de onca adaylığa rağmen heykelciğe ulaşamamışlardır.

Bazen Oscar törenlerinin şaka olduğu bir paralel evrende yaşıyoruz gibi geliyor. Gerçeklikte ise heykelcik hak eden filmlere gidiyor.

Bunca eleştiriye rağmen yine de yılın en önemli sinema olaylarından biri olan Oscar tarihinde bakalım en çok tartışmayı hangi filmler çıkarmış;

  1. ‘How Green Was My Valley’ (1941)

John Ford sinema tarihinin tartışmasız en önemli yönetmenlerinden biridir. The Searchers (1956), How the West was Won (1962) gibi filmleri ile hala bir çok sinemacıya ilham vermektedir. Ancak 1941 tarihli yapımı Vadim o kadar yeşildi ki iki nedenle Oscar’ı hak etmez. Birincisi iki saatlik yapım toplumsal sorunlara dem vuran konusu dışında çok da iyi bir seyirlik değildir, ikincisi ve daha önemlisi ise gelmiş geçmiş en iyi film olarak her listede ilk sırada bulunan Orson Welles’in baş yapıtı Citizen Kane’in elinden ödülü kapmıştır. Şaka mısın Oscar??

  1. ‘The Best Years of Our Lives’ (1946)

Yine toplumsal olaylara yaklaşımı ile II. Dünya Savaşı sonrası travmaları işleyen William Wyler’ın filmi Hayatimizin En Güzel Yillari en iyi film dahil tam 7 Oscar ile taçlandırılmıştır. Tamam bir klasik olarak bakacak olursak benim de sevdiğim filmlerden biri olsa da fazla bir akılda kalıcılığı yoktur. Ancak aynı yıl yarışan James Stewart’ın başrolde döktürdüğü Frank Capra’nın It’s a Wonderful Life’ına haksızlık yapıldığını söylemek gerekir.

  1. ‘Rocky’ (1976)

Bazı arkadaşlarımın Oscarlara verdiği önemi görünce hemen sorarım “Sizce hangi film oscar almıştır Rocky mi Taxi Driver mı?” bence gerçekten de Oscar’ın özü bu soruda gizlidir. Evet benim için de Rocky’nin yeri ayrıdır tüm seriyi çocukluğumdan beri elli kere seyretmiş olabilirim. Ama işin sanat kısmına baktığımızda o yılki adayları sıralarsak Rocky’nin normalde hiç bir şansı olmadığını görmemiz gerekir. Scorsese’nin klasiği Taxi Driver, Peter Finch ve Faye Dunaway’li Sidney Lumet baş yapıtı Network ve Alan J. Pakula’nın yönettiği All the President’s Men’in yanında Rocky bir kaç gömlek düşük kalmaktadır.

  1. ‘Dances with Wolves’ (1990)

Üç saate aşkın zamanı ile bir kaç kere seyrettiğimi düşünürsem hayatımdan büyük bir zaman çalan (oysa o zamanda kansere çare bulacaktım) Kurtlarla Dans, Kızılderililere, Amerikan tarihine eleştirel bakışı ile iyi bir Western olarak düşünebiliriz. Ancak Kevin Coster’ın zamanındaki ününden ve yakışıklılığından nemalanan filmin ortada bir Goodfellas gerçeği yokken en iyi filmi almasına gene de ses çıkarmazdık. Ancak Dances with Wolves yüzünden Taxi Driver ve Raging Bull’dan sonra Goodfellas da Martin Scorsese’e en iyi film ödülünü kazandıramamıştır.

  1. ‘The English Patient’ (1996)

Sinema tarihinin en sıkıcı filmi nedir diye sorsanız ilk sıraya oturtacağım film muhtemelen İngiliz Hasta olur. Hala bu filmin neden en iyi film dahil 9 oscar ödülü birden almış olduğu ile ilgili bir fikrim yok. Hadi yine çeşitli sebepler uydurabiliriz, peki o yıl yarıştığı Fargo dururken bu sebepler ne kadar geçerli olur? Coen biraderlerin en iyi filmi olan Fargo ne yazık ki Oscarlarda İngiliz Hasta’nın hastalığına yakalanmıştır. Ama geçen seneler bize hangi filmin daha önemli olduğunu gösterecektir.

  1. ‘Shakespeare In Love’ (1998)

Bir başka nedensiz ödül de sanırım Shakespeare In Love’a verilen ödüldür. Çocuk piyesi tadında, liselilere Shakespeare’i sevdirmek için yapılmış, başrolünde Fiennes’lerin yeteneksiz olup şarkıcı Doğuş’a benzeyeni Joseph Fiennes ile Gwyneth Paltrow’un oynadığı bu anlamsız yapıma nefretimizin bir başka nedeni de iki büyük savaş filmi Saving Private Ryan ve The Thin Red Line’ın yanında adaylığı komedi olarak değerlendirilmesi gerekirken ödülü almış olmasıdır.

  1. ‘Chicago’ (2002)

Müzikal sevmiyor olabilirim. Ama bu Grease, Hair, Jesus Christ Superstar gibi filmleri defalarca seyretmemi engellemiyor açıkcası. Ama Chicago öyle mi? Şu filme bir daha dönüp bakan oldu mu acaba? Klişe müzikleri, dansları sahne kıyafetleri ile broadway’de izlense kendisini sevdirebilecek bir yapım olan Chicago o sene beraber yarıştığı Piyanist, New York Çeteleri gibi filmleri geride bırakmayı da kendine hak gördü.

  1. ‘Crash’ (2005)

Crash ortalama, vasat üstü bir film. Filmden çıktıktan iki gün sonra hatırınızda kalacak tek bir sahnesi de yok. En iyi filmde Ang Lee’nin Brokeback Mountain’ı dururken Crash’a bu ödülün verilmesi ancak Akademi’nin espri anlayışı ile açıklanabilir.

  1. ‘The Hurt Locker’ (2009)

Doğruya doğru, bu filmin mesajından nefret ediyorum. Canım Amerika özgürlük için gelmiş Irak’a ama işte yaranamıyor. Militarizmin, milliyetçiliğin diplerinden en sığ mesajları veren filmin bir de Kathryn Bigelow gibi bir kadın yönetmeni olunca tabi heykelciği kapması kaçınılmazdı. Ancak o sene ilk defa 10 film birden yarıştı ve Coen Kardeşlerin A Serious Man’i gene kült yönetmenlere hak ettikleri heykelciği kazandıramadı.

  1. ‘The Greatest Show on Earth’ (1952)

Cecil B DeMille Amerikan sinema tarihinin en önemli figürlerinden biridir. Tabii bu demek değil ki her filmi belli bir kalitenin üstündedir. Ancak bu garip sirk filminin en iyi film Oscar’ı alması sadece yönetmene saygıdan olabilir.

Masis Üşenmez

Obtüratör

Masis Üşenmez
1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. Biriktirdiği haftalıklarıyla Star Wars oyuncakları alıp kendi serüvenlerini yazmaya başladığı yıllarda ailesi tarafından Rus edebiyatına yönlendirilmeye çalışsa da orada da Stanislaw Lem, Asimov gibi yazarlarla takılarak bu türden kopamayacağını anlamış, lise yıllarında Arthur C. Clarke, Stephen King gibi yazarları hatmederek …

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.