29 Aralık 1967 doğumlu Andy Wachowski ve 21 Ocak 1965 doğumlu Larry Wachowski, Polonya asıllı bir ailenin çocukları olarak Chicago’da dünyaya geldiler. 1996’da 4,5 milyon dolar gibi mütevazi bir bütçeyle kotardıkları “Bound” ile sessiz sedasız atıldıkları sinema dünyasında esas tanındıkları film, dünya çapında yankı uyandıran “Matrix” ile gerçekleşti. Matrix’i sonradan bir seriye dönüştüren Wachowski kardeşler, günümüzde Steven Spielberg, James Cameron, Guillermo Del Toro, Peter Jackson, Roland Emmerich, Michael Bay gibi yönetmenlerin başı çektiği “blockbuster” film alanında kuşkusuz farklı bir ekol yaratmayı başardılar. Matrix serisinin başarısı birçok yapımcı ve yönetmen tarafından örnek alındı ve fantastik – bilim kurgu alanında “seri film” üretiminin artmasına dolaylı yoldan katkıda bulundu.

Yüksek bütçeli filmler, fantastik, bilim kurgu ve aksiyon türleri, anime etkisi, görselliğe ve kurguya maksimum derecede önem veren yönetmenlik anlayışı denildiğinde akla gelen ilk isimlerden olan Wachowski kardeşler, diğer blockbuster film yönetmenlerine göre her zaman kendilerine has ve aykırı bir tarza sahipti. Kardeşlerden Larry Wachowski, 2003’te Matrix Reloaded filminin galasına kadın kılığında geldi ve ilerleyen yıllarda cinsiyet değiştirerek kadın oldu, adını da “Lana Wachowski” olarak değiştirdi. “Wachowski Brothers” olarak bilinen ikili böylelikle “Wachowski(s)” lakabını almaya başladı. Matrix serisinden sonra Speed Racer (2008) ve Cloud Atlas (2012) filmlerine imza atan ikili ayrıca, Matrix dünyasının animasyon ortamına aktarıldığı 9 kısa filmden oluşan The Animatrix (2003) filminin yapımcılığını üstlendi ve “isyan, devrim, özgürlük” denildiğinde akla ilk gelen filmlerden V for Vendetta (2005)’nın senaryosunu yazıp, yapımcılığını yaptılar.

En son 2012’de Cloud Atlas ile hem eleştirmenleri hem izleyiciyi ikiye bölüp çok farklı tepkiler alan Wachowskiler, üç yıl aradan sonra yeni filmleri Jupiter Ascending ile tekrar bilim kurgu – fantezi – aksiyon dünyasına geri dönüyorlar. Channing Tatum, Mila Kunis ve Eddie Redmayne’in yer aldığı film, 6 Şubat 2015’de ülkemizde vizyona girecek. Jupiter Ascending’i heyecanla beklerken yönetmenlerin bugüne kadarki filmografilerine en baştan göz atmakta fayda var.

Bound (1996)

Wachowski kardeşlerin ilk filmi olan Bound, yönetmenlerin ileride oluşacak filmografilerine kıyasla epey düşük bütçeli bir filmdi ve klasik film-noir kalıplarıyla dalga geçiyor, erkek ve kadın arasındaki rolleri değiştiriyor, femme fatale kadınları cezalandırmayıp aklandırıyor, lezbiyen ilişkiyi odak noktasına getiriyor, prototip olarak klasik fakat içerik olarak yapıbozumcu bir film-noir’e, hatta kimi sahneleriyle etkili bir erotik gerilime dönüşüyordu. Ceasar – Brütüs olayına isim ya da karakterler üzerinden kısmi göndermeleriyle dikkat çeken film, Jennifer Tilly’nin seksi imajı, kısık ve cezbedici ses tonuyla canlandırdığı harika femme-fatale performansı ve Gina Gershon’un günümüzde Mavi En Sıcak Renktir’in Lea Seydoux’suna denk düşen erkeksi, lezbiyen ilişkideki baskın taraf yorumuyla hafızalara kazındı.

Matrix Üçlemesi (1999-2003-2003)

Bound ile sessiz sedasız ama dikkat çekici bir çıkış yapan Wachowski kardeşleri dünya çapında bir fenomen haline getirecek olan Matrix serisi, birçok açıdan adını sinema tarihine silinmeyecek şekilde kazıyacak, kendinden sonra gelecek birçok filme esin kaynağı olacak, bilimkurgu sinemasında farklı alt türlere kapı aralayacak, cyberpunk edebiyatındaki lezzetin görsel karşılığını verecek, felsefi yapısıyla derin analizlere ve tezlere konu olacak bir alternatif gerçeklik evreni yaratmayı başarıyordu. Ghost in the Shell (1995)’den esinlenildiği bilinen Matrix, slow-motion çekim tekniği denildiğinde akla ilk gelmesi ve bunu belki de en başarılı şekilde uygulayan film olmasının yanında yarattığı anime etkisiyle, dövüş sanatları alanında gerçekleştirdiği devrimci koreografilerle (günümüzde bu alanın en başarılı temsilcisi ‘The Raid’ serisi), aksiyon sekanslarındaki video oyunu dokusuyla, deri ceketleri, güneş gözlükleri, silahları ve mimari açıdan “trend” haline getirdiği tasarım harikalarıyla bir popüler kültür şaheseri olmayı başardı. İlk Matrix filminin başyapıt olduğu konusunda hem izleyici hem de eleştirmenler nezdinde çoğu kişi hem fikir olsa da, sonradan gelen iki devam filminin zorlama olduğunu ve felsefesinden ziyade fazla ticari bir bakış açısıyla kotarıldığını düşünenler oldu. Buna rağmen “Matrix”i üçlemeden bağımsız, tek film olarak değerlendirmek yanlış ve eksik olurdu, zira dünya çapındaki başarısının 2000 sonrasında fantastik alanda “seri film” algısını güçlendirdiğini ve yapımcıları üretim konusunda cesaretlendirdiğini göz ardı edemeyiz.

Speed Racer (2008)

Wachowski kardeşlerin dünya çapında yankı uyandıran Matrix serisinin ardından neler yapacağı merak konusuydu. Popüler bir anime uyarlaması olan Speed Racer, tamamıyla çizgi film estetiği üzerine kurulan, sayısız pastel renklerin adeta gözümüzde patladığı, çocuk filmi, aile filmi, spor filmi, animasyon film türleri arasında gezinen, bilgisayar oyunu mantığıyla ön plana çıkan, bir nevi kurgusal ve görsel cümbüş olarak hafızalarda yer etti. Matrix gibi sinema tarihine geçen önemli bir serinin ardından daha çok çocuk kitleye hitap ediyormuş gibi gözüken (aslında değil) renk cümbüşü Speed Racer’ın gelmesi birçok kişi tarafından hayal kırıklığı ve yönetmenlerin düşüşü olarak adlandırılsa da filme hakkını veren ve Wachowskilerin cesaretine şapka çıkartan ufak bir kesim de mevcut.

Cloud Atlas (2012)

Wachowskilerin yanlarına Alman yönetmen Tom Tykwer’ı da alarak yönettikleri Cloud Atlas, antolojik filmmiş gibi görünüp, antolojik filmlerden farklı olarak geniş çaplı bir “bulut atlası” çerçevesinde tüm hikayelerini ve karakterlerini ortak bir paydada birleştiriyor ve bunu “destansı bir blockbuster” içerisine yerleştirerek başlı başına riskli, çılgın ve cesur bir proje olmayı başarıyordu. David Mitchell’in sinemaya uyarlanması oldukça zor görünen romanından uyarlanan film, reenkarnasyon ve insanoğlunun varoluşu ekseninde bir paralel evren bilim kurgusu tasarlıyor, bu türün en başarılı örneklerinden üç katmanlı The Fountain (2006)’in sanatsal yapısını ve amacını altı katmana yayarak hem görsel, hem ticari, hem blockbuster amacına başarılı bir şekilde ulaşıyordu. 1850, 1931, 1973, 2012, 2041 ve belirsiz bir gelecekte geçen altı katmanlı bu hikayede her bir oyuncunun 6 farklı karakteri oynaması, neredeyse cinsiyet kavramına yeni bir boyut getiren yoğun bir saç ve makyaj tasarımı emeği, farklı janrlar arasında dolaşan ama aynı temaya hizmet eden hikaye örgüsü ve geçişleri bile ortak paydalı hikayelerin görsel yansıması şeklinde olan epey zor ve güçlü kurgusu unutulacak gibi değil.

 

Halil İbrahim Sağlam
20 Temmuz 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Sinemayla 16 yaşında ilgilenmeye başladı ve usta Yeşilçam yönetmenlerinden ders alarak kendini geliştirdi. Kısa metraj filmler yönetti ve senaryolarını yazdı. İstanbul Arel Üniversitesi’nin ve Erciyes Üniversitesi’nin “Sinema ve Televizyon” bölümlerinden mezun oldu. 2011’den bu yana sinema yazarlığı yapıyor. Güney Kore sinemasına ve polisiye romanlara özel bir ilgisi var. İlk uzun metrajlı filmini çekebilmek ve polisiye türündeki ilk romanını yayımlatabilmek için çalışmalarını sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.