Michael Mann adını duyduğumuzda genel olarak bizde uyanan şey kaliteli suç dramasıdır. Uzun metraj yönetmenlik kariyerine başladığı 1981 yapımı Thief’ten tutun da The Heat’e kadar kendisini türün derinliklerine bırakan bu usta yönetmen 2015 yılında yine bir suç draması olan Blackhat ile hayranları ile buluşacak. Bu vesileyle usta yönetmenin dünden bugüne kamera arkasına geçtiği yapımları şöyle bir hatırlayalım istedim:
Thief (1981) : 80’lerin ilk yarısında uzun metraj olarak piyasaya çıktığı ilk filmi Thief (Hırsız) ile Mann ileride ne denli büyük işlere imza atacağının habercisi olmuştur adeta. Film James Caan, James Belushi gibi kaliteli aktörler ile ayrıca bir dikkat çekiyordu. Yasadışı işlerle uğraşan ama dikkat çekmemek için restoran yöneticiliğini paravan olarak kullanmaktadır. Ancak kiralık olarak tutularak içine girdiği birkaç yasa dışı iş hayatını tehlikeye atacak niteliktedir. Zamanla yarışan Frank’in fazla seçeneği yoktur. Kiralayan adamlar da oldukça çetin ceviz mafya üyeleri olunca Frank istese de bu işten sıyrılamayacaktır. Dönemin tür açısından öne çıkan filmlerinden biri olmakla beraber Michael Mann’ın uzun serüveninin de başlangıç bileti olmuştur.
The Keep (1983) : 1983 senesinde Mann farklı bir tarza yönelerek korku türüne yönelir. Bu denemesinde pek başarılı olamasa da Scott Glenn, Ian McKellen gibi isimlerle çalışarak farklı bir deneyim edinmiştir. Filmde Romanya’nın bir köyünde konumlanmış Nazilerin bir tapınak bulması ve akabinde meydana gelen korkunç olaylar anlatılmaktadır.
Manhunter (1986) : Silence Of The Lambs (Kuzuların Sessizliği) efsanesinin başlangıcı niteliğindeki Manhunter, filmin de ileride nasıl bir başyapıta dönüşeceğinin sinyallerini veren ilk adımdır. Michael Mann, ileride Edward Norton’ın canlandıracağı Will Graham ile bizi bu filmde tanıştırıyor. Film, FBI ajanı Will’in ünlü seri katil Dr. Hannibal Lecter işbirliği ile bir katili yakalama çabasını merkeze koyuyordu. 1991 senesinde çekilen Kuzuların Sessizliği ile Anthony Hopkins’e Oscar heykelciği kazandıran Hannibal karakterini ise Brian Cox canlandırıyordu.
The Last of the Mohicans (1992) : Araya L.A. Takedown adlı bir televizyon filmi sıkıştırdıktan sonra Mann asıl çıkışı olan The Last Of The Mohicans için kamera arkasına geçer. Aynı sene 1 Akademi adaylığı, 1 Altın Küre adaylığı ve 7 BAFTA adaylığı alan film James Fenimore Cooper’ın romanından uyarlanmıştır. 18. Yüzyılda Kuzey Amerika’daki bir hikayeyi merkezine almaktadır. Çetin savaş yıllarında Fransız ve İngiliz askerlerinin Kuzey Amerika’yı ele geçirme çabasındadır. Mohikanlar tarafından büyütülen Hawkeye adlı Kızılderili bir savaşçı ise kendisini bu savaşın ortasında bulacaktır. Başrolünde Daniel Day-Lewis’in Hawkeye rolü ile yıldız gibi parladığı film Michael Mann’in kendi stilini de iyice belirler nitelikteydi.
The Heat (1995) : İki büyük efsaneyi aynı filmde buluşturan The Heat (Büyük Hesaplaşma) Michael Mann’in olağanüstü tecrübesi ile bir başyapıta dönüşüyordu. Al Pacino ve Robert De Niro’nun yanı sıra Val Kilmer, Ashley Judd, Natlie Portman gibi yıldızları da barındırıyordu. Film bir suç şebekesini yöneten Neil (Robert De Niro) ile bu suç şebekesini durdurmaya çalışan emektar dedektif Vincent (Al Pacino) arasındaki aksiyon dolu hikayeye odaklanıyordu. Michael Mann’in de en iyi filmlerinden birisi olarak gösterilen The Heat iki büyük efsaneyi bir araya getirmesinin yanı sıra harikulade işlenen hikaye örgüsü ile döneme damgasını vurmuştur. Daha sonra kariyerinde büyük düşüş yaşayan Val Kilmer’ın ise en iyi performanslarından birisidir kuşkusuz. Caddelerde çekilen silahlı kapışma sahneleri ile hafızalarda derin yer etmiştir.
The Insider (1999) : Takvimler 1999’u gösterdiğinde Mann yeniden kolları sıvamış, bu sefer Al Pacino ve Russel Crowe’u bir araya getirmiştir. ‘En iyi film’ ve ‘En iyi yönetmen’ de dahil aynı sene 7 tane Oscar adaylığı getiren film Michael Mann’ın durdurulamaz yükselişinin bir parçasıydı. Film dönemin ünlü tütün firmalarından birinde çalışan Jeffrey Wigard’ın iten çıkarılması ile birlikte şirketin kirli çamaşırlarını ortaya dökmek istemesi çevresinde gelişiyordu.
Ali (2001) : 2 yıl aradan sonra kamera arkasına Ali adlı film ile geçen usta yönetmen Will Smith ve Jamie Foxx gibi yükselen yıldızlarla çalışmıştır. Film özellikle Muhammed Ali’nin Vietnam Savaşı’na gitmeyi reddettiği bu nedenle Şampiyonluk ünvanına el koyulduğu dönemi başarılı bir şekilde aktarıyordu. Will Smith ve Jon Voight’e aynı yıl Oscar adaylığı getiren film övgüler alan başarılı bir biyografi/dram olarak Mann’in filmografisindeki yerini almıştır.
Collateral (2004) : 2004 senesinde suç dramasına yeniden bir dönüş yapan usta yönetmen bu sefer Tom Cruise ve Jamie Foxx’un başrolünde olduğu Collateral filmi ile karşımıza çıkıyordu. Film Max (Jamie Foxx) adında bir Taksi şoförünün bir gece, kiralık bir katil olan Vincent’ı (Tom Cruise) arabasına alması ve tüm gece boyunca 700 dolar karşılığında istediği istikametlere uğraması çevresinde gelişen gerilim dolu olayları anlatıyordu. Çünkü Vincent her uğradığı yerde cinayet işlemekte, sadece kendi geçimini sağlamaya çalışan Max ise bu duruma düşeceğini bilmemektedir. Vincent ve Max arasındaki gerilim dolu ilişki ise zaman geçtikçe daha da tırmanacaktır. Filmin 2 Oscar ve 1 Altın Küre adaylığı aldığını da es geçmemek gerek.
Miami Vice (2006) : Michael Mann’in beklide filmografisinde nadir sırıtan yapımlardan birisidir Miami Vice… 80’lerin meşhur tv dizisinden uyarlanan filmde dizinin hayranlarının da yakından tanıdığı Sonny Crockett ve Ricardo Tubbs adlı polisler bu sefer beyazperdede hayranları ile buluşmuştur. Film Mann filmografisine bakıldığında pek beğenilmese de dönemin ünlü yıldızları Colin Farell ve Jamie Foxx’u bir araya getirmiş, en azından dizinin severleri için nostalji yapma fırsatı sunmuştur.
Public Enemies (2009) : Michael Mann yine birbirinden ünlü ve yetenekli aktörlerle çalıştığı Public Enemies’te Bryan Burrough’in aynı adlı kitabından esinlenilmiştir. 1930’lu yılların Büyük Bunalım zamanlarında geçen hikayede FBI ajanı Melvin Purvis’ın dönemin ünlü gangsterleri Baby Face Nelson, John Dillinger ve Pretty Boy Floyd’u durdurmaya çalışmasını anlatmaktadır. Michael Mann’ın kendine has özlenen stilini yeniden gösterdiği Public Enemies, Johnny Depp, Christian Bale, Marion Cotillard, Channing Tatum gibi birbirinden ünlü isimleri barındırıyordu. Özellikle Amerika’nın 30-40’lı yıllardaki mafya hikayelerini özlemiş olanlar için bir nimet niteliğindeki filmin yapımcıları arasında efsane aktör Robert De Niro da bulunmaktaydı.