Homeland 8 yıllık el Kaide esaretinden sonra ülkesi Amerika’ya dönen bir askerin vatansever mi vatan haini mi olduğu sorusuyla hikayesini ören, doğu-batı kutuplaşmasını bir avuç insan üzerinden ve merkezdeki çekirdek aileyi çatlatarak anlatan ilginç ve başarılı bir yapım. Politik-gerilim türündeki dizi Amerikan halkının terör paranoyasını, İslam fobisini ve aile tutkusunu iç içe geçen basit insan ilişkileriyle anlatırken bizdeki Kurtlar Vadisi’ne benzer kahramanlık mitlerinden, kafa karışıklığından ve gündemden besleniyor pek çok yerde. Aynen Polat’ın kimisi için hain, kimisi için kahraman olması gibi!

Kahramanın ülkesinden bir misyonla göçü, kayan güç dengeleri ve bireysel gereksinimleri değişince, kodlandığı kimlik değerlerini sorgulamadan kendi kimliğinin karşısına geçmesine neden oluyor. Kimlik, alt kimlik üst kimlik veya melezleşmiş kimlikler, ötekiler vb farkındalıklara ışık tutulabilse ya da yüzleşmeye davet çıkartabilseydi çok değerli olabilecek bir metin maalesef garantili mitlere yaslanmayı tercih ediyor. Ancak yine de sadece kahraman/hain, dost/düşman gibi karşıt etiketlendirmelerle ezberler büyük bir aksiyon trafiği içinde ve baş döndürücü sürprizlerle metni neredeyse kusursuz kılıyor. Dolayısıyla Homeland sürükleyici, akıcı, heyecanlı, atmosferik açıdan etkileyici, güncel ve gerçekçi performanslarla aldığı ödülleri fazlasıyla hak ediyor, yenilerini vaat ediyor.

Bu tarz metinler haber kaynaklarından çok daha inandırıcı aracı yapımlar olarak algı yönetiminde verilmek istenen mesajlar açısından vazgeçilmez mecralar şeklinde çalışıyorlar. Üstelik belgesel olmadıkları için her istediklerini mecranın şablonuna yükleyerek söyleme hakları da var. Homeland bir askerin kahramanlıktan hainliğe Ortadoğu ve Amerika arasında gidip gelişinden toplumsal bilinçaltı sıkıntılarını temizliyor. Her bölümde yeni eklenen bir girdapla azıcık öz eleştiri yapar gibi gösterip geniş kitlelerin gazını çıkartıp rahatlatıyor. Belli ki ulusal çıkarlar ve taraftarlık karanlık eylemleri her zaman her yerde aklıyor dahası birileri bunu kullanmayı yaşam ilkesi sayarken sadece kalabalık kitleleri değil kendini de kandırmanın ve inandırmanın zaruri yollarını esas mesele olarak görüyor, gösteriyor. Kendi çıkmazlarına anahtar arayan karakterler kahramanlıklarını ispatlamak adına kitleleri de kendileriyle birlikte sürüklemekten tabii ki çekinmiyorlar. Böylece her eylemleri yeni bir madalya almalarına vesile oluyor ve kalabalıklar tarafından alkışlanıyor. Sonuçta ülkesinden uzakta kan, işkence ve ölümle bozulan ruhsal dünyaları ülkelerine dönünce medyanın ilgisi, siyasi ünvanlar ve şöhretle tanışıyor. Artık her açıdan hastalıklı, ikircikli, tehlikeli ve dengesiz bir insan türüne ‘örnek vatandaş’ ve ‘kutsal asker’ muamelesi yapılarak çözümlemesi zor vakalar inşa ediliyor.

Dizinin kahramanı Brody işte tam böyle bir virüs. Savaş artığı bir mikrop, gizli ve çok maskeli bir yalan makinesi, mükemmel eş ve sevgi dolu örnek baba… Dolayısıyla bu kadar zirveye çıkartılan her ikon gibi kirlenmeye en yakışanı da elbette yine Brody oluyor. Ne de olsa ülkesi tarafından haince bir savaşa maşa edilmiş, hem silah hem kurşun olarak kullanılmış ve geriye kalanla kahraman yaratılmış bir karakterdir. Biriktirdiği kiri ve kini çıkartmanın yolunu çamuru her yere sıçratmakta bulan Brody artık aslında her iki cephenin yanında ve her iki cepheye karşı savaşırken aşılması zor ve sert bir virüse dönüşüyor ve dönecek yeri kalmıyor. Dinler, diller, kültürler ve aşklar arasında birinden diğerine itiliyor ve her iki bölge tarafından sömürüldüğü sürece nefes alma şansı kalan bir Araf bölgesi gibi bu dünyaya karşı aidiyetini kaybediyor.

Claire Danes’in canlandırdığı CIA ajanı Carrie Mathison herkes Brody’i kahraman ilan ettiğinde hain olduğuna, herkes hain olarak peşine düştüğünde masum olduğuna inanıyor ve bipolar hastası olduğu için zıt kutuplar ve uçlar arasındaki gidip gelişi pek çok arayış ve sorgulamasına özür olarak gösteriliyor. Brody ve sonraki cinsel yakınlaşmaları da tercihlerinin hastalık kaynaklı bozukluklar olduğuna dair hoşgörü istiyor. Oysa belki de Carrie dışındakilerin tamamına yakını bir takım kişisel, ülkesel veya bölgesel çıkarlar doğrultusunda hareket ediyorlar. Carrie pusulası en çok şaşan, değişen ve kayan karakter olarak çok küçükte olsa karşı tarafın yaşam hakkına saygı duymak gerekliliğine dair ipuçları veriyor. Kaygıları çıkar amacından çok yaşamsal tehlikeleri bertaraf etmek üzere tetikleniyor. Son kertede tam bir ana akım kahramanı olarak inşa edilen Carrie karakteri dizinin iskeletinde eksik bırakılan vicdan unsurunu dengesiz kimliğiyle mükemmelen temsil ediyor.

Dizinin en çok eleştirilen yönü elbette Arap ve İslam dünyasına dair evreni karanlık, çirkin, kanlı, acımasız ve vahşi göstermesinden kaynaklanıyor. Sanki tüm Ortadoğu coğrafyası sürekli ve sebepsiz bir düşmanlık peşinde Amerika’ya nasıl suikast yapılır şeklinde yaşıyormuş gibi gösteriliyor. Dolayısıyla Amerika bölgeyi denetlemek, şekillendirmek ve değiştirmek zorunda kalmış algısı iyice yerleştiriliyor. Korkunç ırk stereotiplerinden faydalanılarak yaratılan fetişize edilmiş Müslüman karakterler açık tehditler olarak resmediliyor. Bu durumda Amerikan saldırganlığı ve narsisizmi büyük haklılık dahası gereklilik kazanıyor.

Ancak gel gör ki kendini savunmak, olabilecek katliamları önlemek ve sadece kendini değil tüm insanlığı Ortadoğu vahşetinden korumak adına geliştirilen söylemler gelinen noktada Amerikan halkının ve ajanlarının da yapısında bazı çözülmelere ve değişimlere sebep olmaktadır. Homeland metin olarak böylesi net bir itirafta bulunmuyor ancak yine de karşılıklı yapısal değişimi ve her iki taraf açısından bozulan yeni bir direniş alanını inkar edemiyor. En azından kutuplaşmanın suçunu yüklediği bölgeye ve Müslümanlara dair koşulsuz katı önyargısını afişe ediyor. Her zaman olduğu gibi Doğu yine Batı’nın gözlerinden anlatılırken gerçek veya atfedilen farklılıklar hiyerarşik bir ilişkinin tüm ukalalığını haklılık zannettiğini neredeyse bağırıyor.

Homeland Amerika’nın sözde özgürlükçü devlet ideolojisini terörizm korkusu ya da özellikle ve planlayarak yerleştirdiği terör tehdidiyle gerekçeleyerek yaptıklarının, yapmakta olduklarının ve dahası yapacağı kıyımın açıklamasını yapıyor. Üstelik bunu tarafsızlık kisvesine inandırarak üç sezon Brody üzerinden öz eleştiri gibi sunuyor. İyice kirletilen ve her iki cephede tepe tepe kullanılan kahramanın ölümü kendisini aklamanın en temiz ve kesin yolu olduğu için Brody ölüyor, öldürülüyor.

Sonrasında Carrie’nin bebeği hastalıklı ilişkilerin meyvesi olarak vücut buluyor. Sadece görüntüsüyle diziye damgasını vuran bebek tüm aksiyon, entrika ve nefes kesen taktik savaşlarının önüne geçen güçte ve yapıda çağrışımlar taşıyor. Ülkesine ihanet etmiş bir askerin bebeği ülkesine hizmette sınır tanımayan bir kadın ajanın kucağında büyüyor/büyütülüyor. Büyüyen krizin, iç içe geçen dahası birbirine nüfus eden ve gelmekte olan daha kapsamlı, köklü ve çetrefilli savaşın temsilcisi olan bebek şimdilik kendi toprağında serpiliyor. 4. Sezon sonunda ve sonrasında Amerikan topraklarında büyüyen Carrie ve Brody’nin bebeğinin nasıl bir misyon taşıyacağı ve ne kadar Amerikan vatandaşı olacağı epeyi anlam içeriyor ve gerçekten merakla bekleniyor.

ŞENAY TANRIVERMİŞ

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.