Baran Akbulut: Kendimi başarılı bulmak aklımın ucundan geçmediği gibi bir kişinin başarısında okullu olup olmamasını etken görmek de aklımın ucundan geçmez. Her şey kişilik, merak, sabır, inat, biraz da şans meselesi. Yetenek tüm bunların optimizasyonu gibi bir şey…
Aşk-ı Memnu dizisindeki Beşir rolüyle hayatımıza giren Baran Akbulut, şimdilerde TRT ekranlarından izleyici ile buluşan Yedi Güzel Adam dizisinde şair, yazar Abdurrahman Cahit Zarifoğlu olarak karşımızda. Genç oyuncu; oyunculuğu, yer aldığı ve alacağı projeler hakkında ki sorularımızı sizler için yanıtladı.
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü mezunusunuz ve oyunculuk kariyerinize dizi oyunculuğu ile başladınız. Oyunculuk kariyerinize tiyatro değil de dizi oyunculuğu ile başlamanız da ne belirleyici oldu? Aşk-ı Memnu hem ülkemizde hem de yurtdışında çok tuttu. Siz bu projeye nasıl dâhil oldunuz?
İki soruyu birleştirerek cevapladım bu soruyu, iç içe geçiyor çünkü 🙂 Okuldan mezun olmama yakın, bir sempozyum için tek kişilik İngilizce bir kısa komedi hazırlamıştım, aklımda hiç bir diziye girmek yoktu, fakat Kerem Çatay izleyince çok beğendi ve Aşk-ı Memnu isminde bir dizi yapacağını, benimle çalışmak istediğini söyledi. Çok sevdiğim bir romandı zaten, oyuncu kadrosu da beni çok heyecanlandırdı ve Beşir rolünü seçtim, bir audition yapıldı ve başlamış olduk.
Peki, bu dizi sizin kariyerinizde nerede duruyor?
Bu dizinin özelliği çok fazla ülkede yayınlanmış ve hala yayınlanıyor olması. Bu bizim gibi dünyaya biraz kapalı kalmış bir ülke için heveslendirici, cesaret verici. Çok ilginç tanışıklıklar yaşadım uzak yakın pek çok yerden insanlarla. Aynı zamanda Türkiye’de de aralıksız sürüyor yayını, sabah ya da öğlen ya da gece yarısı her an rastlayabilirsiniz. Bazı insanlar bu diziye denk geldiklerinde kaç kere izlemiş olurlarsa olsunlar kanalı değiştiremediklerini söylüyorlar. Bunu anlıyorum çünkü “Yedi Tepe İstanbul” da benim için böyle bir dizi, gördüğüm zaman mutlaka takılıp kalırım.
Oynadığınız dizilerin yanı sıra Usta, El Yazısı ve Çanakkale 1915 filmleriyle beyaz perdeden izleyici ile buluştunuz. Oyunculuk tekniği açısından sinema ve dizi oyunculuğu arasında ki farklar neler?
Benim açımdan en önemli fark senaryonun sonunu bilmek ve bilmemek arasındaki fark. Dizide oynarken mailinize yeni bölümün senaryosu gelir ve aa benim rol kişim böyle biri miymiş yahu, diyebilirsiniz. Bir flashback sahnesi yazarlar ve kahramanınızın sizin kurduğunuzdan bambaşka bir geçmişi olduğunu öğrenebilirsiniz. Senaristler sizden bir adım öndedir, yapımcı ondan bir adım öndedir, kanal ondan bir adım öndedir, böyle gider bu. Karakterinizi gerçek anlamda tanıyamaz, tam anlamıyla hâkim olamazsınız. Türkiye’de dizi senaryoları nabza göre şerbet vererek yazıldığı ve kervan yolda düzüldüğü için, dizi başladığında neler olacağını aslında hiç kimse bilemez. Seyircinin beklentilerine göre, gelecek muhtelif tepkilere göre esnetip bozabilirler karakterleri, öldürüp diriltebilirler. Bir tutarsızlık olmasa bile, en iyi ihtimalle karakterinizi tanımaya son bölüme kadar devam edersiniz. Sinema senaryosunda ise, aynı senaryoyu defalarca okursunuz, başa dönüp okudukça tanımaya devam edersiniz. Her şeyin başı sonu bellidir. Bu, karakterin tutarlığı açısından elzemdir. Bunları kendi başıma geldiği için de değil, Türkiye’deki dizi yapımları hakkında genel olarak söylüyorum. Elbette dizi yapım usulleri yakında değişecek ve başı sonu, bölüm sayısı belli senaryolar, ortak dramaturjik çalışmalar yapıldıktan, mekânların tamamı tasarlandıktan sonra süreleri düşürülmüş ve bütçeleri dengeli, tüm ekibin insani şartlarda çalıştığı bir set ortamında çekilecek. Böyle yapımlar görmeye başlayacağız, diyelim.
Türkiye’de müthiş bir dizi enflasyonu ve dolayısıyla çok sayıda oyuncu var? Siz başarınızı neye bağlıyorsunuz? Okullu olmanızın payı nedir sizce?
Okullu lafı da okul lafı da beni çok sıkıyor. Ne anlama geldiğini bile anlayamıyorum. Bence Türkiye’de bu bir tür loca gibi, bir lobi gibi, bir zümre gibi hiyerarşik bir anlamda kullanılıyor. Kendilerine okullu diyenler kendi aralarında bir ağabey kardeş raconu bile uydurmuşlar ve buna kendilerini de inandırmışlar. Tiyatro bölümü okuyup dizi oyuncusu olmak daha muteber bir şey bu insanların gözünde ve okul okumuşlar bunların kardeşleri, diğerleri değil. Şunu anlarım, bir üniversitenin, bir bölümün mezunlarının birbirlerine yardımcı olmaları, mezun oldukları okullara gidip öğrencilere, yeni mezun olacaklara deneyimlerini aktarmaları, onlara iş bağlantıları ve vizyon sunmaları çok kıymetli ve çok gerekli bir şey. Fakat dört beş yılını hiçbir standardı olmayan YÖK’e bağlı fakültelerde hasbelkader geçirdikten sonra, bunu yapmamış olanlara, aslında oyuncu değil ama yapabiliyorsa ne güzel canım, çok iyi alaylı oyuncular da var noktasından bakan insanlardan gerçekten uzak duruyorum. Kendimi başarılı bulmak aklımın ucundan geçmediği gibi bir kişinin başarısında okullu olup olmamasını etken görmek de aklımın ucundan geçmez. Her şey kişilik, merak, sabır, inat, biraz da şans meselesi. Yetenek tüm bunların optimizasyonu gibi bir şey.
Türkiye’de geç oyuncu olmak üzerine ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de genç olmanın ne demek olduğunu 30 yaşını geçince anlamaya başladım. Çünkü herkes bana ağbi demeye başlamıştı ve farklı bir itibar, bir saygı görmeye başlamıştım. Buradan anladım ki, Türkiye’de gençler bile gençlere saygı duymuyor. Paradan sonra en çok saygı gören şey yaş. Esnaf bile gençleri adam yerine koymuyor. Bu da aslında para ile yaş arasında bir örtük bağlantı görülmesinden kaynaklı, çünkü gençseniz sömürüye daha açıksınız ve muhtemelen yetenekli, zeki, dürüst ve çalışkansanız ve çalıştığınız şirketin servetine servet katıyor olsanız dahi belli bir mevkiye gelene kadar para kazanıyor olma ihtimaliniz çok düşük. Belli bir yaştan sonra belki ancak borçlarınızı ödemiş, biraz para harcamaya başlamış olmanız bekleniyor. Dünyanın geri kalanına göre burada bir terslik söz konusu. Çocuklarını daha özgür bir hayal gücüyle yetiştiren, genç olduklarında piyasayı hızla onların dönüştürmeleri için servet sahibi olmalarına olanak tanıyan bir kapitalist dünyada, biz daha ataerkil bir sömürü sistemini sürdürüyoruz. Oyunculuk içinse genç olmak çok avantajlı çünkü gençliğin ve cinselliğin bir tüketim fetişi olarak sunumunda onlara sadece ülkemizde değil, dünya piyasasında da çok iş düşüyor.
Şuan TRT ekranlarından izleyiciyle buluşan Yedi Güzel Adam dizisinde şair, yazar Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’nu canlandırıyorsunuz. Bize diziden ve rolünüzden bahseder misiniz?
Yedi Güzel Adam, Türkiye’nin kaybolmuş, zayıflamış bağlarını -buna kardeşlik deyin, halk olmak deyin, kader ortaklığı deyin, insanlık deyin, barış ve dostluk deyin, Yunus’un deyişiyle, tanış olmak deyin, nasıl tanımlarsanız tanımlayın- yeniden güçlendirme iddiası olan, estetik anlamda çok özenli, günceli yakalayan, sıra dışı bir edebiyat ve dönem dizisi. Huzur içinde çekmemizde İstanbul dışında yaşamamızın da etkisi büyük. Uykusunu almış, güler yüzlü, hiyerarşinin olmadığı bir set ortamı var Kahramanmaraş’ta. Oyuncu ekibi de çok başarılı, birbirimizin sahnelerini hayranlıkla izlemek büyük keyif ve set dışında çok eğleniyoruz. İstanbul’da üç gün kalınca otelini özleyenler var. Rolüm Cahit Zarifoğlu’na gelince… Aslında şiir değil, kendine şiirli bir çeşit günlük tutmuş bir kapalı kutu olduğu sonucuna vardım, tamamen öznel bir dünyası var ve bu dünyaya giremesek de, kendi dünyamızdan böyle bir kişinin geçmiş olması beni daha mutlu daha heyecanlı bir insan yapmaya yetiyor. Onu çok seviyorum ve düzyazılarını okuduğumda müthiş bir yazarla karşı karşıya olduğumu her cümlede idrak ediyorum.
Özelde Cahit rolüne, genelde oynadığınız bütün karakterlere nasıl hazırlanıyorsunuz?
Karakterin tek bir anına yoğunlaşırım, o tek bir anı görmeye çalışırım. Gözümün önüne geliyorsa, onu tanımış kadar olmuşumdur, ipin ucu elime geçmiştir. Sonra çöze çöze ilerlerim.
Rolünüze ilişkin izleyiciden nasıl geribildirimler alıyorsunuz?
Dizinin şiir albümü yapılsa da alsak diyorlar. Şiir okumayı bu kadar seveceğimi bilemezdim çünkü aslında hala şiir okuduğumun ayırdın da değilim. Şiirden çok Cahit Zarifoğlu’nun bilincinde gezinmek gibi, bir trans gibi. Cahit de pek sevmezmiş şiir okumayı ama sonuçta bir belgesel değil dizi yapıyoruz. Ve izledikleri hiçbir diziyle daha önce böyle bir bağ kurmadığını söyleyen, bu işin kalplerine dokunduğunu söyleyen çok kişi oluyor.
Dizi Kahramanmaraş’ta çekiliyor ve yazar ve şairlerin hayatlarının yanı sıra 1970’ler Türkiye’sinin siyasi ve toplumsal ortamını da anlatıyor. Dönem dizisi çekmenin güzel ve zor yanları neler?
Yakın dönem çekiyorsanız, o dönemi yaşamış seyirciler tanıdıkları fakat unuttukları olayları, şahsiyetleri, detayları görüp hatırladıklarında, daha bir meftun oluyorlar. Benim kendi annem babam da o dönemde bu olayları yaşamış öğretmenler olduğu için örneğin, ayrı bir keyif alıyorlar.
Dizi dışında kesinleşmiş projeler var mı?
Şimdilik kesin olan, Yedi Güzel Adam’ın sinema filmi. Onun dışında dizi -bir sürpriz olmazsa- sezon sonuna kadar sürecek.
Nergiz KARADAŞ