İyisiyle kötüsüyle bir yıl daha sona ermek üzere. Adettendir, her sene sonunda en iyiler ve en kötüler listeleri yapılır. Bu sayede o senenin verimliliğinin kabaca çizilmiş bir tablosu ortaya çıkarılmaya çalışılır. 2014 yılının “en iyi” korku filmlerini ayıklamaya giriştiğimde, geçtiğimiz senenin korku sineması adına pek de fena geçmediğine işaret edecek sayıda filmin öne çıktığını gördüm.

Bu yılın en dikkat çekici yanlarından biri düşük bütçeli bağımsız korku filmlerinin büyük aşama kaydederek birbirinden etkileyici örnekler ortaya çıkarmasıydı. Belli başlı teknik aksaklıkları göz ardı edersek, yaratıcı senaryo, elini korkak alıştırmayan görsel efektler ve atmosfer yaratma konusunda yetkin işler izledik. Buluntu film (found footage) furyası da olanca hızıyla devam etti. Gözlerimizi bozmaya yemin etmiş bir dolu kötü örneğin arasında hiç de fena olmayan bir iki film izlemek, tür adına olumlu sayılabilecek bir gelişmeydi. Ülkemize bakacak olursak; iyice gaza basan cin filmleri furyası, ‘rüzgârı kaçırmadan parayı bulayım’ ilkesiyle yola çıkmış bir dolu niteliksiz örnek ile korku filmlerimizin sayısını arttırmaktan öte bir değer katamadan yoluna devam ediyor. Korku sinemamızın şu anki durumu pek parlak görünmese de üretimdeki sürekliliğin yaratıcı sinemacıların ortaya çıkmasına ve tüm dünyada ses getiren korku filmlerinin çekilmesine vesile olacağına inanıyorum. Bekleyip göreceğiz.

Starry Eyes (Yön: Kevin Kolsch ve Dennis Widmyer, 2014)

Hayatının rolüne kavuşabilmek için her şeyi göze alan genç bir aktris adayı üzerinden klasik bir Faust hikâyesi anlatan Starry Eyes, geçtiğimiz senenin başarılı düşük bütçeli korku filmlerinden biriydi. Sarah isimli ana karakteri başarıyla canlandıran Alex Essoe’nin ekstra katkılarıyla değer kazanan film, altmışlı-yetmişli yılların şeytana tapan tarikatları merkezine alan Hammer filmleriyle Amerikan bağımsızlarının vazgeçemediği ‘mumblecore’ akımının leziz bir karışımı.

Housebound (Yön: Gerard Johnstone, 2014)

Sıradan bir hayalet filmi gibi başlayan Yeni Zelanda yapımı Housebound, umulmadık bir U dönüşüyle Marc Caro ile Jean-Pierre Jeunet işbirliğinin zirve noktalarından Delicatessen’i bile kıskandıracak bir yöne doğru evriliyor. Geçtiğimiz senenin en havalı korku/komedisi.

Devoured (Yön: Greg Olliver, 2012)

Devoured, geçtiğimiz sene sıkça karşımıza çıkan, çizgi üstü düşük bütçeli korku filmlerinden bir diğeri. Elindeki en büyük kozu, ayakları yere sağlam basan senaryosu. Hemen hiç boşluk bırakmadan ilerleyen öykü, merak ve gizem duygusunu sonuna kadar korumayı başarıyor.

The Canal (Yön: Ivan Kavanagh, 2014)

İrlanda yapımı The Canal, karısı Alice’in kaybolmasına doğaüstü güçlerin sebep olduğuna inanan David’in baş zanlı olarak şüpheleri üzerine çekmesinden sonra masumiyetinin peşine düştüğü zorlu yolculuğu anlatıyor. Her anıyla etkileyici olmayı başaran bir başka düşük bütçeli korku filmi daha.

Deliver Us from Evil (Yön: Scott Derrickson, 2014)

The Exorcism of Emily Rose (2005) ve Sinister (2012) gibi gişede başarılı olan büyük bütçeli korku filmlerinden sonra yoluna Deliver Us from Evil ile devam eden Scott Derrickson’ın ana akım korku sinemasının önemli isimlerinden biri haline geldiği söylenebilir. Bilindik korku klişelerini hakkıyla kullanma becerisinde iyice ustalaşan Derrickson, son filminde izleyiciyi şaşırtacak hiçbir yenilik sunmuyor olabilir ama sadece finaldeki şeytan çıkarma sekansıyla bile yeterince etkileyici korku malzemesi içeren bir filme imza atmayı başarıyor. Seri katil filmleri ile şeytan çıkarma filmlerinin tadında bileşiminden oluşan melez bir yapı içerisinde hareket eden Deliver Us from Evil, korku türüne düşkün bünyeleri memnun etmekte sıkıntı yaşamıyor.

Birth of the Living Dead (Yön: Rob Kuhns, 2013) ve Doc of the Dead (Yön: Alexandre O. Philippe, 2014)

Zombiler dendiğinde akla gelen ilk isim olan George A. Romero’nun ilk uzun metrajlı filmi Night of the Living Dead’i detaylı bir şekilde inceleyen Birth of the Living Dead ile bir zamanlar ‘underground’ bir kimliğe sahip zombi kültürünün nasıl popüler bir fenomen haline geldiğini inceleyen Doc of the Dead, geçtiğimiz senenin önemli korku belgeselleri olarak anılmayı hak ediyor.

Cheap Thrills (Yön: E.L. Katz, 2013)

Daha önce birçok kez işlenmiş bir konuyu alıp olası en eğlenceli biçimde perdeye yansıtmayı başaran E.L. Katz’ın ilk uzun metrajlı filmi Cheap Thrills, katıldığı festivallerin gözbebeği olmayı başardı. İnsanoğlunun para için ne kadar alçalabileceğini kanlı bir dille anlatan filmin şu sloganı da bir müddet hafızalarda kalacak gibi: “What doesn’t kill you makes you richer.” (Seni öldürmeyen şey, zenginleştirir.)

As Above, So Below (Yön: John Erick Dowdle, 2014)

Buluntu filmlere bir türlü ısınamayan biri olarak bu senenin en güzel sürprizlerinden birini As Above, So Below ile yaşadım. Paris’in yeraltı mezarlarında dolanan bir grup maceraperest gencin yaşadığı korku dolu macerayı anlatan filmin buluntu film türünü tercih etmesi, hem yeraltında geçen sahnelerde klostrofobik etkiyi arttırması bakımından etkili olmuş, hem de filme inanılmaz bir dinamizm ve enerji kazandırmış. Seksenli yılların The Goonies (1985) gibi gençlik filmlerindeki maceracı tadı yakalamayı başaran As Above, So Below, buluntu filmlerden hazzetmeyenlerin bile bir şans vermesi gereken vasat üstü bir korku filmi.

The Taking of Deborah Logan (Yön: Adam Robitel, 2014)

Adam Robitel’in ilk uzun metrajlı filmi olan The Taking of Deborah Logan da aynı As Above, So Below gibi bir yığın çöp buluntu film arasından sıyrılmayı başaracak kalitede. Klasik bir ‘possessed’ filmi gibi başlamasına rağmen yerinde ve doğru hamlelerle farklı bir yöne doğru kayan The Taking, korku türüne düşkün bünyeleri yarı yolda bırakmayacaktır.

Proxy (Yön: Zack Parker, 2013)

Rahatsız olmadan izlemenin mümkün olmadığı, buz gibi soğuk bir duş etkisi yaratan açılış sekansıyla seyircinin yüreğinin tam ortasına tahrip gücü yüksek bir bomba bırakan Proxy, tahmin edilmesi güç sürprizleri sırtına yükleyip iki saatlik süresi boyunca izleyeni germeyi başarıyor. Son zamanların en cesur, en karanlık korku filmlerinden biri.

Big Bad Wolves (Yön: Aharon Keshales ve Navot Papushado 2013)

Big Bad Wolves, çok özgün bir senaryoya sahip olmasa bile kullandığı dil ile dikkat çekiyor. Özellikle kara mizah ve müzik kullanımı filmin en büyük artıları. İşkence sahnelerindeki şiddet dozunu kısmaktan imtina eden film, istismar sinemasının sınırlarına yanaşmadan frene basmayı da ihmal etmiyor. Şiddet ve mizahı aynı potada eritmeyi deneyen İsrail yapımı Big Bad Wolves, insanoğlunun karanlık köşelerini mizahı alet ederek kurcalayan, karanlık bir gerilim.

The House of the End Times (Yön: Alejandro Hidalgo, 2013)

Venezuela’nın ilk korku-gerilim filmi olarak lanse edilen La casa del fin de los tiempos (The House of the End Times), Alejandro Hidalgo’nun filmografisindeki ilk film. Hidalgo’nun, eğer korku sineması üzerinde çalışmaya devam ederse, çok daha iyi işlere imza atacağına dair umutlanmamızı sağlayan film, doğaüstü korku severleri tatmin etmekte sıkıntı yaşamıyor.

Rigor Mortis (Yön: Juno Mak, 2013)

Ülkesinde bir hayli popüler bir pop şarkıcısı olan Juno Mak, ‘asian extreme’ olarak isimlendirilen türe ait filmlere aşırı ilgisi nedeniyle önce oyuncu ve senarist olarak birkaç projede yer aldıktan sonra kamera arkasına geçmeye karar verdi. Seksenli yıllarda Hong Kong’da bir hayli popüler olan korku/komedi serisi Mr. Vampire’a saygıda kusur etmeyen ilk yönetmenlik denemesi Rigor Mortis, kelimenin tam manası ile garip bir film.

Bad Milo (Yön: Jacob Vaughan, 2013)

Bad Milo, son zamanlarda sinemaya sirayet eden bilgisayar efektleri çılgınlığına inat CGI’dan uzak durması ve seksenlerin deli işi senaryolarına öykünen yapısı ile dönemin havasını solumuş sinemaseverleri tavlamakta fazla zorlanmıyor. Ustaca yazılmış komik espriler, bol kanlı cinayetler ve bonus olarak bağırsaktan çıkan yaratık gibi ekstra bir sürpriz ile bir korku komediden beklenen hemen her görevi elinden geldiğince yerine getirmeye gayret ediyor.

Listede kendine yer bulamayan ancak adını anmamız gereken birkaç korku filmi ise şöyle:

  • Cannibal (Manuel Martín Cuenca, 2013)
  • Frankenstein’s Army (Richard Raaphorst, 2013)
  • The Returned (Manuel Carballo, 2013)
  • Haunt (Mac Carter, 2013)
  • Witching and Bitching (Álex de la Iglesia, 2013)
  • We Are What We Are (Jim Mickle, 2013)
  • Dark Circles (Paul Soter, 2013)
  • In Fear (Jeremy Lovering, 2013)
  • Nothing Bad Can Happen (Katrin Gebbe, 2013)

 

 

 

Murat Kızılca

Murat Kızılca
1971 Beylerbeyi, İstanbul doğumlu. 2008 yılında Öteki Sinema ekibine katıldı. 2012-2013 yılları arasında Popüler Sinema için vizyon filmleri yazdı. Kasım 2013’ten itibaren aylık online sinema dergisi CineDergi için Bilinmeyen isimli köşeyi hazırlıyor. Kasım 2014’ten beri aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. Halen yazmaya devam ettiği Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.