1970 doğumlu yönetmen Christopher Nolan, henüz genç yaşına rağmen Hollywood’ta adı ustalarla beraber anılan yönetmenler arasına girmeyi başardı.
Sadece 6 bin dolar bütçeli ilk filmi Following’ten 250 milyon dolar bütçeli son filmi The Dark Knight Rises’a doğru giden kariyerinde yükseldikçe yükseldi. Filmlerinin senaryosunu genelde kardeşi Jonathan Nolan’la beraber yazdı ve dahiyane fikirlerinin gerçekleşmesinde gittikçe artan bütçe önemli rol oynadı. Bütçenin sürekli artması ve dünyaya yayılan büyük gişe başarısı Nolan’ı oldukça popüler bir yönetmen haline getirdi ve bu popülerliği hakkındaki “Nolan usta yönetmen mi, değil mi?” tartışmalarını beraberinde getirdi. David Fincher ile aynı jenerasyondan sayılan Nolan’ın filmleri genel olarak hep Fincher’ın filmleri ile kıyaslandı, zira ikisi de popüler filmler yapsa da Hollywood’un “memur yönetmen” zihniyetinden uzakta, kendilerine has bir tarzları ve kaliteleri olan yönetmenler olmayı başardı.
Nolan, Following, Memento, Inception, hatta Batman serisi de dahil olmak üzere pek çok filminde “kara film” motifini arka planına aldı ve bunun üzerinden suç, polisiye, bilim kurgu, fantazya gibi pek çok türde eserler ortaya koydu. “Bellek” her zaman Nolan’ın filmlerinde önemli yer etti. Memento ve Inception gibi filmlerini salt “bellek” üzerinden yürüyen kurgu şaheserlerine dönüştürürken, Batman serisi ve Insomnia haricindeki filmlerinde geleneksel hikaye kurgusunu ters yüz eden bir model oluşturdu. Nolan’ın yönetmen olmadan önce evine hırsız girmesi, büyük ölçüde ilk filmi Following’te “fikir hırsızlığı” motifinin oluşmasına sebebiyet verirken, Inception’da ise bu çok katmanlı bir “rüya hırsızlığı” olayına dönüştü. Following’te hırsızlardan birinin adı olan Cobb’un, Inception’un ana karakterinin adı olması ise iki film arasında yine “bellek”in önemini vurgulayan bir ayrıntı olarak göze çarptı.
2012’de “Batman” üçlemesini sonlandırdığı The Dark Knight Rises filmi ile filmografisindeki ilk hayal kırıklığını yaratan Christopher Nolan’ın yeni filmi Interstellar, 7 Kasım 2014’te ülkemizde vizyona girecek. Aylardır birçok fragmanı yayınlanan fakat bu fragmanlarda Inception’ın yarattığı heyecanı yakalamayı başaramayan Interstellar’ın oyuncu kadrosunda son dönemde yıldızı iyice parlayan Matthew McConaughey, Anne Hathaway, Jessica Chastain, Casey Affleck, John Litgow ve Nolan’ın vazgeçilmez oyuncusu Michael Caine yer alıyor. Film hakkında şimdilik yurtdışından gelen eleştirilere bakarsak sinema yazarlarının net şekilde ikiye ayrıldığını ve dolayısıyla Gravity gibi iyi olduğu konusunda genel anlamda fikir birliğine varılamadığını söylemek mümkün. Fakat Gravity’i “bilimsel gerçekler” konusunda oldukça eleştiren bilim insanlarının bu konuda Interstellar’a övgüler yağdırması ise filme olan merakımızı daha da arttırıyor. Interstellar’ın vizyona girmesine çok kısa bir zaman kalmışken Nolan sinemasının bugüne kadar nasıl bir yol izlediğini tüm filmografisine göz atarak yakından gözlemleyelim.
Following (1998)
Nolan’ın 69 dakikalık siyah-beyaz ilk mini uzun metrajı olan Following, 6 bin dolar gibi inanılmaz düşük bir bütçeyle ve 16 mm kamerayla kotarılmış bir film. Nolan’ın 1997 yapımı kısa filmi Doodlebug’ta oynayan Jeremy Theobald’ın hem başrol hem de Nolan’la beraber yapımcı sıfatıyla yer aldığı filmin oyuncu kadrosu tamamı profesyonel olmayan, hayatlarında ilk defa bir filmde oynayan kişilerden oluşuyor. Following, “ilk filmimi çekiyorum, hatalarımı mazur görün” savunmasına sığınan birçok sinemacıya ders niyetinde izlettirilecek, bunca amatörlük ve bütçesizlik içerisinde bile nasıl yetkin bir yönetmenlik sergilenebileceğini gösteren bir örnek. Özellikle üç farklı koldan akan ve lineer olmayan hikaye kurgusuyla öne çıkan bu film-noir’i sinema tarihine geçecek olan “Memento”nun altyapısı olarak yorumlamak mümkün. Nolan, bu filmle iyi bir çıkış yaparak toplamda 5 ödül kazandı ve esas çıkışı olan Memento filmini çekmek için zemin hazırladı.
Memento (2000)
“Christopher Nolan” ismini dünyaya duyuran film olan Memento, hem 9 milyon dolarlık bütçesiyle hem de Guy Pearce ve Carrie Anne Moss gibi ünlü oyuncuların yer almasıyla Nolan’ın gerçek potansiyelini yansıtması için beklediği bir ortamdı. Kardeşi Jonathan Nolan’ın “Memento Mori” adlı kısa hikayesini senaryolaştıran Nolan, Following’te ele aldığı insan psikolojisini ve kara film motifini Memento’da “bellek” temasıyla birleştiriyor ve zamanı tersine çevirerek izleyiciyle hafızasını kaybeden karakter arasında eş zamanlı bir algı yaratan kurgusunu yine “bellek” üzerinden yürüterek alanında devrimci bir kurguya imza atıyordu. Senaryo ve kurgu dallarında Oscar’a aday olan film toplamda 49 ödülün sahibi olarak Nolan’ın önüne yeni kapılar açtı.
Insomnia (2002)
Kariyeri boyunca yöneteceği filmlerin senaryosunu hep kardeşiyle birlikte yazacak olan Nolan, 2002’de bir istisna yaparak Erik Skjoldbjaerg’in 1997 yapımı Insomnia filminin yeniden çevrimine imza attı ve senaryosu bir başkasına aitti. Al Pacino, Robin Williams, Hillary Swank gibi yıldız oyuncuları kadrosunda barındıran ve 46 milyon dolarlık bütçesiyle Nolan’a Hollywood’un kapılarını açan yapım, hafızayı, zamanla oynamayı ve karmaşık kurguyu seven Nolan’ın tarzıyla alakası olmayacak derecede sade ve düz bir suç- polisiye filmiydi. Uykusuzluk teması üzerine şekillenen film, daha çok Robin Williams’ın kötü adam portresi ve finaldeki sisli atmosferiyle akıllarda yer etti. Kötü bir film olmamasına, hatta başarılı sayılabilecek bir yeniden çevrim olmasına rağmen Nolan’ın yönetmenlik becerisi, zekası ve tarzıyla kıyaslandığında filmografisinde hep en geride anılmaya mahkum oldu.
Batman Begins (2005)
Gittikçe daha yüksek bütçeli filmler çekmeye başlayan Nolan, Spider-Man ve X-Men filmlerinin gördüğü yoğun ilginin ardından Joel Schumacher’in zamanında adeta katlettiği Batman serisini yeniden diriltmek için aranan yönetmen oldu. 150 milyon dolarlık bütçesiyle Nolan’ın “blockbuster” arenasına giriş yaptığı film olan Batman Begins, Tim Burton’un “gotik” yorumundan ve Joel Schumacher’in adeta karnavala çevirdiği “Gotham” tasvirinden ziyade Batman evrenine gerçekçi ve karanlık bir yorum getirerek oldukça başarılı bulundu. Günümüzdeki süper kahraman filmlerinde izleyicinin artık daha psikolojik ve karanlık atmosferlerden hoşlanmaya başlamasına ise büyük oranda Nolan’ın bu yaklaşımı öncü oldu. Christian Bale’ın “Batman” performansı genel olarak beğenilirken film ”sinematografi” dalında Oscar’a aday oldu ve toplamda 15 ödüle layık görüldü.
The Prestige (2006)
Batman’i bir üçlemeye dönüştürecek olması sebebiyle kariyerine bundan sonra bir Batman filmi ve bir kişisel film şeklinde devam edecek olan Nolan, Insomnia ile tatmin edemediği hayran kitlesine Memento ayarında bir film hediye etmeliydi. Kardeşi Jonathan Nolan ile beraber kaleme aldıkları The Prestige, Nolan’ın kurgusal zekasını yine gözler önüne seriyor ve özünde iki illüzyonistin hem iş hem de aşk yaşamlarında birbirleriyle olan çekişmelerine odaklanıyordu. Bunu yaparken aynı zamanda bir matematik problemine, fizik sorusuna, sosyolojik araştırmaya ve psikolojik deneye dönüşen film, Edison – Tesla çekişmesine de değinerek filme ayrı bir paralel boyut katıyordu. Batman’de beraber çalışmaya başladığı Christian Bale ve Michael Caine ile beraber Hugh Jackman, Scarlett Johansson ve Rebecca Hall’lü kadrosuyla dikkat çeken filmde Nolan, karanlık hikayesiyle “gizem” faktörünü son anına kadar sağlamayı başarıyor, çok sevdiği sürpriz final kullanımıyla birlikte film bittikten sonra bile kafada yeni sorular oluşturuyordu. Sinematografi ve sanat yönetimi dallarında Oscar’a aday olan film çeşitli festivallerden toplamda 6 ödül kazandı.
The Dark Knight (2008)
Christopher Nolan’ın Batman Begins ile seriye yaptığı iyi başlangıç The Dark Knight ile adeta popüler kültür şaheserine dönüşüyor ve türdeşlerinin hepsini sollayarak dünya çapında 1 milyar dolar hasılatı geçen ilk süper kahraman filmi olmayı başarıyordu. 185 milyon dolar bütçeli The Dark Knight, Batman’den ziyade Joker’in filmi olarak hafızalara kazınarak filmin çekimlerinden kısa bir süre sonra hayatını kaybeden Heath Ledger’in eşsiz performansıyla anıldı ve hemen hemen tüm festivallerdeki “yardımcı erkek oyuncu” ödülleri Heath Ledger’a verildi. Nolan, en iyi yönetmenliklerinden birini sergileyerek bir süper kahraman filminde Batman’i anti-kahramana dönüştürdü ve ikinci plana attı. Süper kahraman filmlerinde görmekte zorlandığımız derecede güçlü bir dramatik yapı oluşturup çift katmanlı bir kötü adam modeli inşa ederek terazinin bir köşesinde Joker’i, diğer köşesinde ise Two-Face’i konumlandırdı. Nolan’ın muhteşem üçlüsünün (görüntü yönetmeni Wally Pfister, kurgucu Lee Smith ve müzisyen Hans Zimmer) adeta döktürdüğü film, 8 dalda Oscar’a aday olup yardımcı erkek oyuncu ve ses kurgusu dallarında ödülü kucakladı ve toplamda 123 ödülün sahibi oldu.
Inception (2010)
Batman Begins’in üzerine The Prestige gibi unutulmaz bir film, onun üzerine ise The Dark Knight gibi kariyerinde zirve sayılan bir filme atan Nolan, The Dark Knight’ı bile geride bırakacak bir başyapıta imza atınca başarı katsayısını adeta doruk noktasına çıkarmayı başardı. Nolan’ın kariyerinin en iyi filmi olan Inception, Memento’nun “bellek” üzerine kurulu olan yapısını “rüya içinde rüya” şeklinde katman katman tasarlıyor ve bilinçaltının derinliklerine yolculuk yaparak 2000’lerin Matrix’i olmayı başarıyordu. Matrix’teki “sanal – gerçek” ikilemini burada “rüya – gerçek” ikilemine transfer eden ve “lucid dreaming” tekniğini odak noktasına alarak rüya – bilinçaltı kavramlarını sorgulamaya açan Nolan, rüya casusluğu, rüya hırsızlığı, rüya inşaati gibi farklı konseptlere kapı açtı ve özellikle son 45 dakikasında tavan yapan, benzersiz bir iç içe geçmiş kurgusal zincir yarattı. Nolan’ın muhteşem üçlüsü yine teknik anlamda kariyerlerinin zirvesine ulaşırken, 160 milyon dolar bütçeli film 8 dalda Oscar’a aday olup sinematografi, ses miksajı, ses kurgusu ve görsel efekt dallarında ödülün sahibi oldu ve toplamda 124 ödüle layık görüldü.
The Dark Knight Rises (2012)
Inception ile kariyerinde bir zirve noktası oluşturan Nolan’ın filmografisinde kötü film yoktu ve “Batman” üçlemesinin son halkası olan The Dark Knight Rises bu yüzden onun için kilit bir filmdi. Korkulan oldu ve Nolan hem kariyerine hem de Batman üçlemesine yakışmayan bir filmle seriyi sonlandırdı. The Dark Knight Rises’in başarısızlığa uğramasındaki en temel faktör yanlış kötü adam tercihiydi. Oldukça düz bir kötü adam portresine sahip olan Bane, Nolan’ın bugüne kadar adeta baştan yarattığı “Batman” dünyası ve “Joker”, “Two-Face” gibi derinlikli kötü adam portreleri karşısında oldukça yüzeysel kalıyordu. Sürekli “destansı ve epik final” diye reklamını yaptıkları The Dark Knight Rises, Nolan’ın karanlık ve gerçekçi yorumunu 250 milyon dolarlık dev bütçenin de etkisiyle abartılı sahnelere teslim ediyor ve büyük bir hayal kırıklığına dönüşüyordu. Dolayısıyla Oscar’a aday olamayan film popülerliğiyle toplamda 43 ödüle layık görüldü. Keşke ikinci filmdeki “Joker – Two Face” karakterleri gibi iki aşamalı kötü adam modeli çerçevesinde burada da “Penguen – The Riddler” tercihi yapılsaydı da biz de destansı ve epik finali görebilseydik!
Halil İbrahim Sağlam
SİNEFİL DEFTERİ