Çağan Irmak’ın son filmi Unutursam Fısılda’nın tecrübeli oyuncusu Işıl Yücesoy bir sanatçının başarısızlıktan korkmaması gerektiğini söyledi. Kendisinin de arada bir tokat yemek istediğini böylece daha yeniye ve doğruya yöneldiğini ifade etti.
Bazı oyuncular vardır, tecrübeleri, birikimleri ve geçmişteki yaşamları sanatçı kişiliklerini besler. Ve öyle bir noktaya gelirler ki onları seyretmek, herhangi bir rolü yorumladıklarını görmek izleyici için bambaşka bir zevktir. Bizim sinemamızda ne yazık ki insanların bu kıvama gelmesi çok zor oluyor. Hele kadın oyuncuysanız bu daha da zor. Işıl Yücesoy tiyatrocu, müzisyen ve sinema oyuncusu olarak bunu başarmış bir isim. Çağan Irmak’ın son filmi Unutursam Fısılda filminde başrollerden birini oynayan değerli sanatçı Hümeyra ile karşılıklı döktürüyor. Filmin sinemasal dili yüzünden de bazen tiyatro etkisi gözükse de Işıl Yücesoy’u Reha Erdem’in korkuyorum Anne filminden sonra Çağan Irmak gibi bir yönetmenin ellerinde görmek bize ayrı bir haz verdi. Hani derler ya devlet gibi kadın işte öyle bir insanla yaptık bu sefer röportajımızı. Buyrun Işıl Yücesoy’un cevapları…
Öncelikle senaryoyla ilgili başlayalım, senaryoyu okuduğunuzda ne hissettiniz? Sizi bu projeye çeken şey neydi?
Senaryo çok canlıydı. İlk olarak beni projeye çeken şey Çağan faktörüydü, bu faktör benim için çok önemli çünkü Çağan ile birçok kez aynı projelerde yer aldık. Benim ondan beklediklerim ve onun benden beklediklerinin belli olduğuna inanıyorum aynı zamanda fokusumuzun da aynı olduğunu düşünüyorum. İkinici olarak tartışılabilir bir yönetmendir ve son olarak ise senaryo gerçekten çok sıcaktı. Korkuyorum Anne filminden sonra sinema filmleri kabul etmiyorum çünkü çok düzgün senaryolar gelmedi elime. Galiba tip olarak, insan olarak yaşayan projeleri seviyorum. Burada da Hanife karakteri hepimizin yaşadığı bir insan olabilir, hepimizin içinde çoktan bulunan bir karakter şekli olabilir. Bazı insanlar kendi içindeki duyguları ortaya agresiflik ile çıkarır fakat bazı insanlar Hanife gibi içten içe şiir yazarak ortaya koyar. Dolayısıyla Hanife’yi çok sevdim. Çok hoş bir rol, artı benim şimdiye kadar oynadığm hiçbir tarza benzemiyor ve ters köşe bir rol. İlgimi çekti yani.
Şimdi, bazı roller var, bunlara hazırlanılır. İşte çoktan var olmuş bir insanı oynuyorsanız veya tarihi bir rol oynuyorsanız bunlarla ilgili gözlem yaparsınız, araştırma yaparsınız fakat bazı roller vardır ki bunlar içinizdeki duygularla, yaşanmışlıklarla yorumlanır. Bu da biraz aslında risk taşır. Yönetmenin istedikleri ile sizin elinizde biriktirdikleriniz alakasız olabilir, siz bu durumu nasıl atlattınız? Çünkü bu biraz öyle bir rol, sizin besledikleriniz ile büyüycek ve gelişecek bir rol.
Şimdi ben Kırklareliliyim. Kırklareli çok uygar bir şehir olmak ile birlikte eğer ilkokul çağları ve daha sonraya gider iseniz, yani milattan önceye giderseniz ben filmdeki gibi bir toplum içinde zaten bulundum. Evet, benim babam öğretmendi, annem öğretmendi, yaşam şartlarımız olduğu gibiydi ama alt komşum başı bağlı Hanife Ablaydı. Yani o ana kadar içinde bulunduğu ama farketmediği şeyleri gözlemliyor sanatçı. Hatta her insan gözlemliyor ama sanatçı olduğu zaman bu gözlem durumu iki katına çıkıyor. Hiç zorlanmadım Hanife’yi oynarken. Hatta Çağan Irmak sanki hayatın boyunca Hanife’yi oynamışsn gibi doğal yaptın dedi.
Şimdi Çağan Irmak diyince, Türk Popunu gerçekten de sinemada kullanan bir yönetmen. Çokta örneklerini gördüğümüz bir olay değil. Fakat Çağan Irmak müziği sinemada bir öğe olarak kullanıyor. Bu noktada sizin de tabi çok önemli bir müzik geçmişniz var. Çağan Irmak’la projede beraber çalışırken bu öğe ne kadar etkili bir faktör oldu?
Hiç. Hiç etkisi olmadı çünkü orada benim müzikal olarak bir etkim yoktu. Sonuçta ben Hanife olarak götürdüm hikayeyi ama o beklentiyi Kenan Doğulu ile karşıladı Çağan. Kenan Doğlu tamamen filme özgü müzikler yaparak bu hesabı halletti. Sonuçta ben ve diğer oyuncumuz 35 yıl birbirini görmeyip 35 yıl sonra ağır bir hesaplaşma içine giren dramatik iki öğeyiz.
Peki dediniz ki, bu projeye girmemin nedenlerinden biri Çağan Irmak’tı ve ben aslında artık film yapmıyorum çünkü yeterli kalitede bir senaryo gelmiyor.
Mutlaka yeterli kalitede senaryolar vardır, onlarda beni uygun görmüyorlardır.
Bakış açınızı merak ediyorum, bundan sonra sinema sizin için öncelikli mi?
Sanat öncelikli. Ben hiç ayırmıyorum, sinema, dizi falan gibi. Hatta şunu hemen söyleyeyim parantez içinde diziyi çok küçümsüyorlar oysa ki sinema ile halkı bir hafta, 10 gün, 15 gün etkin altına alıyorsun oysa çok daha kalıcı olan şey dizi. Ben tamamen tersini düşünüyorum. Sinema kültürü olan bir kadın da değilim, bayılırım öyle insanlara. Mesela 1916’da bilmem ne bilmem ne yapmış birisi var diye konuşan insanlar var ben hiç bilmem böyle şeyleri. Sadece sanatçı olarak hep şu üçüncü gözüm hayatta. Ama doğruyu mu buluyorum, yanlışı mı buluyorum bilemem. Burnum koku alır o kadar.
O zaman sinema için iyi kokular almıyorsunuz bence.
Vallahi bilmiyorum, dediğim gibi kültürüm çok az ve bu konuda çok fazla konuşmak istemiyorum. Sonuçta yanlış konuşabilirim. Zaten üç sene kamptaydım, bir sene de hastalık geldi. Dört senenin ardından ilk defa Fenerbahçe’de oturuyorum.
Peki, Amerika’ya gideceğim dediniz. Bu, bir film hazırlığı falan mı yoksa…
Yok, yok. Kızım orda. Kızımı ziyaret edeceğim. Bu bahaneyle de New York’da azcık biraz Tiyatroya soyunacağım.
Sizin çok önemli bir müzik geçmişiniz var.
Estağfurullah.
Bunca zaman sonra bile insanlar sizi tekrar tekrar dinliyorlar, tekrar tekrar izliyorlar ve isminizi takip ediyorlar. Şimdi bunca geçmişiniz var ve ilk olarak Tiyatro geçmişiniz var ardından müzik, sinema, dizi… Neden bunların hepsini denediniz? Buradan nereye çıkmayı umdunuz?
Çok güzel bir soru, çok enterasan bir soru ve ben de bu soruya tüm samimiyetliğim ile cevap vermek istiyorum. Hiç yalan dolana girmeyeceğim ki zaten hiç yalan dolan sevmeyen bir kadınım. Dolaylı cevap vermek istemiyorum. Sanatçı ya da ben Işıl Yücesoy olarak bazı çıkmazlara giriyor ruhum. Bir labirente giriyor. Bir aitlikten nefret ediyorum. Hayatım boyunca mesela aynı gün matematik çalışamam, tarih çalışamam. Bu beni köreltiyormuş gibi geliyor. Hep aynı şey, hep aynı insanlar. Mesela Müzik yapıyorsunuz, hep aynı insanlar. Müzik yazarıyla konuşuyorsunuz, size şarkı sözü yazıyor. Bir bakıyorsunuz o da bir labirentte. O da aynı şeyleri yazıyor. Devlet tiyatrosundan ayrılma sebebim yerimde duramamam. Yerinde duramayan bir kadınım. Politik olarak, dünya görüşü olarak uymadığı anda istifa ile kendimi belli ediyorum. Bu yolların hepsini denemem de zaten bu yüzden, hepsinden istifa ettim. Yani düşünebiliyor musunuz? İzmir devle tiyatrosundasınız, 10 tane sanatçı var, bunlarla beraber oynuyorsunuz. Adam sahneye girerken daha adımlarını biliyorsunuz, bakışını biliyorsunuz. Hani vardır ya, çok samimi olarak bir adama birşey yaparsın, başlar gülmeye, gıdıklanır. Biliyorsunuz, ay ben bununla ne oynayabilirim ki ya bu bana hiçbirşey öğretmez. Yani düşmek istiyorum ben, başarısızlık istiyorum. Ben arada bir tokat yemek istiyorum. Sanatçı o tokadı yemezse, o başarısızlığı yaşamazsa ilerleyemez ki… Ben mesela 9 Hırsız’da oynarken çok kötü oynamıştım… İyi ki kötü oynamışım. Dolayısıyla bu kadar çok yerde denememin nedeni bu.
80’lerde ve 90’ların ikinci yarısına kadar Türk sinemasında Feminizm çok büyük bir yer kaplıyordu. Hatta bir çok kadın yönetmen ve oyuncu bunun faturasını ödemiştir. Fakat 200lerden sonra bu özellikle Türk Sinemasında azalmıştır. Belki de fatura ödenemeyecek kadar büyüdüğü içindir. Feminizmin sinemadaki etkisi neden sizce bir anda bu kadar azalmıştır?
Türkiye’ye bakıyor musunuz? Hem coğrafya hem de bu coğrafyanın içinde yaşayan soluk alan insan motifi, çağın, senenin onun motiflediği şeklinde yürür. Ülkeye bakacaksınız. Ülke insanına bakacaksınız. Kadın cinayetleri, sizin söylediğiniz şey. Dün daha fazla mıydı yoksa bugün mü daha fazlaydı sorusu var kafamda benim. Dün saklanıyor muydu da bu kadar az gözüküyordu yoksa gerçekten de az mıydı sorusu var kafamda benim. Sinemada eskiden bunu aktarıyorlar mıydı bilemiyorum, dediğim gibi sinema kültürüm çok yok fakat tiyatroya bu çok aktarıldı. Çok kadın problemleri seyrettik, oynadık. Efendime söyleyeyim, ardından bir Almanya’ya göç başladı. Sinemada gördük bunu, tiyatroda gördük. Bir kaos durumundadır şu an ülke. Sinemacılar fazla yürekli olamıyorlar, korkuyorlar. Tiyatro, yok olmakta. Ben ne diyeyim, haritaya bakıp, haritayı biraz okumak lazım. Kimseyi sizin gibi suçlayamıyorum. Tabi ki sorumluyuz, tabi ki birileri bizi yarın öbür gün suçlayacak. Ama bu tür problemler kişilerin aşabileceği şeyler değil.
Şimdi herkes tabi bir Çağan Irmak filmi bekliyor ve bu filmi zaten pazarlamaya gerek yok. Muhtemelen herkes belli bir algı seviyesinde bu filmi izleyecektir. Peki ya siz izleyiciye benim size sormadığım ne söylemek istersiniz?
Şimdi aslnda, bu seyircinin algılamasıyla da çok ilgili birşey. Ben her zaman Çağan’a bunu söyledim. Çağan eğer biraz daha çalışır ve çabalarsa iyi bir tiyatro yazarı olmaya başlayacak. Bunu hep söyledim ve ben bunu ölmeden göreceğim. Çünkü eğer Çağan’ın filmlerine bakarsanız, Tiyatroda az olması gereken duyguyu göreceksiniz, insanı göreceksiniz. Yaşayan, kıpır kıpır. Canlı insanı göreceksiniz. Tiyatroda da, kim olursan ol hiçbir zaman bir Çehov olamazsın, Çehov insanı dimdik tutar. Kanıyla tutar. Yani bir resim olmaktan çıkar. Çağan’ın bu filminde de, önceki filminde de ciddi bir tiyatro var. Ağır bir tiyatro var. Bu filmi izleyince de göreceksiniz zaten, bu hesaplaşma konusunda çok ağır bir tiyatro var. Çok öykü tabanlı bir film yapıyor. Yaşayan senaryolar yazıyor. Ben diyorum ki, biz geldik gidiyoruz, bizden çıkar fakat başka Çağan Irmak kolay kolay gelmez. Seyirci ona pırlanta gibi bakmalıdır. Bu adamlar maytap gibi adamlar, bunları kaybedemezsiniz, bunlara sahip çıkmalısınız. Gençlik, biz hepimiz sahip çıkmalıyız. Onlar batacaklarda, doğruya da gidecekler, yanlışa da gidecekler. Gün gelecek yanlışta yapacak. Yapsın inşallah, yapsın. Yanlış yapmak iyidir.