Evet, doğru okudunuz. Bu yazı sizlere… 13 Yaşından beri sinema ile ilgili ufak-tefek birşeyler yapmaya çabalıyorum. Bunun son 3 yılı istanbul’da, yani sektörümüzün kalbinde geçti…
Bu şehire ilk geldiğimde, çok korktum. Deli gibi titreyen bir beden, -tabiri caizse- emeğiyle elleri nasır tutmuş bir genç adam’ın hayallerine sahiptim. Ankara’nın iliklerinizi titreten soğuğuna bağışıklık kazanmış bir beden, Sinema aşkıyla yanıp tutuşurken, ‘İstanbul’un hiç bir şeyi bana işlemez’ zannediyor. İstanbul’un bir çok şeyi işledi bu bedene. Hayallerin gerçek kılınabildiği şehrin; günü geldiğinde umudumu da elimden alıp beni çırılçıplak bırakabileceğini bilmiyordum. Bir şekilde İstanbulda çalışmaya başladım, bir yandanda okumaya çalışarak tabi. Reklam, Sinema derken geçti zaman.. İstanbulda ilk çalıştığım reklam şirketi Böcek Yapımdı mesela. (torpille ya da tanıdıkla değil, mail yoluyla.) Orada ilk çalıştığım reklamda Azercell.. Hiç unutmuyorum o günü. Bir o kadar heyecanlı, bir okadar da şans verilmiş gibi hissederek çalıştım o gün. Ve ogün bir şey öğrendim; üstümde ki insanlar.. yani yönetmen yardımcısı, reji 1-2 hatta 3.. bana bir soru sordular “niye bu sektördesin?” cevabım basitti “kendi filmimi yapmak için” güldüler ve “evet, hepimiz öyle geldik, ama yıllardır bu sektörde aynı yerdeyiz.”
O gün bir şey öğrendim; “bir hayalin varsa asla aynı yerde durma!”
Sonrasında bir çok firmada çalıştım, aynı yerde çok barınamadım. Çok kalmakta istemedim zaten. Para kazandım, kazanmadım değil. Tatlı geldi para, gelmedi de değil. Rahatlığa alıştım bir süre, ve hatta hayallerime vakit ayırmak için başımı kaşıyacak vaktimin olmadığı zamanları da anımsıyorum. Ne içindi? Para.. Yaşamak.. Kira.. Fatura..
Peki ya hayallerim?
Bunun neresindeydi?
Kendi kendime sorduğum sorular yüzünden sektör dediğimiz yapıdan uzaklaşmaya başlamıştım. Aşığı olduğum sinema, bana aşık değil gibiydi. Kendimi beğenmişliğim, eleştiri kabul etmeyişlerim, insan sevmeyişlerim beni benden ve insanlardan uzaklaştırmıştı. “Hayallerim, umutlarım, düşlerim beni kiramı ya da faturalarımı bile ödeyemeyecek duruma getirdi!” diye kendime çok defa kızdığımı, aynanın karşısına geçip küfürler ettiğimi dün gibi hatırlıyorum. Halbu ki sorun, hayaller filan değildi. Bendim.
Sonra ki zamanlarda sürekli çalıştım. hepiniz gibi.. Dış/Gece’lerin ilikleri titreten soğunda, ve Dış/Gün’lerin bayıltan sıcaklarında. Ve geçtiğimiz aylarda ilk filmimi yaptım. Kendime bir söz verdim. Ve bunu o gün bana gülenlere, “senden sinemacı filan olmaz” , “bu devirde de herkes yönetmen olmak istiyor” , “köfte satarak ülkeye daha yararlı olacağını düşündüğüm insan” diyenlere inat olsun diye değil. Onlara teşekkür ederek, Onlara şükran duyarak, onlara onlar gibi olmadığımı ispatlayarak yaptım.
Sinemaya gerçekten aşığım. Bu yüzden bir çok hata yaptığım oldu, daha nice hatalarda yapacağım elbette ama her çocuk gibi bende saf duygularla yaptım bunu. Bundan dolayı pişman değilim, sadece henüz yolun başında olan genç bir yönetmenim.
Sizler, sektör çalışanları.. Hangi alanda olduğunuz umrumda değil. Sinema için açıkta kaldınız mı?
İnandığınız değerler, inanç duyduğunuz insanlar için kiranızı ödeyememeyi göze aldınız mı?
Bana, etrafınızda ki diğer insanlara yalan söyleyebilirsiniz. Ama kendinizle başbaşa kaldığınızda, lütfen dürüst olun.
Lütfen, sinemayı aşık olan insanlara bırakın.
Lütfen, sıcak ofisinizde sanat sohbetleri yapmak yerine setlerde sabahlayın.
Lütfen; Altına bulanmış portakallarınızı, Altın’dan kokuşan kozalarınızı biz sinema aşıklarından uzak tutun.
Ya da,
Lütfen, Türkiye Sineması ya da Türk Sineması ayrıştırmalarına sizler bir son verin. Bu ülkenin sinemasına bir isim koymayı çok istiyorsanız, onun adı “Yeşilçam” kalsın. Ertem Eğilmezden, Metin Erksan’dan, Yılmaz Güneyden ve adını sayamadığım onlarca insandan yadigar kalan hani…
Sinemaya az biraz aşıksanız, sinemayı daha fazla yıpratmadan, gidin buradan.
Ve genç sinemaçı arkadaşlarım, meslektaşlarım, dostlarım. Bizler; bu ayrımları, ayrıştırmaları düzeltebiliriz. Bizler hayali olan ve bunun için herşeyi göze alan yeni bir nesiliz. Lütfen buna kulak verin.
Son birşey…
Ben dahil, benim gibi düşünen hiç kimse yeni Tarkovski ya da Bergman hikayelerinizi merak etmiyor.
Saygılarımla,
Burak Babayiğit
27.10.2014