Transcendence… Sinemada gelecek, teknolojinin geldiği ve geleceğini düşündüğümüz noktaları hep hikaye konusu olmuştur. İnsanlar gelecekte teknolojik gelişmelerin hayatı daha da kolay bir hale getireceğini düşünmüşlerdir.
Her ne kadar bunun doğruluğu yadsınamaz olsa bile bununla beraber teknolojinin bizden götürdüğü şeyler de mevcuttur. İşte asıl sorun da orada başlıyor. Bizler teknolojik gelişmeler ile hayatımızı kolaylaştırırken aslında teknolojinin de bir nevi kölesi haline geliyoruz, ona bağımlı oluyoruz. Tabii bu durum bazı kesimler tarafından fark edilmekte, ona göre bu hızlı ilerleyişe mesafeli bakmaktadırlar. Bu ay vizyona giren, başrollerinde Johnny Depp, Rebecca Hall, Paul Bettany, Cillian Murphy gibi zengin bir kadronun olduğu “Evrim” (Transcendence), yine teknolojinin insanoğluna getirisi ve götürüsü üzerine odaklanıyor. Filmin konusunu kısaca açmak gerekirse; bir bilim adamı olan Will, teknolojik gelişmelerin ışığın yaptığı çalışmalar ile insanlığa faydalı olabilecek projeler üretmektedir. Hayata geçirmeyi planladığı insan gibi düşünen bir yapay zeka, insanların tüm sorunlarını çözebilecek bir kapasitede olacaktır. Savunduğu tezde, savaşlardan hastalıklara kadar pek çok sıkıntı bu yapay zeka ile ortadan kalkacaktır. Ancak onun gibi düşünmeyen ve teknolojinin insan hayatına bu denli müdahalede bulunmasını istemeyen gruplar da mevcuttur. Will, verdiği bir konferans çıkışında bu yasa dışı gruplardan birine bağlı bir kişi tarafından vurularak öldürülür. Ancak eşi Evelyn, Will’in çalışmalarını hayata geçirmeye kararlıdır. Bu konuda duygusal düşünen Evelyn, yapay zeka sistemini bizzat Will’de kullanarak projeyi hayata geçirir. Peki gerçekten Will’midir geri gelen? Yoksa siber sisteme yüklenen Will’in anıları, konuşmaları, davranışlarımı kendini tekrar eder? İşte bu noktada teknolojinin ileride gelebileceği noktayı da kendi içimizde sorguluyoruz. Bu ne kadar faydalı insanlık için? İleride sevdiklerimizi bir şekilde siber dünyada yaşatma fikri temelde cazip gelse de bir o kadarda ürkütücüdür. Konu burada Will’in üstünden gitse de aslında olay siber dünyanın insanoğlundan bir adım daha önde gidebileceği günlere ışık tutar. Bir sahnede eşinin duygularını bile anında ekrana taşıyan Will’in aslında insan hayatına nasıl da hakim olduğunu, nasıl müdahale edebildiğini, canlılar dünyasında nasıl potansiyel bir tehlike olduğunu anlayabiliriz.
İnsanoğlunun İnternetle İmtihanı
Film; “İnternetin amacı dünyayı daha küçük bir yer yapmaktı, ama aslında İnternet olmadan dünya daha küçük bir yermiş gibi hissettiriyor” sözleriyle açılıyor. Bu bile insanın teknolojiyi sorgulaması için yeterli aslında. 2013 yapımı “Aşk” (“Her”) filmini hatırlayalım. İnsanların internet ile bağları, duyguların nasıl sanallaştığı, insanların nasıl yalnızlaştıklarına şahit olmuştuk. Oradaki temel sorun insan duyguları ile teknoloji arasındaki dengesizlikti. Teknoloji hayatı kolaylaştırmanın ötesine geçerek insanları yalnızlaştırıyordu. Bu yalnızlaştırmayı da “bakın yalnız değilsiniz, istediğiniz profilde sanal bir partner sizin için hazır” perdesi arkasından yapıyordu. “Evrim”in ise duygusal yönün ağırlığı olsa da çok daha global bir sorunu masaya yatırdığını görüyoruz. Siber bir dünyanın tüm hayatınızı kontrol ettiğini hatta sizi de siber dünyaya sokarak robotlaştırdığını görüyoruz. İnsan ve makine arasında potansiyel bir savaşa da göz kırpan “Evrim”, bizlere “Terminator” filmlerindeki temel sorunu hatırlatıyor. Eğer siber dünya ya da makineler insanoğluna yardım edecekse, bu insanların yerine geçerek olmamalı. İnsan daima bir adım önde olmalı, onu kontrol edebilmeli ki varlığının amacı ortadan kalkmamalı. Bu bağlamda karamsar bir geleceğin aksine umutlu olmanın formülü de veriliyor. “Kontrollü” bir süreç.
Yapay Zeka İnsanın Yerini Tutabilir Mi?
Her türlü bilgi, dijital güç ve “Evrim” dediğimiz bu süreçle insanoğlunun yerini alabilecek bir konuma gelen bu yapay zeka, filmdeki adıyla “Pinn” etkisi yayıldıkça insanları değersizleştiren bir hale bürünüyor. Filmde konferans esnasında bir katılımcının “Öyleyse Tanrı’yı mı yaratmak istiyorsunuz?” sorusu ve filmde Will’in verdiği “en başından beri insanoğlunun yapmak istediği şey bu değil mi” yanıtı yine kendi içerisinde bir bilmece ağı gibi örülüyor. Tanrı’yı oynamak, hele ki teknolojinin imkanları ile bu sınırları aşmak artık bizler için bir kolaylık değil, bizlerin fizikselden öte manevi mevcutiyetimize de bir tehdit niteliğinde. Teknolojinin bu denli ilerlemesi, yapay zeka modellerinin insan hayatına müdahalesi filmde de olduğu gibi bazı gruplar tarafından mesafeli bakılan bir konu olacaktır. Sınırları aşmak yerine, adımların doğru atılması bu noktada gereken tek şey. Bunu da filmde görüyoruz. Filmin ilerleyen dakikalarında artık Will’in bile yeniden geldiğini, siber dünyadan sıyrılarak çıktığını, teknolojinin bunu dahi yapabildiğini görüyoruz. Bu da artık insan aklının alamayacağı noktalara doğru gidilebileceğinin adeta bir göstergesi. Böylesi bir durumda artık dijital dünyayı kontrol etmek mümkün olmayacaktır. Yapay zeka dediğimiz şey eğer insan yerine düşünecekse hatta ve hatta insanın dijital bir kopyasını çıkarabilecekse insanoğlunun mevcudiyetinin temelleri de derinden sarsılacaktır. İster “Aşk” (Her) filminde olsun ister “Terminator” serilerinde olsun, geleceğin bizlere sunduğu teknolojik gelişmelerin sonuçları abartılı bir dilde de olsa defalarca aktarılmaya çalışılmıştır.
İnsanın gelecekten ve teknolojik gelişmelerden korkmaması gerektiği, insanların ileride bu teknolojik güç sayesinde rahat edebilecekleri düşünülmelidir. Ancak insanoğlunun bitmek bilmeyen hırsı, arzusu nedeniyle beyazperdede gördüğümüz gelecek tasvirleri çok da “imkansız” gözükmüyor. “Evrim” nihayetinde kendisini sorgulayan bir film. Yönetmen Wally Pfister, gelecek tasvirini, ve evrimin getirisini, götürüsünü aktarırken diğer formattaki filmlere oranla daha farklı bir bakış açısı sergilemiş. Direkt olarak bir yerden konuyu odağına almıyor. İnsan duygularını da işin içine katarak sınırsız bilgi, güç, sevgi, hırs gibi pek çok dinamiği de evrimin içine yediriyor. Keza geleceğimiz noktanın farklı veryasyonları olabilir. Nihayetinde Will’in karakteri bile dijital de olsa nihai sonucu anlıyor ve onun kendini sorgulaması bile bizi derin düşüncelere sevk etmeye yetiyor. Sonuçta Will’in yaratmak istediği ve kendi deyimiyle “tüm insan duygularını kapsayacak bir varlık” teoride çok faydalı gözükse de acaba pratiğe dökülse sonuçları ne olur diye sormamıza nende oluyor. Hatta filmde sanal dünyanın gerçeği kapsaması finalde duygusal bir çöküş ile son buluyor. Bu da sinema salonunu terk ederken teknolojiyi, geleceği, ve “acaba?” sorusunu sorduruyor, içselleştiriyor ki bu da sinemanın bize sunduğu en güzel hediyelerden birisi. Sonuç itibarı ile “Evrim” belki daha önce sorulmuş soruları yeniden ısıtıyor, seyirci bildiği olası bir geleceği yeniden hafızasında canlandırıyor. Ancak daha pek çok kez beyazperdeye uyarlanması olası bu konuyu, zengin oyuncu kadrosu ile birlikte izlemeye değer.