Ütopik bilimkurguları seviyorsanız Seçilmiş filmi sizi tatmin edecektir. Jeff Bridges ve Meryl Streep gibi efsaneleri bir arada görmek büyük şans.
Bilimkurgu benim en sevdiğim tür. Herşeyden önce yaratıcılığı sınırlamayan hatta tam tersi özendiren bir tarafı var. İnsana ve topluma dair ilerisi için öngörüde bulunmak için bu yapıdan daha iyisi var mı? Son dönemde birçok korku filmi seyretsek de aksiyonla boğulmamış ve sadece görselliğe dayanmayan yapım çok az. Bu hafta iki tane bilimkurgu vizyona giriyor. Bir tanesi yazımıza konu ettiğimiz Seçilmiş diğeri ise Evrim. Çok şanslıyız ki bu iki film değerli ile safsatayı bize örnekleyebiliyor. Evrim ünlü oyuncuların ismine dayanmış, popüler bir yapım. Bir roman uyarlaması. Her ne kadar ergen romanı olsa da yurt dışında 10 milyon satmış ve değer verilen bir roman. Büyük savaştan sonra toplum aynı acıları yaşamamak için kendini yeniden dizayn etmiş ama bu yeni modelde insani duygular her anlamda traşlanmış. Mesela dokunmak yok, duygusal ilişkiler yasaklanmış. Hatta toplumun en küçük yapısı aile bile romantizmden uzak bir düzenlemeyle oluşturuluyor. Aileler kendileri çocuk doğuramıyor. Anne olarak seçilen kadınlar çocuk doğuruyor ve yeni doğan bebekler ailelere veriliyor. Onlar da ergenliğe geldiklerinde toplumun hangi sınıfında yer alacaklarsa o sınıfla beraber yaşamaya başlıyorlar. Herkes aynı tipte evlerde yaşıyor. Bütün vatandaşlara her sabah evlerinden çıkmadan önce bir ilaç enjekte ediliyor. Bu ilaç sayesinde insanlar duygusal tepkimelerden uzak tutuluyor. Hatta durum öyle kanıksanmış ki insanlar dünyayı siyah beyaz görüyorlar. Jonas arkadaşlarıyla ergenliğe ulaşmış bir genç. Fakat diğer arkadaşlarından biraz daha farklı. Sonunda yılın en önemli günü geliyor. Bütün gençler ailelerinden ayrılıp hayat boyunca sahip olacakları kariyer seçimi gününün heyecanını yaşıyorlar. İhtiyarlar heyeti bütün çocukların gelişimlerine göre herkesi sınıflandırıyor. Kimi bahçıvan oluyor, kimi güvenlik görevlisi, bazıları ise anne olmakla görevlendiriliyorlar. Jonas’ın sırası geldiğinde o atlanıyor. Bütün gençlerin görevi söylendikten sonra Meryl Streep’in canlandırdığı Şef Elder Jonas’ı anı biriktiren olarak seçiyor. Çok önemli olan bu görev Jonas’ın omuzlarına hiç beklemediği sorumluluklar yüklüyor. Jeff Bridges’ın canlandırdığı usta anı biriktiriciden insanlık tarihinin geçmişini öğrenmeye başlıyor. Şiddetten ve insanlığın gerçeklerinden uzaklaşmış bir sistemin içinden gerçeklerle yüz yüze geliyor. Savaşın acısını insanın güvenilmezliğini dinliyor. Sonra anlıyor ki aslında huzur için huzursuzluğu, güven için güvensizliği bilmek gerekiyor. Sistemin insanları sakatladığını, kişisel özgürlüklerin, farklılığın yok edildiğini görüyor. Birilerinin isteği doğrultusunda tüketilen hayatların boşluğunu gözlemliyor. Ve tabii isyan geliyor. Filmin bireyselliğe verdiği önemi değerli buluyorum. Fakat ütopik dünyanın Soğuk Savaş döneminde üretilen bilimkurgulara benzerliği biraz da canımı sıkmıyor değil. 1960-70’lerde komünizme gönderme yapan filmlerden bir esinti var bu ütopik dünyada. Bireysellik çok önemli, farklılıkları kabul etmek, kendi yaratıcılığını beslemek ve üretmek hayatın belki de sırrı. Ama bu bireyselliği kapitalizmin enerjisi olarak kullanıp başka sistemleri kötülemek beni bozar. Sanki eli ayağı bağlanmış bir adamı tekmeliyorlar gibi hissediyorum. Üstelik iktidar her yerde aynı. O ütopik dünyada da Şef Elder aslında faşizan bir karakter, dünya yok olmadan önceki iktidarlarda. Yani hangi sistemde yaşarsan yaşa iktidar olmak insanı bozuyor. Zaten insan insanın kurdu değil midir? Bütün kötülükleri biz birbirimize yapmıyor muyuz? Sistemleri bırakalım. Bütün kontrolü hümanizme terkedelim. Bu da benim kurgum olsun.
FİLMİN KÜNYESİ
Filmin Orijinal Adı: The Giver
Yönetmen: Phillip Noyce
Senarist: Michael Mitnick
Oyuncular: Jeff Bridges, Meryl Streep, Brenton Thwaites, Alexander Skarsgard
Yapım: 2014, ABD, 97