Cem Yılmaz’ın yeni projesi “Pek Yakında”, Gora, Arog, Yahşi Batı, absürt güldürü hattını takip eden bir film değil, iyi ki de değil, kendi adıma, sinema duygusu daha yoğun hissedilen, komedinin yanı sıra dramatik altyapısı da bulunan Her Şey Çok Güzel Olacak ve Hokkabaz’ı daha çok sevmiş ve bu istikametteki yapıtlara, memleket sinemasının ihtiyacı olduğunu söylemiştim. Peki, ülke sinemasının, buna neden ihtiyacı var? Çünkü sinemamızın 100 yaşına girmesini kutlarken, bu büyük sevdaya, geçmişin hatırlanmasına, aptal kutusu televizyon karşısında, beyazperde de var ulan katkısına, gerek var arkadaş, harbiden gerek var. Festivaller, türlü türlü etkinlikler, bir asırlık listeler, çeşitli paneller… Yani bir şeyler, elbette yapılıyor, lakin bir asrın bırakın yoğun coşkusunu, herhangi bir duygu zerresini dahi, hissedemiyorsak, bu filmi önemli, değerli ve ötesinde zorunlu bulurum, umarım anlatabildim meramımı… Hah! Filmin eksikleri, kusurları, aksayan yanları yok mu, ohhooo tonla, Cennet Sineması (Cinema Paradiso) ayarında filmler çekene dek, ben talep edeceğim, üstüne yazıp, çizeceğim. Mesaj alınmıştır sanırım.
Az sonraaaaaa, nasıl haberler için dikkatimizi çekiyorsa, Pek Yakında da sinemaseverlerin heyecanını yükselten bir hitabet ve üstelik bekleyişin, artık sona ereceğinin müjdecisi… Hele dublaja yatkın davudi bir ses ve yanına da temposu yüksek güzel bir müzik varsa, oh mis… Bu film, sinemayı gerçekten seven bir adamın çekeceği bir film, Yeşilçam’a, erotik zamanlara, efektsiz vakitlere, unutulmaz aktörlere göndermeleri var, her şeyden önce… Sonra kült yabancı filmlerin unutulmaz sahnelerini de ıskalamamış, öyküsüne onları da katmış. Şimdi filmin korsanı olmaz, filmi yeniden çektik mi ki, korsan diyoruz, elbette hayır! İllegal yollardan çoğaltılmış, indirilmiş, basılmış, dağıtılmış yapıtlar bunlar, özetle kaçak film, bunun adı. Dağıtıcılara korsan diyebiliriz, o ayrı. İşte bu korsanlar, bize Kore sinemasını sevdirmişler. Yalan mı? Değil! Uzakdoğu sinemasına bayılıyorum, sinemaya gelmiyor, TV’de gösterilmiyor, orijinal DVD’si de yok, çünkü ucuz yapıtlar, aksiyonlar, korku, gerilim vesaireyle dolmuş dükkanlar, ne yapalım, bu güzelliklerden geri mi kalalım, dadanıyoruz haliyle… Konu anlaşılmıştır; bir film korsanının, sinema yolculuğu… Öte yandan Cem, arada eleştirmenliğe de soyunmuş, bizim kendi aramızda geyiğini yaptığımız şeyleri, beyazperdeye taşımış, Cihangir’den, meşhurlara, sanat filmlerinden, entelektüel tayfaya, hepsiyle, üstelik kendisiyle de dalgasını geçmesini bilmiş. Daha ne olsun?
Oyunculuklara gelirsek, kimisi iyi, kimisi kötü, kimisi de resmen döktürüyordu, eskimiş kadroyu geçelim, onlar birbirlerine iyi uyum sağlamış ve resmen tek beden olmuşlar. Çağlar Çorumlu, Cengiz Bozkurt ve Zerrin Tekindor, üçünü direkt ayırıyorum, sabaha kadar gelsinler evde takılsınlar, gözümü kırpmadan izlemezsem namerdim. Arada beliren ünlüler, sanat filmlerinin gediklisi Tansu Biçer, ince düşünülmüş işlerdi, gülümsetti.
Filmin en temel sorunu süresi, filmine biraz kıysa, aile meselesi sahnelerini biraz kıssa, gereksiz bir, iki yeri atsa, tadından yenmezdi. Hem duygusal olacak, hem de kahkaha atılacak, ikisinin geçişlerini bırak, birlikte peliküle sığışmaları bile zor mevzudur, hiç değilse denemiş, cesaret, iyi bir şeydir. Reklam ve ürün yerleştirme mevzusunun abartılması hususuna takılmadım, affedersiniz, benim kadar çok yabancı film seyretseniz, kafanız AVM gibi olur, misal beni, Danimarka’daki bir markete ışınlasanız, yeminle yabancılık çekmem, o denli… Pek Yakında’nın sonunda gösterilen, hani filmde çekildiğini gördüğümüz Şahikalar: Kötülüğün Sonu adlı yapıtın fragmanı ise, harbi harbi ne güzeldi. Bence Cem, oradan yürüsün, gayet keyifli ve zevkli bir iş çıkabilir, nihayetinde…
Not: Cem Yılmaz, benim için filmi, Alper’in beğenmesi önemli niye dedi, inanın bilmiyorum, yıllar önce Arog’un setine gitmiştim, o kadar… Yani tanışmıyoruz. Belki de benimle arkadaş olmak ve çay ısmarlamak istiyordur, ama çekiniyordur, kim bilir?