Bu hafta vizyona giren Biz Babasız Büyüdük filminin yönetmeni Ahmet Çadırcı sessiz çoğunluğun sesi oldu. Sinema izleyicisinin kaçırmaması gereken bu filmin yönetmeni soruları cevapladı.

Ahmet Çadırcı izleyici tarafından çok bilinmez ama Türk sinemasında emekçi dediğinizde ilk akla gelen isimlerdendir. Etrafımızda mazlumu oynayıp nemalanan bir çok yönetmenin tersine kendi emeğiyle kendi etik değerleriyle bu piyasada yaşamaya çalışan bir isimdir. Yıllar sonra ikinci filmini çekti. Ahmet Çadırcı’nın Biz Babasız Büyüdük filmi ideolojiler üstü ve savaş karşıtı bir film olarak da algılanabilir. Ama içinde mücadele ve haksızlığa isyan var. İşte Ahmet Çadırcı’nın verdiği cevaplar.

Sizi bu senaryoyu yazmaya iten şey neydi?

2008 yılında kendi çocukluğumla ilgili bir senaryo yazıyordum. O yıllarda Kitap fuarına gitmiştim. Fuarın en arkalarında, Avrasya Yazarlar Birliği’nin standında bir kitap gördüm: Kırgız yazar Aşım Cakıpbekov’un öyküleri. Kitabın kapağında at üstünde bir Kırgız çocuğu vardı. Kitabı aldım, bir gecede okudum. Kitaptan çok etkilendim. Öyküler benim çocukluğuma çok benziyordu. Sonradan kapak fotoğrafının yıllar önce izlediğim ünlü Kırgız yönetmen Tolomuş Okeyev’in bir filmi olduğunu anımsamadım. 2009 yılında yapım desteği için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurdum, ama bazı nedenlerden kitabın telif hakkını alamadım. Aşım Cakıpbekov ölmüş, varislerine de ulaşamadım. 2011 yılında yeniden kitabın telif haklarının peşine düştüm. Manas Üniversitesinden Kemal Göz’ün yardımıyla Telif Haklarını aldım, Kültür Bakanlığı’na başvurdum.

Kitap uyarlaması sinemada zor zanaat. Uyarlama çekmenin sırrı nedir?

Edebiyatın malzemesi sözcükler. Bir edebiyatçı sayfalarca doğa betimlemeleri yapabilir, roman karakterlerinin iç çatışmalarını anlatabilir. Filmin malzemesi ise görüntülerdir. Yönetmen, edebiyatçının sözcüklerle anlattığını görüntülerle anlatması gerekiyor. Sinema görselliğe dayanıyor. Yönetmen bir roman ya da öyküyü, çeviri yapar gibi sinemanın diline çevirmelidir.

Filmin öyküsü çocukluk ve gençlik üzerine. Çocuk oyuncularla çalışmak nasıl bir tecrübeydi?

Aslında filmin doğallığını bozmasın diye çocuklara senaryoyu geç verdim. Çünkü kalıplaşmış, ezberlemiş, gibi oynayabilirler diye düşündüm. Belki oyuncu koçuyla çalışabilirdim. Bütçe sınırlı olduğu için oyuncu koçuyla çalışamadık. Zaman zaman zorlansam da, sonuç olarak memnunum çocukların oyunundan.

Filminizde babası asker olan bir erkek çocuğu ile onun çocukluk aşkı arasındaki hikaye anlatılıyor. Filmdeki asker figürü size neleri ifade ediyor?

Ben gerçekçiliğe inanırım. Daha önce sözünü ettiğim gibi, kitabı Kırgız yazardan uyarladım. Öyküler aslında 2. Dünya savaşında Nazilere karşı savaşan, anayurtlarını savunan Kırgız askerlerin çocuklarının eşlerinin öyküsünü anlatıyor. Yani öykülerde de çocuğun babası askerde. Film asıl olarak köy çocuğunun aşkını anlatıyor, geri planda ise bir çocuğun gözünden savaşın insanlar üzerindeki yarattığı etkileri var. Ben kişisel olarak savaşların, acıların olamadığı bir dünyayı özlüyorum. Ama “Zalimler silahlarını yağlarken mazlumlara da bıçağını at “ demenin çok anlamlı olduğunu sanmıyorum. Şimdi öyküyü Kırgız bir yönetmen ya da başka bir yönetmen dönem filmi olarak çekseydi anti-faşist film olarak algılanırdı. Ben bu öyküleri Türkiye’ye uyarladım. Öyküyü Çanakkale Savaşlarına ya da Kıbrıs Savaşının olduğu döneme de uyarlayabilirdim. Ama dönem filmi olarak bütçe gerekli, ben günümüze daha yakın diye 1991 yılına uyarladım. Bu kuşkusuz risk olduğunu biliyordum. Türkiye’de, özellikle günümüzde çocuğun babasının asker olması bazı insanlarda ters etki yapmış olabilir. Aynı öyküde çocuğun babası “gerilla” olsaydı filme bakış açıları farklı olacaktı. Festivallere de rahat kabul edilecekti belki ödül de alacaktı. Oysa bir PKK’lının da filmi yapılabilir, bir askerin de önemli olan bakış açısıdır. “İnsana ait olan hiçbir şey bize yabancı değildir”

Çocuklar masumiyetin ifadesidir. Filminizden yola çıkarak günümüzde masum olan bir şey var mı?

Arthur Schopenhauer “çocukluk, hayatımız boyunca özlemle geri dönüp baktığımız masumiyet ve mutluluk dönemi, hayatın cennetidir, kayıp cennet,” demektedir. Gerçekten de bu küreselleşme çağında, cep telefonlarının, tablet bilgisayarların hayatımızın bir parçası olduğu günümüz dünyasında, çevrenin, doğanın kirlemesinden daha korkunç olarak insan ruhu da kirlendi. Artık eski masum aşklar yok, “aşkın ömrü üç yıl” deniliyor.

Türk sinemasında muhalif film deyince artık neredeyse Kürt yönetmenlerin filmleri akla geliyor. Siz kendi filminiz için muhalif bir film diyebilir misiniz. Bunu biraz yorumlar mısınız?

Ben özellikle muhalif film diye film yapmadım. Sevdiğim, yapmak istediğim bir film yaptım. Ama filmin kendisi muhalif oldu. Çünkü şu anda Türk sinemasında festivallerdeki genel çizgiye aykırı. Türkiye’de festivallerde belli konuları işlemesi ödül alması yeterli oluyor. Oysa her konu işlenebilir. Önemli olan filmdir. Filme bakılmalı; “derdini anlatabilmiş mi, sinema dili nasıl?” diye. Filmler sanatın, sinemanın ölçüsüyle değil, grupsal, kişisel yakınlıklar ya da husumetler, politik yaklaşımlar, ideolojik bakışlarla değerlendiriliyor. Biraz önce söylediğim gibi Biz Babasız Büyüdük çocukluk aşkı, öte yandan savaş karşıtı aslında.

Filminiz iki sinemada vizyona giriyor. Niye böyle? Başka sinema yapılanması filminize ilgi gösterdi mi?

Bazı dağıtım şirketleri ile görüştüm pek ilgilenmediler. Bir dağıtım şirketi olumlu yaklaştı, sonra o dağıtım şirketi iflas etti. Bazı filmlere de ödemeleri yapmadığını duydum. Başka Sinema dağıtım grubunu da randevu almak için 7-8 kez telefonla aradım. “ Biz sizi arayacağız “dediler, ama dönmediler. Kalktım, dağıtım şirketine çat kapı gittim; sekreter telefonumu aldı, yine aramadılar. Ben de yeni açılan SETEM Akademi Sineması ve CineMajestik sinemasında gösterim yapmaya karar verdim.

Türk sinemasında neredeyse klasik öykü anlatımı unutuldu. Sizin sinemanızda bu etki var mı? Bunu bir handikap olarak görüyor musunuz?

Bu sinemanın doğuşundan beri sinema estetiği açısından tartışılan bir konu. Sinemanın edebiyatın, tiyatronun, diğer sanatların etkilerden kurtulması, kendi dilini oluşturması gerektiğini savunan kuramcılar, sinemacılar oldu. Ama Tarkovski, Bresson, Goddard gibi bir kaç dahi yönetmen dışında bunu yapabilen çok az yönetmen oldu. İnsanlar ilkçağlardan beri öykü anlatmayı ve öykü dinlemeyi seviyorlar. Benim iki film de öykü var. Bunu da handikap olarak görmüyorum şimdilik.

Son filminizi 1999 yılında çekmiştiniz. Bu kadar ara vermenizin sebebi nedir?

Renkli –Türkçe’yi çektiğimden beri bağımsız sinemayı savundum. Hiçbir yapımcıya gitmedim. Bu da bana pahalıya patladı diyebilirim. Oysa film çekmek için finans gerekli. Türk sinemasında Yeşilçam tipi yapımcı da kalmadı. Türkiye’de ancak Kültür Bakanlığı ve yurtdışı fonlardan destek almadan film çekmek olanaksız gibi. Yurtdışı fonlara başvurmadım. Kültür Bakanlığına da daha önce bir kaç kez yapım desteği için başvurdum, olmadı. Ancak 2011 de Biz Babasız Büyüdük filmi destek aldı.

Kültür bakanlığının projelere para yardımı yapması dışında nasıl bir katkısı olabilir?

Kültür Bakanlığı şimdi destekleri artırdı. Yapımcı % 50sini ben karşılayacağım dediği için aldığınız bütçenin iki katı fatura isteniyor. Belki bu konuda art KDV gibi bir şey olabilir. Daha önemlisi Bakanlık dağıtım konusunda bir şeyler yapabilir. Dağıtım desteği verebilir. Bakanlık belirli kentlerde sinema salonları ya da Kültür Merkezleri açabilir.

Bundan sonraki projeniz nedir?

İstanbul’da geçen bir senaryom var onu çekmek istiyorum.

Dizi yönetmenliğine nasıl bakıyorsunuz?

Dizi yönetmenliği hiç düşünmedim. Bazen daha rahat film çekmek için “acaba dizi çeksem mi ?” diye düşündüğüm oldu. Ama gerçekten dizi çekmek çok zor. Haftanın 5-6 günü, gece gündüz çalışıyorlar. Ben biraz zamanın kendime ait olmasını istiyorum. Ayrıca dizi çekmek sinema dilinizi etkileyebilir. Aslında normal dizilerden farklı olan, 4-5 bölümlük sinema filmi gibi diziler çekilebilir. Belki öyle bir dizi olursa çekebilirim.

Benim size sormadığım ama sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Biz Babasız Büyüdük, Türkiye’de Atıf Yılmaz’ın Cengiz Aytmatov’dan uyarladığı Selvi Boylu Al Yazmalım’dan sonra Kırgızca’dan uyarlanan ikinci film. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra da dünya da Kırgız edebiyatından uyarlanan ilk film. Aşım Cakpbekov’un öyküleri de Aytmatov’un öyküleri kadar güzel.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.