Beyaz Saray’ın ara koridorlarında dönen dolaplar, salonlarında soğukkanlılıkla çevrilen kirli oyunlar, masalarında imzalan acımasız kararlar ve günün sonunda herkesten daha temiz, güzel, eğitimli, zarif ve örnek görünen politikacı bir çiftin hikayesi yalın ve direkt bir dille anlatılıyor.

House of Cards gözünü başkanlık koltuğuna dikmiş hırslı bir adamın ve en az kendisi kadar zirveyi arzulayan karısının çevresindeki insanları nasıl tuzağa düşürdükleri, ağlarında parçalamaktan kaçınmadıklarının hikayesini anlatıyor. Yani gayet tanıdık bir politikacı hastalığı ve bugünün ülke gündemine denk gelen içeriğiyle artı çağrışımlar yapıyor ve özellikle şimdilerde yaşananların perde arkasının anlatıyor gibi. Zengin bir kadro ve bütçeyle gerçekleştirilen yapımın muhteşem kurgusu, dengeli eylem temposu ve inandırıcı atmosferi seyirciyi kendine kolayca bağlıyor.

Diziyi vazgeçilmez yapan en önemli ve etkili unsur yalın ve direkt dilin yarattığı güçten ve çok tanıdık fotoğraflar hatırlatmasından kaynaklanıyor. Kevin Spacey’nin vücut diliyle yeniden yazdığı politikacı terminolojisi öylesine gerçekçi ki inandırıcı olmanın ötesine geçiyor. Acaba aktör kimi oynuyor değil de bu aktörü oynayan ne çok politikacı vardır dedirtecek denli politikacı karması bir özgünlükte performans çıkarıyor. Ancak Kevin Spacey’inin oyunculuğundan çok metnin dili ve yapısı diziyi özel, farklı ve iz bırakır kılıyor.

Çünkü klasik çekim ölçekleri, dengeli, mesafeli eylem akışı ve gayet orta karar bir hızda ilerleyen metnin bir anlatıcısı var. Genellikle en iyi kalpli, ezik, kendini ifade edecek güce ya da güvene sahip olamayan etkisiz yan kişilerin anlatıcı olması yaygındır. Böylece dışarıdan bir göz herkesin görmediğini, atladığını ya da bir türlü söyleyemediğini dillendirir. Ancak House of Cards’ta durum farklı! Tüm anlatı içinde büyük bir soğukkanlılık, profesyonellik, acımasızlık ve inandırıcılıkla yalan söyleyen kahraman seyirciye dönüyor ve olan biteni, asıl gerçeği ve neler planladığını söylüyor. Böylece seyirciyi kendi karanlık işlerine, kirli planlarına, kan donduran hesaplarına özetle çirkin dünyasına ve cümle suçlarına ortak ediyor. Yani son dönemde çok popüler olan anti-kahramanlar gibi anlaşılır, sevilir, hissedilir veya hak verilir olmaktan iyice uzaklaştırılarak özdeşleşilmeyecek çiğliklerinin hepsi seyircinin burnunun dibine, gözünün içine sokuluyor. Kahraman sıklıkla bölüm bitimlerinde, bazen kritik episode sonlarında ve iyice kameraya sokularak sanki seyircinin kulağına fısıldar ya da arkadaşına yanaşıp aramızda kalsın dercesine asıl meseleyi ve iğrenç hesaplarını paylaşıyor. Sistemin tüm yasalarını cebinde kendi isteği ve lehi doğrultusunda kullanan takım elbiseli, şık, kibar, yetkili bir terminatörün çevresindeki insanları nasıl öğüttüğünü ve ne hissettiğini direkt izleyiciyle paylaşarak açık etmesi hem can sıkıyor hem de anlatıda izleyiciye ayrıca bir yer açıyor. Olayların göründüğünün dışında ne demek olduğunu ve bunu direkt öğreneceğini bilmek izleyiciyi ayrıca ‘ayrıcalıklı’ ve anlatıya yakın hissettiriyor. Sanki seyirci için özel yerleştirilmiş bir düşünce ve duygu çipi kahramanı kendi ağzıyla ihbar ediyor gibi. Elbette izleyici, kahramanın anlatıcı olduğu pek çok yazılı ve görselle imtihan olalı çok oldu. Yani kurmaca olduğunu durup dururken anımsatan ve böylece yabancılaşma sağlarken içsel bir sorgulamaya davet eden pek çok yapımdan biri House of Cards. Ancak yine de anti-kahramanın anlatıcı olması yalınlığı, derinliği ve sahiciliği sağladığı gibi izleyiciye farklı bir seyir zevki vererek tesir gücünü de arttırdığından başka bir tat bırakıyor. Buradaki anti-kahraman anlatıcı, gözlemci ya da ilahi bir üst göz olmadığı için kendi dehşetli iç dünyasını ve korkunç eylemlerini açığa vururken içinde bir miktar bile vicdan kırıntısı barındırmaması tuhaf bir katharsis sağlar. Başkalarının kirli dünyası izleyicinin küçük sırlarını ve ufak hesaplarını neredeyse aklar paklar, temizler ve bir tür arınmaya aracılık edilir. Böylece kahraman anlatıcı olarak kendi imgesini eylemlerinden biriymiş ve hatta asıl açıklamaymış gibi olay örgüsüne dahil ederek savunmasını, aklamasını en azından açıklamasını seyirciyle birebir iletişime geçerek anlatır ve sonuçta bu kurgu sayesinde gerçeği taklit etmeyi bırakıp izleyicinin de bırakmasını alttan alta ima etmiş olur. Olay örgüsü içindeki gerçeğe karşı şüpheci ve olumsuz bir bakış sergileyen kahraman, kurgu içindeki kurgusallığıyla anlatıya ekstra perspektifler sunuyor. Sadece bir iki cümlecik salt gerçeği yüz yüze konuşma kurgusu ve öznel bilincin deşifresiyle hiç gönderme yapılmaksızın ortada bulunan yüzeye hedeflenmiş veya değil pek çok değer kazandırılmış oluyor. Kısacası anlatı dilinin sağladığı seyir zevki kurgunun direkt yıkılarak kurgulanmasıyla daha renkli, katmanlı, etkileyici ve gerçekçi kılınıyor. Aksi takdirde Francis ve Claire’in öyküsünde seyirciye söylenen çok yeni bir şey yok aslında ama işte söyleyiş biçimi her şeyi yeni, özgün ve tesirli yapıyor.

Ne de olsa Francis ve Claire gibi iktidar hırsıyla kavrularak iyi günde kötü günde amaçları uğruna öğütmeyecekleri hiç kimse olmayacağına yemin eden politikacılar ve dünyanın her yerinde varlar. El ele yürüdükleri hayat yolunda önlerine çıkan her engele bir tekme atmakta hiç sakınca görmeyen bu çiftin hasta, yaşlı, hamile, çoluk çocuk tanımayan halleri hiçte sürpriz değil. Kanlı, kremli ve pürüzsüz ellerini gülümseyerek halka sallayan politikacı çiftin sevgililerini, çalışanlarını, iş arkadaşlarını, söz verdikleri yoldaşlarını yüz üstü bırakmaları, öldürmeleri, tuzağa düşürmeleri ya da iftira atmaları da çok normal. Ne var ki bir an bile paniklememeleri, cinayet işledikleri günde dahi günlük koşularını aksatmamaları, tüm medyanın ve ülkenin lanetleyen bakışları altındayken önündeki birkaç sene sonranın hesaplarına rahatça odaklanmaları, kısacası soğukkanlılıkları seyircinin de kanını donduruyor. İktidar hırsının izah edilemez büyüsü içindeki çiftin öyküsü içinde yaşadığımız hayattan bağımsız bir hayat daha olduğunu, Francis ve Claire gibilerin orada yaşadığını mükemmelen resmediyor.

Çünkü dünya politikacıların amaçlarına ulaşması için hazırlanmış bir oyun parkı onlar için, dolayısıyla kamera da aktörün etrafında dönerken tek kişinin merkezde olduğu bir yaşam öyküsünü yan karakterlerle zenginleştirerek veriyor ve elbette odak noktası hep aynı kalıyor: Francis ve Claire. House of Cards ne kadar tanıdık değil mi aslında! Güç odaklarının merkezinden kaydırılan Hayrünnisa Gül Hanım’ın ne kadar sinirlendiğini, şimdiye kadar sadece eşinin yanında bir resimken artık konuşabildiğini, savaşabildiğini ve kesinlikle iktidardan vazgeçmenin çok hasarlı bir kaza gibi zarar verdiğini görmemek mümkün mü? House of Cards’ın yerli versiyonunu biraz daha arabesk, alaturka ve fantezi tınılarla izlemek isterseniz bir haber kanalını açıverin. Ama Başkanların sırlarla dolu şık odalarına, donanımlı ofislerine, bol tablolu, heykelli koridorlarına girip dolaşmak ve arka planda feda edilen, kurban verilen, kıyılan, yakılan yaşamlara bakmak isterseniz takım elbiseli dolandırıcıların yaşam öyküleri ayrıntılarıyla bu dizide. Kesinlikle her zaman politikacı karakterler bildiğimizden daha illüzyonist ve karanlık insanlar, dolayısıyla siyasetçinin iç yüzünü görmek için birebir.

NOT: Bu arada Francis ve Claire arasındaki muhteşem uyum ve tuhaf aile yapısı nedeniyle karı koca değil kardeş olduklarını iddia eden seyirci sayısı da giderek çoğalıyor. Çünkü derler ki ‘seks haricinde, hayatta her şey seksle ilgilidir. seks ise güçle ilgilidir.’

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.