FARGO -- Pictured: Martin Freeman as Lester Nygaard -- CR. Matthias Clamer/FX

Fargo sıradan insanın sistemle istem dışı kavgaya düşmesiyle kahramanlaşan bir karakterin etrafında gelişiyor. Martin Freeman’ın ezik/loser karakterine cuk oturan fiziksel özellikleri anlatının en güçlü malzemesi olarak dikkat çekiyor.

Gerçek yaşam öyküsü olduğu bilinen metnin, son dönem popüler dizilere benzerliği ise çok net hissediliyor. Fargo’nun içinde True Dedective’in filozofundan, Breaking Bad’in mağdur katilinden, pek çok ana akım suç filmindeki ayrılmaz belalı ikiliden ve tüm polisiye metinlerde bolca bulunan iyi, kötü, titiz, aymaz, umursamaz bir polis servisinden var Fargo’da. Var da var yani. Ezik, bastırılmış ve sürekli hor görülen kahraman ilk bölümden seri cinayetlere karışır, bulaşır ve bir anda katile dönüşür. Ancak kahramanın dönüm noktası olan cinayet aslında onun en büyük başarısıdır ve üzeceğine, korkutacağına, karakterle ayrı düşüreceğine direkt bir özdeşleşme sağlar. Sürekli kendisini aşağılayan, yetersizlik ve başarısızlıklarını yüzüne vuran karısını son derece ani bir hamleyle ve gayet plansız ve yine elbette eline yüzüne bulaştırarak öldürür. Son dönem dizi dünyasında fırtına gibi esen kaybetmişler kulübü karakterlerinden bir kahraman daha Fargo’yla hayatımıza girmiş olur.

Galiba seyircinin tuttuğunu koparan, uçan, kaçan, vuran, kıran, dürüst, yakışıklı, başarılı ve her türlü iyi özelliklere sahip karakterlerden bıkıldığı ya da gına gelecek kadar doyulduğu bir dönemden geçiliyor ve yapımcılar tabii ki bu nabzın farkındalar. Kahramanlık isteniyorsa başarıları tescilli tarihi dönem dizileri tercih ediliyor ve bugün ya da yakın tarihte yaşayan kahramanlardan destan yazması beklenmiyor. Fazlasıyla sıkışmış, beklentileri karşılayamayan, her şey varken hiçbir şey olamayan karakterler zamanından geçiliyor. Fargo karakterleri dönem özelliklerini en tipik ve kontörlü hatlarla taşıyorlar ve atmosferde karanlık, ışıksız, suni ve donuk sahnelerle içeriğe paralel bir yapıyla bütünleşiyor. Hemen her sahne dönemin ve bölgenin yalnızlığını, çıkmazını, yarına olan umutsuzluğunu işaret eden kodlarla zenginleşiyor. Yağan kar, donan yollar, buzlanmış nehirler ve sık sık anonsu duyulan fırtına anonslarına eşlik eden iç mekanlar gri, siyah, tekdüze ve neşesiz dekorasyonlarla tamamlanıyor. Dolayısıyla gerçekten yaşandığı dizinin bölüm başlarında hatırlatılan anlatının kurgulanmış atmosferi daha sıkıcı ve bunaltıcı bir etki yaratıyor. Çünkü biliniyor ki mahsusçuktan değil gerçekten yaşanmış olaylar, sadece isimler değiştirilerek hikayeleştirilmiştir. Orada doğası zor bir şehir, şartları insan doğasına ve yapısına zor işler, kirli meslekler ve tüm bunlarla iyilik ya da kötülükle baş etmeye çalışan insanlar var.

İşinde doğru dürüst satış yapamayan tutuk bir adam, erkek kardeşiyle sürekli kıyaslandığı ve her seferinde yenik çıktığı bir yarışmadan sonra sokakta tartaklanır ve eve geldiğinde bozuk çamaşır makinesini tamir edemediğinden karısı tarafından hakaret yağmuruna tutulur. Nasıl olursa olur, kahramanın nevri döner ve kadını susturmak için mi, yoksa direkt öldürmek için mi, kendisinin de bilemediği bir şekilde o tek hareketi yapar; kafasına indirir. Var oluşu en yakınındakinin ölümüyle ispatlanır adeta. Yaşasın artık yeni bir hayat başlar, en azından var oluşunun peşine düşülen, sorgulanan, aranan bir hayat başlar.

Günümüzde satış elemanlarının ne kadar sevilmediği, herkes tarafından terslendiği, kesin bir refleksle istenmediği zavallı kahramanımız yeni taktiklerle sevimli olmaya, ikna etmeye ve insanlara yaklaşmaya çalışır. Ne var ki yaptığı iş aslında yalancılıktır ve anlatının kahramanı sarsak, ağzı laf yapmayan ve kendi halinde bir adamcağız olduğundan onun doğasına iki kere aykırıdır. Foucault’nun deyimiyle uysallaşmış bedenlerden biri olan kahramanımız evlerinin bodrum katında aniden hiç de uysal olmayan bir davranışta bulunur. Aslında çok uysallaşmış bir mekanizmaya dönüşen insancıkların üzerine bazen o kadar çok gidilir ki, köşeye sıkıştırılan kedi gibi tırmalamaktan başka çaresi yoktur. Hiç tercih etmeyecekleri bir aksiyona neredeyse itilirler ve sonra devreye suç ve disiplin sistemi girer hemen. Yani suç işletilir, kovulur, kovalanır ve sonra yakalanıp cezalandırılırsınız. Böylece çarkların içinde Foucaultcu ikili ayrımlarda akıllı/deli, iyi/hastalık, masum/suçlu gibi etiketlerle uysallaşmış bedenler çiğnenir ve uyumlanırlar. Zavallı anti-kahraman ise beceriksiz olarak başladığı hayat yolculuğunda deli, hastalıklı ve suçlu olarak yaftalanır. Fargo’yu özellikle izlenir ve ilginç kılan da ortalama ve sıradan insanların gerçek yaşamlarını sinematografisi iyi bir kaliteyle ve doğru bir kurgulamayla inandırıcılığını bozmamasından geliyor. Üstelik bolca cinayetin işlendiği bu gerçek yaşam öyküsünde para veya herhangi bir maddiyat motivasyon sebebi olmuyor. Anlatı tamamen içsel çatışmalar üzerinden ilerliyor ki bu da çok alışıldık bir durum değil. Maddi çıkarları yüzünden değil inançları, düşünceleri ve duygusal boşlukları yüzünden cinayet işleyen kahramanlara pek rastlanmıyor. Ne de olsa Lester karısını öldürürken özür diliyor, Lorne ise basit cevaplarla derin mesajlar verirken hiçbir çıkar hesabı yapmıyor. Beceriksiz Lester’ın suçu Lorne’nin üzerine yıkmaya çalışması ise çıkarcı hesaplardan çok çaresiz korkaklığından geliyor.

Özetle abartıldığı kadar doyurucu olmasa da içinde son dönem anti-kahraman özelliklerinin hepsinden biraz barındırdığı için ve sıradan insanın baht dönüşünü işlediği için keyifle seyrediliyor.

ŞENAY TANRIVERMİŞ

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.