Kino „Forum Cinemas Vingis” iðkilmingai uþdarytas 18-asis Vilniaus tarptautinio kino festivalis „Kino pavasaris“.

Sinemaya kısa metraj filmleriyle 1984 yılında başlayan Yeşim Ustaoğlu, Bir Anı Yakalamak, Magnafantagna, Düet, Otel filmleriyle çok sayıda ödüller almış ve 1992 yılında ilk uzun metraj filmi İz ile seyirci hipnoz süresini arttırmıştır.

Adil olmayan her şeyin üzerine söz vermiş gibi, her şeyi tek tek anlatır. Azınlıklar, ilerlemek isteyip de geride bırakılanlar, ilerlediğini sanıp yiten ruhlar… Bu kara parçasında çok resim vardır onun için. Anlatmak için değil de, hatırlatmak için film yapar Ustaoğlu. Bazı şeylerin, sadece bazı insanlar için zor olduğu bir düzeni ya da düzensizliği güneşe tutar… Belki yanar bir yarısı, belki de toplanamayan tüm valizlerin fermuarı bozuk değildir, doğarken yerleştirilen bohçanın suçudur hepsi.

Oyuncu seçimlerinde başrolü dağlara, sulara, bulutlara, güneşe verir. Yas varsa su(s) sesiyle dinletir o yası, pişman olursan bulutlar evinin önüne kadar iner, hatırlamak için dağına çıkmalıdır insan ya da tamamen unutmak, güneş ise dönüşünü uzatan ve üveylerine iyi bakamayandır. Her şeyi titizlikle düşündüğü, uzun metraj filmlerinin tamamı kış mevsiminde geçer.

Filmlerinde amatör oyuncuları da, ustaları da görmek mümkündür. Tecrübe, ruhtan daha kıymetli değildir, katılan değerin mutlak bir deneyim sonucu geleceğine çok da itibar etmez.

Yeşim Ustaoğlu’nun sinema evreninde, alt katmanlara inebilmek için ipuçlarını iyi takip etmek gerekir. Bir röportajında da belirttiği gibi sekans geçişlerini yaparken, hikaye örgüsünü kurarken seyircisine çok da cömert davranmaz. Etkinin süresi gibi bir meseledir vazgeçemediği. Sadece sinemada değil, her alanda ‘kalıcılık ve eskimişliğin karşısında devam eden etki’ değeri yaratır, eser niteliğine kavuşturur fikrindedir.

Film müziklerinde Makedon gitar ustası Vlatko Stefanovski’ye de yer verir, Amerikalı kompozitör Michale Glasso‘ya da. Fransız müzisyenler, Jan-Pierre Mas ve Bruno Torriere‘le de çalışmıştır. Tüm sesleri sade bir şekilde birleştirmeyi, onları sadeleştiği yerde yeniden buluşturmayı seçer… Viyolanın da yağmur sayesinde büyüdüğünü hatırlatır.

1999 dostluk yapımı Güneşe Yolculuk, İstanbul’a farklı nedenlerle göç etmiş, sular idaresinde çalışan Tire’li Mehmet ve Eminönü Meydanı’nda kaset satarak geçimini sağlayan Zorduç’lu Berzan‘ın kendilerine yer açma hikayesidir. İlgilerinin olmadığı bir sokak kavgasında yolları kesişen iki dost, inandıkları her şeye içten bağlılık duyan, sahip çıkan iki karakterdir. Berzan’ın toplumsal olaylar karşısındaki farkındalığı, aktivist tutumu Mehmet tarafından

 

anlaşıldığında saçlarını spreyle sarıya boyadığı sahnede mutsuzluğun ağırlığı doğallıkla verilmiştir. Filmin bitimine yakın Mehmet’in bir tren yolculuğu sahnesinde kompartıman arkadaşı olarak yanına gelen kendisi gibi Tireli bir yolcunun nerelisin sorusuna Zorduç’luyum diyerek gülümsediği ve değişimini sadelikte verdiği sahne, bu filmi çok kez izlemek için yeterlidir. 1999 yılında Ankara, İstanbul Uluslararası Film Festivalleri’nde en iyi senaryo, en iyi film, Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Mavi Melek ve Barış Filmi ödüllerine layık görülen (aldığı ödüllerden sadece birkaçıdır) film, ülkemizde sadece bir hafta vizyonda kalmıştır.

2004 yılında Doğu Karadeniz ve Selanik arasında kuzey hattındadır. Senaryosunu yazdığı ve yönettiği Bulutları Beklerken ile takalara bindirilerek uzaklara gönderilmiş bir Rum kadınını,                    Eleni (Rüçhan Çalışkur)’yi anlatır. 1916 yılında ailesiyle birlikte göç etmek zorunda kalan Eleni, bu sürgün sürecinde kardeşi dışındaki herkesi karlarda yitirip Türk bir aile tarafından evlat edinilir. Yaşadığı bu travma, kalan yaşamında yoldaşı olan ve son anına kadar yanında olduğu Selma’nın ölümüyle elli yıl sonra açığa çıkar. Küçük kardeşi Niko’yu terk ettiği düşüncesi, bunun yarattığı suçluluk duygusu ve gerçek kimliğiyle yıllar sonra buluşur. Yeşim Ustaoğlu başka yollardan anlatmak istediği tüm betimlerinde yöresel bir hikaye, mecaz veya ironiye başvurur. Filmin başında Eleni nin anlattığı ‘Karaconcolos’ isimli bir umacı hikayesi, bu elli yılın tarihini bir de yönetmenin gözünden dinletir. Türk, Bulgar ve Rum halk kültürlerinde yaşatılmış, kışın en soğuk zamanlarında gelen ve çok çirkin olan fantastik yaratık Karaconcolus, başa dönülerek iki-üç kez dinlenmeye değer bir bilinçdışı çözülmesidir. Filmin sonlarına doğru ise Trabzon’dan çıkarken çalan sazın, Selanik’te bir lokanta radyosunda devam etmesi yönetmenin neyi, nasıl vermek istediği konusundaki tutarlılığının altını çizer. 2004 İstanbul Film Festivali ve Orhan Arıburnu en iyi kadın oyuncu ödülleri ile Rüçhan Çalışkur’ un usta oyunculuğuna tanık olan film, birçok festivalden aldığı ödüllerle bulutları İsrail, Ermenistan gibi birçok ülkenin perdesine indirmiştir.

Senaryosu Yeşim Ustaoğlu ve Sema Kaygusuz’a ait olan, başrollerini Tsilla Chelton, Derya Alabora, Övül Avkıran ve Onur Ünsal‘ın paylaştığı 2008 yapımı Pandora’nın Kutusu’nu 7 haftada çeker. İstanbul’da birbirinden kopuk yaşayan üç kardeş, Karadeniz’de tek başına yaşayan annelerinin kaybolduğu haberiyle bir araya gelerek annelerini bulmak üzere yola çıkarlar. Yolculuk, yaşanan bu sonucun kimden kaynaklandığı üzerine suçlamalarla başlar. Kardeşlerin yalnızlık, mutsuzluk ve dağılmış hayatlarını aperatif olarak seyirciye sunan film, birden fazla neden-sonuç ilişkisi kurabileceğiniz hazır bir yaşam öyküsü gibidir. Alzheimer hastası olduğu anlaşılan yaşlı annenin bakımı ve hangi kardeşle yaşayacağı kısmı, kapitalizmin sunduğu binlerce kalıptan yükselen ölçülerde faydalandığımız şu günlerde şimdiki zamanı sorgulatır güçtedir. Bir şeyin yararı kadar zararının da var olduğu metaforu, aldığımız konformist yaşamın karşılığında neler veriyoruz sorusunu beraberinde getirir. Filmin baş karakteri Nusret Hanım’ın dağına dönmek dışında bir şey istememesinde sadece bir yaşlılık hastalığı yatıyor olmadığını düşündürür. Gerçeklik boyutu için söylenecek pek söz bırakmayacak kadar hayatta bir film,

 

insanı ayakta bırakıyor. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ve Uluslararası birçok festivalde başta kadın oyuncularını ödüllerle süsleyen film, dünya sinema tarihindeki en önemli ödüllerden biri olan 56. San Sebastian Film Festivali’nden de ‘Altın İstiridye’ ile dönmüştür. Filmin başrol oyuncusu Fransız asıllı Tsilla Chelton yine aynı festivalde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü kazanmış ve 2012 yılında mendilini elinden bırakmıştır.

2012 yılında Türkiye, Almanya, Fransa ortak yapımı Araf da bu kez Karabük’tedir. Yeşim Ustaoğlu’nun tanımıyla film, konum itibariyle her şeyin ortasında duran, her şeyin gelip geçici olduğu, bekleme yeri olan bir mekanda; otoban kenarında, içinde benzin istasyonu, alışveriş merkezi, lokantalar olan bir park alanında geçmektedir. Baş karakterler, 18 yaşında iki genç olan Zehra (Neslihan Atagül) ve Olgun (Barış Hacıhan) bu mekanda çalışan, çalışmadıkları zamanı televizyon karşısında pırıltılı bir yaşam istemiyle geçiren iki vardiya arkadaşıdır. Olgun’un Zehra’ya duyduğu sevgi, Zehra’nın kamyon şoförü Mahur’a (Özcan Deniz) aşık olmasıyla kendisini bambaşka bir yerde bulmasına neden olacaktır. Film, ne köy, ne sanayi sanayi şehri olan Karabük’ten, gençlerin ufuksuzluğuna, her şeyin ortasında kalmışlığa ve gitmenin bu denli zor olmaması gerektiğine incelikle eğilmiştir. Yeşim Ustaoğlu anlatmak istediğini bu filminde de kısa süren Zehra ve psikiyatrist diyaloğuna yerleştirmiştir.

50.si düzenlenen New York Film Festivali, Araf’ın Amerika prömiyerine ev sahipliği yapmış ve Yeşim Ustaoğlu, gösterimin ardından festivalin efsanevi direktörü Richard Pena ile film eleştirmeni Amy Taubin’in moderatörlüğünde seyircinin sorularını yanıtlamıştır. Amerika ve dünya basınının yoğun ilgisiyle karşılaşan film, Avrupa ve Asya’da katıldığı festivallerde de sihrin tesirini ödüllere dönüştürmüştür.

Yeşim Ustaoğlu, insan hayatındaki dönüm noktalarının başka bir kişinin elinden geldiğini hissettirmeden vurgular. Hayat, rutininde seyreylerken biri gelir doğum yerini değiştirir, bir film izlersin kamera arkasında gölgesini görürsün etkisinden kurtulamadığın bir yönetmenin, konuşur gibi…”Gülümseyin, çekiyorum acınızı’’

*Onur Akyıl, Unutacak Kimse Yok, Şiirden Yayınları 2014

DİDEM PEKER BAŞARAN

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.