Siz onu başarılı bir oyuncu olarak tanıyorsunuz. Ama o yönettiği ilk kısa filmle Cannes dahil bir çok yabancı film festivalinden ödülle döndü. İşte Derya Durmaz’ın sinemada durmayan yolculuğu…
Derya Durmaz bugüne kadar oynadığı filmlerdeki başarılı performanslarıyla karşımıza çıktı. Şimdiyse yönettiği kısa film Ziazan ile festivallerde ödüle boğuluyor. Cannes’dan Jüri Özel Ödülü ve Seyirci Ödülü alan Ziazan geçen hafta da Hamburg’ta katıldığı kısa film festivalinde ödülü kaptı. Katıldığı dört festivalden beş ödül alan filmin sırrını yönetmene sorduk. İşte Derya Durmaz’ın cevapları.
Sizi oyunculuğunuzla biliyoruz. Bu yönetmenlik olarak ilk deneyiminiz. Bu projeyle başlamanızın en önemli sebebi nedir?
Oyuncu olarak röportaj verdiğimde de yönetmenlik yapacak mısınız gibi sorular alıyordum. Haddim bulmuyordum bu soruyu, bir sonraki adım olarak gelmesi gerekmiyor yönetmenliğin çünkü. Ama süreçte şunu anladım eğer bir hikaye doğuyorsa kafamın içinde ve hayal edebildiğim, izleyebildiğim olgunluğa da yetişiyorsa, sanırım o noktadan sonra insan kendini tutamıyor ve o zaman gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyorsun. Aslında üç yıl kadar önce bir gazete haberi okumuştum, çok bilmediğim bir konuydu. Türkiye ve Ermenistan malum diplomasisiyle ilgili, kara sınırı kapalı. Sonuçta komşu iki ülke, tüm engellere rağmen ilişkilerini sürdürüyor. Bu iki ülkenin de arasında bir bavul ticareti varmış. Türkiye’den bir sürü otobüs firması otobüslerle sınır kapalı olduğu için 36 saat süren yolculukla Gürcistan üzerinden gidip geliyor. Buradan aldıkları malları verip geri dönüyor ve bu şekilde iki taraf da para kazanıyor, eve ekmek götürüyor. Bir gün bir kargo şirketi pat diye fiyatlarını yüzde yüz artırmış. Tabi böyle olunca insanlar gidemiyor, insanlar gidemeyince otobüsler dolmuyor, otobüsler dolmayınca kalkamıyor. İki taraf da çok mağdur olmuş, bu mağduriyeti anlatıyordu haber. Tuhaf geldi, absürt geldi tüm o meseleleri düşündürdü. Yanı başındakilerle aranda bir duvar olması meselesi… Nasıl oldu da bu küçük bir kızın hikayesine dönüştü ben de bilmiyorum ama belki bavul çağrışımı. Ben küçük bir kızken dayım ziyarete gelirdi. Çok severdim farklı şehirlerdeydik. Bavuluna girip onunla kaçmak isterdim, belki onu çağrıştırdı, bir şekilde küçük Ermeni bir kız çocuğu doğdu ve onun hikayesi oldu.
Filme Ermeni Sinema Platformu’ndan destek geldi, bu destek senaryoyu yazdıktan sonra mı geldi yoksa bir proje olarak mı gelişti filmin hikayesi?
Ben onlara filmin öyküsünü göndermiştim. Projelerin başvurduğu o projeler üzerinden sektörde alanında öncü insanların mentorluk yaptığı bir sistemdi… Proje üzerinde çalışıp seni geliştirmeye çalışan bir atölye idi. Sonunda da bir proje seçilip ona ödül veriliyordu. Ben de bu öykü ile başvurmuştum, benim öyküm sevildi, beğenildi, ödül aldı. Ödül alınca da maddi bir destek geldi. Sinema sektörü maalesef resim yapmak veya bir şeyler yazmak gibi değil çok farklı bir sanat.
Dünyada kısa film sinemacı olunduğu için çekilir fakat Türkiye’de sinemacı olmak için çekerler. Halbuki siz bir çok filmde oynadıktan sonra kısa filmi tercih ettiniz. Kısa film çekmenizin nedeni neydi?
O da bir hedef değildi. Kafamda bir öykü doğdu ve bu öykü olması gerektiği haliyle bir kısa öyküydü. Etrafımda filmi seyreden insanlardan “Bu film çok güzel uzun metraj malzemesi olurdu” diyen de çok oldu. Fakat ben bir küçük film kahramanı hayal ettim, ama bir durumun içinde hayal ettim ve bu durumu bu kısalıkta ve vuruculukta anlatabildim. Bunu uzatmak başka bir şeye girer.
Peki bu eleştiriler yurtdışında mı oldu yoksa Türkiye’de mi?
Yurtdışında herkes tam olması gerektiği gibi olduğunu söyledi filmin. Türkiye’de kısa film için söylediğin şey çok doğru. Sanki kısa filmcilerin önünde hep başka bir amaç var, uzun metrajlı film yönetmek. Her şey ona giden bir adımmış gibi davranıyoruz. Türkiye’de kısa film çekiyorsan amatörsün, öğrencisin gibi bakılıyor ya da uzun çekmek istiyorsun da kısa ile alıştırma yapıyorsun gibi düşünülüyor. Daha geçen gün Hamburg’da bir film festivalinden geldim ve inanılmaz güzel filmler izledim. Tamamen Hamburg’un bir mahallesinde eski endüstriyel bir alanı festival merkezine çevirmişler, otoparklarda, depolarda aynı anda filmler oynatılıyor. Kısanın güzelliği bence, söylemek istediğin birşey varsa bunu çok net ve çok vurucu bir şekilde söylemeni sağlayan bir yapı. İnsanların duygu dünyasını etkileyen fikirler vermek için çok iyi bir yol kısa film.
Cannes’dan sonra Hamburg’ta da ödül aldınız.
Evet. Hamburg Kısa Film Festivali’nin çocuk filmleri bölümünde yarıştı. Zaten iki ödül veriyor o bölüm.
Cannes’da da iki ödül aldın.
Jüri ödülüyle, izleyici ödülü.
İlk kez bir film çektin ve birden bire bu ödüllerle karşılaştın. Bu ödüllerde filmin başarısının yanında Ermeni lobisinin de katkısı olduğunu düşünüyor musun?
Bu ihtimaller benim de aklıma geldi ve beni korkutan bir şeydi, çünkü sinemada bu tür şeylerden hiç hoşlanmıyorum. Revaçtaki bir konu üzerinden prim yapma olayından hoşlanmıyorum. Ama ben filmi hakikaten çok samimiyetle yaptığımı hissediyorum. Dolayısıyla çok takılmamıştım bu duruma. Yurtdışında bunu hissettiğimi söyleyemem. Bu film şu ana kadar dört festivalde yarıştı beş ödül aldı. Bu dört festivalin demografisine bakarsak biri Paris’te Güneydoğu Avrupa Sineması diye bir festivalde ödüllendirildi. Mesela orada soru cevap kısmında konuştuğum Yunan bir yazar, Fransız bir müzisyen yani böyle entellektüel bir çevrenin izlediği bir yerde de aynı geri dönüşü yaptılar filmle ilgili. Yılmaz Güney Kısa Film Festivali’nde çocuklar oyladılar ve törende bana gelip “Abla ben bu filmi çok beğendim, o yüzden arkadaşlarıma da oy verdirttim” diyen liseli çocuktan da aynı geri dönüşü aldım. Dolayısıyla sanırım oranın yakınından geçmiyor, film kendisi olarak dikkat çekiyor. Tabii bu arada tüm bunlar öyle mucizevi bir şekilde de olmuyor. Sonuçta birilerinin “Sizi festivalimizde yarıştıracağız” demesini beklemiyorsun. Başvuru yaptık ve reddedildiği yerler de oldu, çağrıldığı yerler de oldu. Çağırıldığı her yerde de çok beğenildi o beni çok mutlu ediyor. Ve ortak geri dönüş alıyorum. Japonya’da da yarışacak. Japonlar da seçtikleri filmlerin listesini bitirmeden heyecanla bir email attılar, “İki ülke arasındaki sınırların kapalı olması durumunu yabancıların da anlayacağı, samimi ve sıcak bir şekilde anlatması nedeniyle biz bunu festivalimize çağırmak istiyoruz” dediler.
Filmden tatmin oldunuz mu?
Oldum.
Hangisi daha tatmin ediciydi. Oyunculuk mu yönetmenlik mi?
Farklı farklı, onu söylüyorum hep. Ben sinemayı bir oyuncu olarak çok seviyorum, çünkü kollektif bir iş ve bir insanın hayalinin somut bir şeye dönüşmesinde aktif bir rol oynuyorsun. Bu hep çok keyif veren bir şey.
Başroldeki oyuncu 8 yaşında ve bence bu yönetmen için çok zor olmalı.
Bittikten sonra “Ben ne yaptım ya” dedim zaten. Sonuçta dilini bilmediğim küçük bir çocukla çalıştım ama ben çok şanslıyım çünkü olabilecek en iyi başrol oyuncusu çocuğu bulduğuma inanıyorum. Geçtiğimiz sene Ocak ayında gittik. Oyuncuları bulmak için çalışma yaptık beş gün. Ardından altı ay sonra gidip çektik. Çekimler için gittiğimizde de on günlük bir takvimimiz vardı. Ön hazırlık çalışması yaparken oyuncumuzun su çiçeğine yakalandığını öğrendik. Ve daha çocuğun kuluçka dönemi bitmemiş. Doktora gittik ve öğrendik ki kuluçka dönemi çekimin üçüncü günü bitiyor. Tüm çekim takvimi değişti. Diğer oyuncuların sahneleri ilk günler çekildi. Bence en iyi şansım doğru oyuncuyu bulmaktı. Yönetmenlerin en dikkat etmeleri gereken şey bu.
Peki bu konuda sana yardım edenler kimler oldu?
Ermenistan-Türkiye platformundan çok destek aldık. Öyle bir şey olmasaydı çok zorlanırdık herhalde. Altın Kayısı Festivali var bu platformun arkasında. Onlar bizi farklı yapım şirketleriyle tanıştırdılar. Biz de kendimize bu sayede ortaklar bulduk.
Filmin müzikleri de çok etkileyici.
Hikaye kafamda oluştuğu zaman ben müzikleri tam olarak biliyordum. Saçları uçuşurken şöyle bir müzik olmalı gibi düşünceler vardı. Ama yine çok şanslıyım Barış (Barış Diri) gibi genç ama çok yetenekli bir arkadaşım benimle çalışmayı kabul etti ki daha önce Canavarlar Sofrası, Sev Beni filmlerinin müziklerini yapan arkadaş. Çok yetenekli bir insan. Barış gibi birisi geldiğinde kafamdaki bazı şeyler değişti ama Barış sayesinde daha doğru ilerledi. Taş üzerine taş koymuşuz gibi hissettim.
Son soru olarak, bundan sonrası için yönetmenlik devam edecek mi?
Dediğim gibi ben oyuncuyum ve çok sevdiğim için oyunculuk mesleğini seçtim ama yapabildiğim zaman da yönetmenlik işi de devam edecek. Zaten kesinleşmiş ikinci bir planım var. Bu yeni projeyi daha yavaş hayata geçiririm diye düşünürken beraber çalıştığım görüntü yönetmenim Meryem Yavuz ve bu yeni projeye oyuncu olarak çok yakıştırdığım Nazan Kesal’ın beni doldurması sonucunda her şey hızlandı. Onlarla paylaştığım zaman ikisi de çok heyecanlandı zaten ikisi de tuttuğunu koparan insanlar olduğu için bu işin olacağını düşünüyorum. Yakında kısa metraj projemize başlayacağız. Bunun dışında bir uzun metraj projem var. Eğer o projenin de bunun gibi belli bir olgunluğa eriştiğini hissedersem onu da yaparım. Bakalım.
Şu ana kadarki projelerinizde çoğunlukla bir politik alt mesaj var, bu uzun metraj filminizde de bu olacak mı?
Yok diyemeyeceğim ama öyle politik bir olayı vurgulamak, politik bir mesaj vermek gibi bir amacım yok. Hikaye Dersim’e de gidiyor fakat asıl konu bu değil. Asıl konu bir aşk hikayesi ve bunun orada olmasının nedeni bu tür şeylerin gerçek hayatta da sürekli karşımıza çıkması ve hayatımızdan ayrıştırılamayacak bir yere sahip olması. Sinemayı da siyaset yapmak için yapıyor değilim bu sadece gündelik hayatımızda olan bir faktör.